Nefs-i
Emmare,
Nedeni
Tabiat'e meyleden,
Maddi
Dünya'nın
Lezzet ve
Şehvetlerini isteyen
Dinamik'tir. Nefis bu
Özellikleriyle
Qalbi,
Sufli yöne çeker, yerilmiş
Huy ve
Kötülükler'e
Yuvalık yapar.
Nefs-i
Levvame,
Qalb'in
Nuru ile aydınlatır,
Kötülük ve
Zulumat'a doğru
Yönelimin başgöstereceği her
Durumda
kendi
Özvarlığını kınamaya başlar,
İnsan'ı
Otokritiğe,
Öz
Eleştiriye çağırır,
Tevbe'yi önerir.
Nefs-i
Mutmainne,
Nitel
Kötülükler'den arınıp
Qalb'in
Burutla
Nurlanmanın tamamlanması ve
Övülmüş
Ahlaq
Seviyesine yükselmesidir.
Nefs Hindu
Geleneği'nde olduğu gibi bizatihi
Kötü değildir. Çilecilik amaçlanmaz. Nefs öldürülmeli, ne
kışkırtılmalıdır. Batı
Gelişme ve
İlerleme'yi
Nesf'in
kışkırtılmasında götüyor.
Yarış,
Rekabet,
Sınırsız
Üretiim ve
Tüketim.
Allah'a en
Yakın
Mertebe'ye
Ala-ı
İlliyyin denir.
O'nun en
Aşağı
Mertebesi
Karanlığın
Kesafetiyle
Herşey'in
Maddileştiği,
Nur'un yerini
Karanlığa bıraktığı
Esfel-i
Safilin'dir. Aşağıdan yukarıya yükeldikçe
Nefs latifleşir,
nurlaşır, aşağı indikçede
Karanlığa gömülür,
Maddi
Tabiat'a
bürünür. Heva'nın
Kontrol'una girer. Heva
Tekaddüm ederse,
Aqıl
Teahhur eder.
Heva'ya karşı koyan
Aqlı da
Nefis gibi kendi
başına, kendinden ve kendisinde salt bir
Cevher
Şeklinde
almamak gerekir. Nasıl
Nefis,
Heva'nın
Form'una bürünebiliyorsa,
Aqıl da
Heva'nın dolaylı
Denetim'inde
Nefs'in
Hizmet'ine
girebilir. Ruh ve
Heva arasındaki
Çatışma'da
Baskın çıkanın
Gücü
Tayin eder. İnsan
İlahi olan yönelirse
Aqıl
Yararlı
Hizmetler görür,
Heva'nın
Form'una bürünen Nefs-i
Emmare'nin
emrine girerse şeytanca
Yıkıcılık yapar.
Herşey
İnsan'ın
Qalbinde
Cereyan eder. Ruh,
Aqıl,
Nefs ve
Heva arasınsdaki
İlişki'nin
Niteliğini anlamak için
bunların
Ontolojik
Cevherler'ine bakmalı.
Ruh,
Ontolojik bir
Cevher
Özelliğine sahip olsa
bile
Kökeni itibariyle
İlahi'dir.
İnsan'da İlahi
Öz'ün
kendisinde
Mündemiç bir halde
Tezahür etmesi
Meta'da bir
Nefha'nın vukubulmasıyla
Mümkün oldu. (el-Hicr 29,
el-Secde 9, Sad
72):. Gökler'in ve
Yer'in
Nur'u Allah,
Ruh'un da
Varoluş
Sebebi ve
Hayat
Kaynağı'dır. Ruh'un
Menşei gibi
Hakikati de
Nur'dur ve her
ne kadar
Ruh,
Dünya'da yaşayan ve
Dünyevi
Tabiat'ın
Zorunluluklarıyla kuşatılan
İnsan
Bedeninde ise de,
Asıl
Vatanı
Ala-ı
İlliyyin'de,
Herşey'in aslına
Rucu edip
Sukun
(istikrar) ve
Mutluluk bulduğu
İlahi
Huzur'dur. Dünya
Gurbet'inde
ve kendi
Cinsinden olmayan
Bedenle bir arada yaşamak
Durumunda olan
Ruh'un
Ebedi
Mutluluğu
Huzur-i
İlahi ise, elbette
Nefs-i bundan
Farklı olmaması gereken
İnsan'ın da
Huzuru, İlahi
Huzur'da
Hazır olmaktır.
Buralara ait olmayan
Ruh
Arayış ve
İştiyak içindedir. Ruh
Vasıtasız
Varlık bulur, bir
Emr-i
İlahi'dir.
Çoğu zaman
Yanlış
Yorumlanmasının aksine
Ruh'un
karşıtı
Nefs değil
Heva'dır. Ruh'un
Haqiqat'inin
Nur olması gibi,
Heva'nın
Haqiqat'i de
Nar'dır. Heva bilvasıta
Zahir olan
Alem-i
Tabiat'tandır ve
Esfel-i
Safilin de
Alem-i
Tabiat olup
Nar'dır.
Çünkü
Fıtri
Kesafet'iyle
Latif
Aslından
Uzağa düşmüştür.
Bu
Hiyerarşi'de
Aqıl ve
Nefs ara
Mertebeler'de
yer alır. Aqıl,
Ruh ile
Kaim olan bir
Sıfat
(Cevher) olup
Ruh'un
Veziri
Konumundadır, çünkü
Kökeni itibariyle
Ruh'tan
Sudur etti.
Onun
Fonksiyon ve
Görevi kendi
Aslının
Haqiqatine
Hizmet etmek,
İnsan'ın
Zihin ve
Bilinç
Varlığını bu
Haqiqat'e yönlendirmektir.
Ancak
Madem ki
Bütün bu
Varoluşsal
Macera
Yeryüzü'nde ve
Objeler
Dünya'sında (Mülk
Alemi) sürüp gidecektir, bu
Durumda
Ruh'un
Haqiqat'inin
Varlığa
Baskın çıkması
Oranında
Aqıl
İlk
Basamağında
Dünyevi
Tabiat'ın
İstilası altındaki
Nefs'e
Galebe
çalması ve ona doğru yönelmesi gerekir. İşte bu
Haliyle
Nefis
Önemli bir
Rol oynar;
Heva'ya yöneldiği zaman onun
Emmare
Vasfı
öne çıkar ve
İnsan'ın
Varlığını dünyevileştirir,
Dünya'ya
bağlanır ve
Dünya'nın
Zulumat
Tabakaları arasında yolunu
kaybeder
(Dalalet). İnsan'ın
Dalalet'e düşmesi,
Yolunu şaşırması,
Doğru ile
Yanlış'ı birbirine karıştırması,
Tereddüt'e düşmesi,
kendi
Varoluşsal
Haqiqatini unutması ve
nihayetinde
Sırat-ı
Mustaqim'den sapması demektir. Bu durumda
Varlıktaki
Doğru
Hiyerarşi bozulur, bazen tersine döner. Hiyerarşik
Fesad'ın en
Uç
Örmeği
Heva'yı
İlah edinmedir.(el-Furqan 43).
Heva'nın tanrılaştırılması,
Nefs'in diğer
Bütün
Ahlaki
Erdemler'ini kaybedip
Ego şeklinde kendini
mutlaklaştırması,
Varlığın
Merkezini
İşgal ve
İstila etmek
üzere
Herşeyi kendi istekleri doğrultusunda
Egemenlik altına
almaya yönelmesiyle olur. Ego'nun bu hali
Nesneleri seçen
Göz'ün
görmemesi,
Basiret'in yerini
Nasar'ın alması,
Sesler'i alan
Kulağın işitmemesi ve
Olağanüstü
Koordinasyonlar kurma
Becerisini gösteren
Aqlın
düşünmemesidir.
Bu
Durumda
Aqıl,
Nur'unu kaybettiği için
Faaliyet
Merkezini
Qalp'ten
Beyne taşır,
Nörolojik ve
Biyolojik bir
Nesne'ye dönüşür,
Herşeyi kendi
Mekanik
Mantığı içinde
Determine eder. Artık
Aqlı olmayan
Zeka
Sahibi olurlar.(el-Casiye 23).
Eşya
Dünyası'nı ve bu
Dünya'nın
Objeleri
arasındaki
İlişki'yi
Determine eden
Aqlın bu türü, artık
Yüce
Makamlar'a gönderme yapan
Ruh'un
Veziri değil,
Nefs'in aracıdır.
Artık
Makam'ı
Qalp değil,
Evren'i
İnorganik
Nesneler'in
Toplamından ibaret algılamaya
Yatkın
Beyin'dir. Arşu'r-Rahman
olan
Qalp
Taqva'nın ve
Nur'un
Yurdu, ona yabancılaşmış
Beyin ise
Zeka'nın
Yurdu'dur. Oysa
Qalbin
Türevi
Aqılla birlikte olduğunda
Zeka bir
Feraset'tir. Heva
Qalbi
İstila ettiğinde
Qalp
mühürlenir.
Hastalıklar başlar.
(el-Qıtal 20). "Düşünme, şeylerin
Haqiqatlerine nufuz etme" (et-Tevbe 87) ve bilme (et-Tevbe 93)
Yeteneği körelir.
"Qalbin
Aqlıyla aqletmek"(et-Tirmizi/Edeb)
Varlık
Dünyası'nı ve
Şeylerin
Haqiqatlerini "Aqlın
Kavrayışı ve
Hikmet'in
Nuru" (ed-Daremi/el-Fedailu-l,Qur'an) ile görmek
Ruh'un
Özgürlüğüdür. Kendi
Cevher'i olan
Ruh'un
Nur'undan yoksun kalan
Aqıl ratim'dur. Ration ise zödür değildir.
Aydınlanmacılar,
İlahi
Menşei'nden
kopardıkları
Aqlı, kendi başına ve kendinde
Özgürleştirici
Misyon'la mutlaklaştırırken,
Aqlın kendi başına ve kendinde
tamamen
Özgür ve
Bağımsız olabileceğini tasarladılar. Heva'nın
aslı olan
Nar'a
Yakınlığı ve
Yatkınlığı nisbetinde
Aqıl
Bağımlı'dır.
Farabi
İhsau'l-Ulum'da
Mantıq'ı,
Bütün
Aqlı
düzeltmeğe ve
Yanlış yapılması
Mümkün olam bütün
Mauul
Şeyler'de
İnsan'ı
Doğru yol'a ve
Hak
Tarafına yöneltmeye yarayan
Kanunlar şeklinde görür.
21/el-Enbiya 59-67 de
Mantıq
ve
Aqıl bakımından
Doğruluğun
Bilgisi'ne ulaşan ve üstelik bu
Doğruluk
Enfüsleri
tarafından da
Teyid gören
Qavim, bir anda ve bütün bunlara
rağmen
Eski
Haller'ine dönerler.
Nefs'in
Emmare
Vasfı
Varlığı
İstila ettiği için
Aqıl
Bağımlı'dır.
Max Horkheimer farkında olmaksızın bu
olaya
Aqıl
Tutulması
der. O
Pragmatizmi ve
Pozitivizmi
eleştirirken, Batı
Kültürü'nde
Aql'ın nasıl önce
Hurafe ve
Mitos'a karşı
Mücadele verdiğini, ardından kendisinin de bir
Hurafe'ye dönüştüğünü anlatır. Aydınlanma'nın
Mitos içindeki
Kökenleri ve giderek
Yeni bir
Mitoloji'ye dönüşmesiyle
İnsan'ın
Tabiat üzerindeki
Tahripkar
Faaliyetleri ve bunun
Aqıl adına
Aqıldışı bir
Niteliğe bürünmesi yaşadığımız
Trajedi'dir. E.F.
Schumacher, Aklı karışıklar için Klavuzda
Zihni
Müşevveş
Halini anlatır.
Doğru olan
Çifte
Gerçeklik yerine biri
diğerinde
İçkin, diğerini örten iki
Varlık
Düzeyi'nin
Varlığıdır. Ruh'un
Ontolojik
Kökeni
Nur,
Heva'nınki ise
Nar'dır.
Nur va Nar bu iki
Tabiat'ın
Hakikati'dir.
İkiside
Bağımsız değil,
Allah tarafından yaratılmıştır.
Ruh bilavasıta Allah'tandır. Emir
Alemi,
Kün
Emriyle ve
Sebebsiz olarak,
Halk
Alemi ise
Sebebler'le
yaratılan
Alem'dir. Nur
Letafet'in,
Nar
Kesafet'tin
Durağıdır.
Ruh
Aydınlık,
Heva
Karanlık'tır. İki ayrı
Çekim
Alanına
Çağrılırız.
Gaflet=Bilinç
Kayması
Durumunda
Heva,
Boş,
Yararsız ve
Yıkıcı bir
Davetci olduğunun
Bilincinde değildir. Karanlık
Aydınlık'tan hoşlanmaz.
İnsan
Mülk'ü üzerinde iki
Güç
Çatışma
Alanı'ndadır. Emmare
Nefs'te,
Aqıl'da
Heva'nın
Esiridir. Eğer
Aqıl,
Nefs
Aracılığıyla
Heva'nın
Denetim'i altına girmişse
Basit bir
Zeka
Seviye'sine iner,
Nesneler ve
Olaylar arasındaki
İlişkileri düzenleyen sıradan bir
Koordinatör olur.
Emmare
Nefs ona tam
Bağımsız olduğunu
Telkin eder. Bu
Durumu
Hoş
gösterir. Modern Psikoloji,
Nefs-i
Emmare
Mertebesindeki
Muharrih
Güç Ben'in yeterince farkında değil.
Kant şöyle der: "Bütün
Bilgiler'imizin
Deney ile başladığı
Konusunda hiç
Kuşku yok.. Bütün
Bilgiler'imizin
Deney ile başlaması,
Bilgi'nin
Bütün
Unsurlar'ının hepten
Deney'den çıkmış olduğunu göstermez.. İmdi,
Deney'den ve hatta
Bütün
Duyu
İzlenimler'inden
Bağımsız, ayrı
böyle bir
Bilgi var mı? "
Cebap
a priori'dir. Deney'den
gelen
Bilgiler değildir. Bu
Katıksız
Saf
Bilgi'dir.
Salt
Aql'ın
Bilgisi dediği budur. Aqıl,
Duyu
Dünyası'nın üstüne çıkan
bu tür bilgiler'i,
Deney'in ne gösterebileceği ne de doğrulayabileceği
bir yerde araştırmaya koyuluyor ve bu
Araştırmalar'ı bir
Anlama
Yetisi'nin
Fenomenler
Alanı'nda
Bütün öğrenebileceklerinden
önemce çok daha
Üstün, amaçca daha
Yüksek sayar.
Onun
Metafizik
Kuramı
Deney'den
Bağımsız bu
Salt
Aqıl'dan öteye geçmez. "Çünkü,
Metafizik,
Katıksız
Aqıl ile
edindiğimiz
Herşey'in sistemli bir biçimde düzenlenmiş bir
Envanterinden başka bir
Şey değildir."
Kant,
Descartes
ile Aydınlanmanın
Ruh'unu
Teşkil
eden bir Konu'da
Anlaşma içindedir. Deney
Dünyası'ndan
Bağımssız
Aqlın
Sahip olduğu
Zorunlu
Bilgiler vardır.
Tanrı bunların
başında gelir. A priori'dir. Bu
Bilgi'nin Tanrı tarafından
yerleştirildiği varsayılabilir, ne var ki bu
Bilgi'ye ulaşan
yine de Bağımsız bir
Cevher olan
Aqıl'dır. Öyleyse Tanrı'nın
Bilgisi
İnsan
Zihni'nin
Sürecine bağlı'dır,
Sebeb
Sonuç'la
Sınırlı'dır. Bundan şu çıkar:
1. Zihin,
Ruh
ve
Aqıl
aynı şeyler'dir,
bu aynı
Şey
olan
Şeyler
Beden'den
ve
Fizik
Dünya'dan
ayrı'dır
(Dualizm).
2.
Zorunlu
Bilgi olan Tanrı'nın
Bilgisi'ne ulaşan
İnsan
Aqlı
Fizik
Dünya'nın bilgisine
de
Sahip olabilir.
Duyumlanabilir
Dünya'nın
Deney
Sonucunda elde ettiği
Bilgisini
Zihin'de yeniden işleyebilir. Bu,
;nsan'ı
Tabiat üzerinde
Efendi
ve
Hükümran kılar.
3. Tanrı'nın Kilise
Aracılığı ve
Diliyle bir
Kitab'ı varsa,
Matematiğin
Diliyle yazılan bir başka
Kitab'ı da
var, bu da
Tabiat, yani
Fizik
Dünya'dır. İncil
Kilise'ye,
Metafizik
Din'e
Matematik bize yani
Fizik,
Aqıl ve
Bilim'e ait
olsun.
Meşşailer ise
İnsan
Aqlı'nın
Burhan
Yolu'yla
Faal-Aql'a ulaşacileceğini söylerken, Allah'ın
Muradı'nın ne
olduğunu ve bu
Murad'ı
Tebliğ eden
Peygamberler'in
Yol
Gösterici
olduklarını
Kabul ediyorlardı. Aydınlanmacılar, Tanrı
Kavramı'nı ve
Matefiziğin
kendisini
Aqla indirgerken,
İnsan
için
Yol gösterici bir
Vahye gerek olmadığını ve
İnsan'ın
İncil
Yardımı olmaksızın da
Tabiat'ı okuyabileceğini savundular.
Kant'ın
Fenomenler
Dünyası'ndan,
Deney'den bağımsızlaştırdığı
ve Metafiziği kendisine indirgediği
Aqla yüklediği
Rol,
Aydınlanma'nın da
Parametreleridir. Ona göre,
Tabiatcılar,
Aqlın, yalnızca kendi
Planlar'ına,
Taslaklar'ına göre ortaya
koyduğu Şeyi kavramak ve
Aqlın kendi
Yargılar'ının
İlkeleriyle
Değişmez
Yasalar
Doğrultusunda ilerlemesi ve
Sorunlarına
Cevap
araması için kendisini
Doğa'nın
Ellerine bırakmaktansa
Doğa'yı
zorlamaları gerektiğini anlamalıdır. Aqıl,
Öğretmen'inin istediği
Herşeyi söyleyebilen bir
Öğrenci
Durumunda değil, tersine
kendilerine yönelttiği
Sorular'ı
cevaplamaya
Şahitleri zorlayan
bir Yargıç
Durumundadır. Böylece
Fizik ve
Düşünce
Biçimindeki o
Yararlı
Devrimi yalnızca
Şu
Buluşa
Borçlu'dur: Aqıl kendisini
Doğa'ya yerleştirir, böylece aradığını
Doğa'da bulur. Bu nedenle
bir kez daha
Objeler'in
Bilgiler'imize uyması
Kabuluyle
Metafizik
Güçlükler'de daha
İyi ilerleyip ilerlemediğimiz
sınanıp denenebilir.. Bu
Nesneler bize verilmeden önce onlar
üstüne bir Şeyler
Tespit etmesi gereken a priori bir
Bilgi'nin
arzulanan ihtimaline daha
Uygun düşer.
İbnu
Qayyım Nefs-i
Emmare'nin
Aqlı
ve
Qalbi
aldatığını, en
Değerli
ve
Güzel
Şeyler'i
Aqla
Kötü
ve
Değersiz
gösterdiğini söyler.
İlahi
Denge
Mizan'la ayakta durur,
Adalet
Herşey'in yerli yerine oturtulup kendi
Haqiqatine göre
konumlandırılmasıdır.
Hegel,
İsa
Metaforu'ndan
Hareketle
Tanrı'yı
Aqıl
Form'una soktu. İlk
Aqlı, daha
Aşkın ve
Üstün bir
Kaynak'tan
Neşet etmediği için
Tarih'teki
Gelişim'e dahil edildi
ve kendinde yaptığı bu
Gelişim
Tarihsel
İlerleme
Form'una
dönüştü. Bu
da
Modern
Ulus
Devlet olarak karşımıza çıktı.
Ondan da
Modern
Trajedi'yi
Sahne'ye koyan
Faşizm,
Komunizm,
Liberalizm türedi.
Kant'ın
Metafiziği, yani
Din,
Sanat ve
Felsefe'yi kendisine indirgediği
Aqıl ise
Ontolojik
Cevher'i
Tabiat olan a priori
Bilgiler'in
Kaynağıdır. Onunla aynı
Köken'i
paylaşan
Tabiat
İnsan'a bir
Taslak vermediği için,
İnsan
Planı'nıda kendisi çizecektir. Hiçbir
Şey
kendinde kendini aşamayacağına göre bu
Tasarım'la
Tabiat
aşılamaz. Ancak
Uzay'da
İlerleme'ye
Dönük
Yatay
Hareket
eder. Aşma
Dikey
bir
Eylem'dir.
Aşılan
İçkin
olanın kendi
Üst-İlkesine
doğru yönelmiş hareket'tir.
Aqıl
Qalb'in
Nur'u
olduğundan
Tabiat'ı
hem aydınlatır hem de aşar. Ama
Tabiat'la
aynı
Cevher
ve
Maya'dan
olduğu farzedilirse, bu durumda
Tabiat'ta
hapsolur ve bunun
Sosyo-politik
Yansıması
bir
Kapalı
Sistem
İdeolojisi
olur. Tabiat'tan
olan
Tabiat'la
çatışır. Birleştirici ve
Bütüncül
bir
Bilgi'ye
de
ulaşılamaz.
Aql'ın
Nefs'in
Denetim'inde sağlanan
Geniş
Yayılım'ından
Tekasür doğar,
Vahdet kaybolur.
Varlığın
Kamil
Meyvesi
İnsan ne
Hava'da
Asılı
bir
Geist, ne Darwinist
Gelişme
Teorisi, ne herhangi bir
Psişik
Yetenek, ne sınırlandırılması
Güç bir
Kültür ne de
Antropoloji tarafından uydurulmuş bir
Kavram'dır. İnsan'ın
Varlık bütünü parçalanmaktadır.
Futuhat'tan
Alıntılar: "
"..İnsan,
Alem'in
Euhu'dur. Alem ise,
Cesed'dir.
Bunun
Toplam'ıyla
Bütün
Alem meydana gelir ki o da, Büyük
İnsan=Makro
Kozmos'tur...
İnsan olmaksızın
Alem'e baktığın
Zaman, onu
Ruhsuz,
Dümdüz bir
Cisim olarak bulursun. Alem'in
Mükemmelliği,
İnsan iledir. Tıpkı
Cesed'in
Mükemmelliğinin
Ruh ile olması
gibi. Şu halde (İnsan) bu
Alem'de
Maksud'dur..."
"... Alem, bizim
İndimizde Büyük Mushaf'dır. Şu
halde
Alem, neşredilmiş
Vucud
Kağıdı üzerine resmedilmiş
Yazılı
Harfler'dir. Bu
Yazı (Kainat),
Sonsuz olarak
Ebediyen (yazılmakta)
devam edecektir.."
".. İnsan,
Toplayıcı(=
el-Kelime el-Camia) dır
ve
Alem'in
Nüsha'sıdır. Alem'deki
Herşey ondan bir
Parça'dır,
fakat
İnsan, onlardan bir
Parça değildir..."
"...İnsan'dan bir
Küçük
Alem'dir,
Alem ise bir
Büyük
İnsan'dır... Bundan sonra
Alem içinde,
Felekler,
Unsurlar
ve
Müvelled
Şeyler (nev'in)den
Şekiller'in
Suretleri açıldı.
Ve
İnsan,
Alem'de en son
Mevlud oldu. Allah onu,
Alem'in
Nütün
Haqiqatlerini(kendinde) toplayan (bir
Varlık) olarak yarattı.
Ve onu
Halife kıldı..."
".. Küçük
İnsan, ki Büyük
Alem'den bir
Muhtasar'dır..
İnsan'ın
Cirmi,
Alem'in
Cirminden
Küçük olsa da
o, Büyük Alem'in
Bütün
Haqiqatler'ini toplamaktadır. Bu
sebebledir ki
Akıllı
Kişiler, bu
Alem'e, Büyük
İnsan derler..."
"..
Şu halde Alem, İnsan ile Kemal'e erer, fakat İnsan Alem ile
Kemal'e ermiş değildir.."
Aydınlanma Varlığın bu İlahi, Aşk'ın Vizyonunu yıktı. Varlığın
Bütün Mertebeleri'nden, İlahi Öz, Batın söküldü. Kutsal'dan
Soyutlanmış bu Salt Profan Dünya'da İnsan Nefsinin Sebun'u
olarak Dünya'yı Tabiat'a hapsedildi. Nefs'in Kontrolune giren
Aqıl Çeşitli Kavramsal Modeller geliştirerek Nefs'in İstek ve
Arzularına Uygun Sistemler üretti. Dünyevi olan Mutlak olarak
Kötü değildir. İlahi olana bizi Objeler'in Dünyası, bu Dünya'nın
Şifre ve Ayetleri ulaştırır.
Her
Zaman
Tecelli'ye
Mazhar olan
Dünya
Fani'dir.
Gaflet
Durumunda bize bakan
Yüzleri ve
Görünüşler'iyle
Haqiqatlerini kaybeder. Sekülerleşmede
İzafi olan
Mutlak
olanın yerini alır.
Bu gerçekte değil,
Zihnin kendi
İç
Ortamında geliştirdiği
Tasarlanmış
Fenomenler'le oluşan bir
Zehab'tır. Vehim'dir. Zihnin
Küfr'ü, örtülmesidir.
Bilimsel
yöntem'le üretilen
Bilgi islamileştirilenez,
kimilerine göre.
Kendi
Hayat
Kaynağı'ndan koparılmış
Herşey,
kendi
İzafiliğinde mutlaklaştırılabilir. Geriye
Salt
Maddi
Nesneler
Yığını kalır. Sufilet
Madde'yi
Karanlığın
Kesafeti
olarak görürler. Kesafet'in en
Uç
Noktasında
Heva vardır.
Her mutlaklaştırılmış ve
Yarışa sokulmuş
Ontolojik
Unsur, kendi dışında kalan ve artık kendisi için
başkaları olan
Unsurlar'a karşı iki
Tutum içine girer: Ben
olmayan
Öteki'dir.
Dünyevi
Tabiat'ın
Haqiqatı hükmetme
Tutkusudur, bunun için varolmak ve
Varlığını sürdürmek için
Ötekileri
Egemenliği altına almak ister. Etnik ve
Dini
Arındırma başlar. Irk
Ayrımcılığı,
Yabancı
Düşmanlığı.. Etnik,
Cinsel
Kimlik yerine
İnsan
Kimliği konsa
da bu böyle. İnsan
olmak,
Cemadat,
Nebadat ve
Hayvanat
Mertebeleri'ne
Nisbetledir.
İnsan olmak,
Eşref-i
Mahluqat olmanın
Bilinç
Hali'dir. Bu
Aşkın,
Batın bir
Bilinç'tir.
Ama
İnsan
Kutsal
Referanslar taşımıyorsa ne
olur? Beyaz'la
Siyah,
Zengin'le
Yoksul,
Gelişmiş,
Az gelişmiş,
Uzman
Vasıfsız
Çatışması başlar. Hümaniter
Kimlik böylece
Sorunu çözemez olur. Şehvet,
İhtiras ve
Tutku birer
Ateş'tir.
Ateş'in
Yakıcılığı gibi
Bünye'yi sarar ve
İnsan
Eylemler'ini
yönlendirir. Bu
Ego'nun kendini en
Yalın, en
Çıplak ve
Dolayımsız halde
Dışa vurmasıdır.
Tam bu
Vetire'de
Aqıl devreye girer. Artık
Aqıl,
Nefs'in
Denetimler'inde
Heva'nın
Dışavurumlarını
Makul
Formlar'a
sokmakla
Görevli'dir.
Aqlileştirmede bulunur,
Rasyonel
Modeller
geliştirir.
Şehvet,
Hırs ve
Tutku'nun
Aqıl ile bir araya
gelip Ego'yu
Bütün
Etkinlikler'in
Merkezine yerleştirmesi
Durumu
ortaya çıkar. Nefs'in
Taleplerini
Realize eden
Aqlın bu
Ego'daki
Gücü
Hayat'ı
Tahrip eder,
Bütün
Tabi
Dengeler'i
Sarsıntı'ya
uğratır. Böylece
Adalet'in yerini
Zulum alır. Bu Zulumat'la aynı
Kökten'dir.
İnsan
bir
Hadi'ye
Muhtaç'tır. Bu
Hadi
Aqla
da
Yol gösterir. Aqıl ve
Nefs bir
Elçi'nin,
Çağrıcı'nın
Davet'ine
Cevap verir.
Nefs-i
Emmare
Şeytan'ın
Elçisi'dir.
Nefs-i
Emmare'nin
Formlar'ına bürünmüş
Heva'nın
Ontolojik
Cevheri ile Şeytan'ınki aynıdır,
Nar'dır.
Şeytan ve Nefs
Talepler'ini
Ateş
Kuvvet'inde dışa vurur. İnsan
bu sülenen taleblerin(
6/el-Enam 43,137,
8/el-Enfal 63,
27/en-Neml 24) bilirse,
Bilincini
Kaymalar'dan koruyabilir. Heva
ve
Nefs'in
Tasallut'undan kendini kurtarırsa
Aqlı
Ruh'un
Vezir'i haline gelir.
Ben'in Benlik Engelini aşar, levmeder, Kemal'e
erer. Dünyevi Tabiat yokedilmeden Kutsal hiyerarşi'deki yerini
alır.
Rasul olmadan İnsan Doğruyol'u bulamaz, diye düşünürler. Ordan
gelen Şeriat olmadan da Heva ve Şeytan'a karşı kendini
koruyamayacağını. Bu Şeriat ile ilahi Tabiat'ımızın Kökeni olan
Ruh aynı Kaynak'tandır. Her ikisi de Emri İlahi'dir. Varlık Alemi
olan Kainat Kün emriyle varoldu, Ruh Allah'ın Emr'indendir ve
Münzel Şeriat Allah'ın Emridir. Biz de Mündemic İlahi Öz'ün bir
yansıması olan Ruh bir İlahi Nefha'dır, Varlık Alemi de
Nefes-i
Rahman'dır. O halde Varoluş'un her Düzeyi birer Emr-i İlahi'dir.
Varlığını bu Bütüncül Algı Düzeni içinde İnsan'ın Öz Varlığı
Mutmainiyet'e ulaşır.
Her
bir Tabii Fenomen, "Gökler'in ve Yer'in Yaratılmış olması
Hak'tır( 16/en-Nahl 3), Haqiqat'e birer Gönderme'dir.
Seküler Bakış Açıları'nın yönlendirdiği Dünya, Vehimler'le
örülmüştür. İbnu Sina "Var olmayan Şeyler'den sözetmemiz
mümkündür, çünkü biz Şeyler'e bir Çeşit Zihin'de Varlık
yükleyerek yaparız" demişti. Var olmayan Şeyler Zihne
yükleniyor.
Bu
tamamıyla buraya ait, Geçici, Bağlı, Sonlu ve İzafi
Fenomenler'in kendi Varoluş Anlamlarından koparılarak Zihin'de
mutlaklaştırılması B. Anderson'a
göre "Hayali Cemaatler", E. Gellner'egöre Ulusçuluk Aracılığıyla Vehm'e
kapılmış Topluluklar'ın kendi kendilerine tapınmaları şeklinde
ortaya çıkar.