Uyarlanmış Yazılar

AYDINLANMA

Tasarlanmış Fenomenler Dünyası

 

 

Kendi başlarına Hakikatleri olmayan ve daha Üst ve Birleştirici bir Referansı kabul edemez formlara dahil edilmiş Gerçeklikler'dir. Ontolojik Cevherler gibi. 53/en-Necm 23 'Kuru bir İsimlendirme'den söz eder.

Zihin, Tasarımlar için bir Rahim'dir. Kendisine bırakılanı besler, büyütür. Kendinden kattığı Şey ile Nutfedin Emsac oluşur. (75/el-İnsan 2). Emir Alemi'nden Ruh'un ve Cenin'e Kün emri ile gelmesi gerekir. Kün emri ile Kainat (Büyük Alem) oluştu (16/en-Nahl 40). Ruh'un aldığı Emr ile İnsan (Küçük Alem) oluşur.

Antik Grek'dan Hristiyanlığa, Descartes'ten Scheler'e kadar Batı'da İnsan tanımında Dualist bir Tasarım vardır. İnsan, ya iki ayrı Substan'dır veya Ruh ile Beden'le de ilgisi olmadan varolan Geist ve Psikovital'dir. Kant ise, İnsan'ı kaçınılmaz olarak bölen ve parçalayan bu Görüş'ü Bilgi bakımından başvurulan bir Ayırım Tasarım'ıyla değiştirmek istedi. Ama bu Görüş de Dualist Ayrım'dan kurtulamadı.

Aydınlanmacılar'ın Yanılgısı, Aql'ı Zihnin kendisi gibi telakki ettiler. Ruh ve Nefs'i, Zihne (mind) indirgediler ve Aql'ı İnsan'ı kendisine mecbur kılacak düzeyde Bağımsız Kanunlar'a sahip olduğunu düşündüler. Kant'ın tanımında İnsan bir yanı ile Doğal bir Varlık, diğer yanı ile Aqıl Varlığı'dır. Doğal Varlık yönüyle İnsan Zaman-Mekan içindeki diğer bütün Şeyler gibi Tabiat Yasaları'na bağlıdır. A priori İlkeleri Bilme Yetisine Sahip olan Aqıl Yasaları'na bağlı olmak demek İnsan olmak, Özgür ve Otonom olmak, kendi kendine Yasa ve Kural koymak demektir. Birinci yönüyle İnsan Özgür değil, Heterenom ve Tabiat Yasaları'na bağlı ve Bağımlı'dır. İkinci yön ise İnsan ile Hayvan arasındaki Varlık farkına işaret eder.[1]

Kant'a göre Tabiat İnsan'dan herşeyi yapmada Özgür kıldı. Mutlu ve Mutsuz olmak elindedir. Hayvanlar ve diğer Varlıklar için "Yabancı bir Aqıl" Herşeyi düşünmüş ve onları bu Düşünme Planı içinde davranmaya Mecbur kılmışken, bir İmkanlar Varlığı olan İnsan için düşünen ve plan kuran Yabancı bir başka Aqıl yok, bu Aqıl İnsan'ın kendi Aqlıdır, İnsan'da İnstinkt yoktur. İnsan kendi Davranışlarının Planını kendisi yapacaktır. Bir İmkanlar Varlığı olan İnsan'ın çok Yönlü Yetenekleri Ham olduğuna göre bunların açığa vurulması, işlenmesi ve Aqlın geliştirildiği Plan dahilinde amaca varılabilmesi için Bakım, Eğitim, Amacın idesinin araştırılması, öğrenmek, Başarıların Gelecek Nesillere aktarılması, çalışmak ve sonunda Devlet kurmak gibi Zorunlu Eylemler'e ihtiyaç var.[2]

Aqlın İnsan'ı özgürleştireceğini söyler. Aqıl bu İşlevsel Rolünü kendine özgü Kurallar'ına riayet edildiği sürece gerçekleştirir. Ona göre Aqıl, Aydınlanma'nın kendisine sunduğu İmkanlar Dünyası'nda İnsan'ın kendi Suç'u ile düşmüş olduğu bir Ergin olmama durumundan kurtulmasıdır.

Kendi adına ve kendi başına varolan, Kurallar'ını Evrensel Gerçeklikler Düzeyinde bize yansıtan Otonom bir Aqıl'dan söz edebilir miyiz? İnsan Tabiat yönümü ancak Aqılla aşar onlara göre.

Oysa Zihin Boş bir Rahim değildir. Aqıl Zihin'de kendisi için uygun görülmüş Yasa ve Kurallar'a göre iş görür. Aydınlanma'nın Aqlın Otonom olduğu iddiası Tartışma götürür.

Kant Aqlı, Deneysel Bilgisinden farklı Mahiyette ayrı ve tümüyle kendime  özgü Bilgileri'yle ayırır. A priori Bilgiler'e sahip Aqlı, Maddi Dünya'nın Objelerini yorumlayarak daha üst bir Bilgi'ye ulaşmıyor, aksine kendini Tabiat'a taşıyıp onu denetlemek istiyor. Oysa Eceli Müsemma yaşayacağız, Arz'ın Sahibi biz değiliz. Ev Sahibi'ne karşı Sorumlu'yuz.

Bu Skolastik Düşünce'ye bir tepki'dir. Tanrı Merkezli Varlık Tasavvuru yerine İnsan Aqlı Merkeze yerleşiyordu. Kutsal Hiyerarşi yıkıldı, Mekanik Fiziği okuyan İnsan Aqlı dirildi. Görgül Dünya'ya Egemen Mekanikçi Bakış açısını benimsedi. Aşkın=Müteal Özne'nin bir Bileşimi şeklinde tanımladığı Bu Dünya'nın Mantık, Matematik ve Doğa Bilimleri'nin Yasalarıyla yönetilebileceğini söyledi.

Böylece iki Dünya çıktı ortaya. Biri Fenomenal Dünya olup Mekanik Yasalar'a Bağlı'ydı. Numen veya Aqıl'la bilinemeyen Dünya.

Kant'ın a priori bilgiler'in Kaynağı Aqıl dediği şey, İnsan'ın Dünya'ya açılma İmkanıydı. Hegel'de aynı Anahtar Terim'e yaslandı ama onda Sufi/Meşşai Çağrışım'la bu Fizik Dünya'ya Açılım'ı Tarih'in Ereği olarak savundu. Diyalektik Biçim'de gelişen bir Süreç olarak Hegel Felsefesi'nde yer alan Varlık, bir İlke'nin, bir İlk-temel'in kendisini açması, belli bir Ereğe doğru gelişmesidir. Sanki Gizli Hazine bilinmek istiyor. İlk-Temel veya İlkesi Sufiler'in Hadis'deki Ben'ine benziyor. Bütün Varolanlar'ın, Bütün Varlık Çeşitlerinin arkasında ve temelinde bulunan bu İlke'ye İde, Aqıl, Cevher, Geist der. Evren olarak gelişen bu İde'nin Ereği, sonunda kendi kendisini bulması, kendisinin Bilinç ve Özgürlüğüne erişmesidir.

İde=Tin kendi içindedir, kendi kendine'dir. Bir İmkanlar Alanı olan İde, henüz kendini gerçekleştirememiştir. Kendine Gerçeklik kazandırmak için bilinmek ister. Bu araçla Tin ilkin kendini Tabiat'ta gerçekleştirir, bu Evren'de artık kendi kendinde değil, kendinden başka bir Şey olmuş, Özüne aykırı düşmüş, kendine yabancılaşmış, kendi Özü ile Çelişik bir Durum'a girmiştir. Bu Çelişki, İde'nin gelişmesindeki üçüncü Basamak olan Tin'in Dünyası'nda ortadan kalkar, bu Dünya Kültürü'nün Aynasıdır. Bununla İde yeniden kendini bulur, ama bu Sefer Bilincine, Özgürlüğüne kavuşmuş olarak. Nedeni şu: İde'nin Tabiat'taki Kanunu Zorunluluk idi. Kültür Dünyası'nın Kanunu ise Özgürlük'tür. İdeal Objeler'in Dünyası kendinde ve kendisi içindir. Her Kavram bir Kavram olarak kendi kendindedir, kendisiyle Özdeş'tir, yani Varlık Varlık'tır, Sayı Sayı'dır,  başka bir şey değildir, bunların Varoluşları kendileri dolayısıyladır. Başka bir Şey yüzünden değildir.

Tabiat Alanı'nda ise Birey'in Varlığı başka birşey yüzündendir. Onun için Tabiat İde'nin Özdeşliğini yitirdiği, Mesneler'in çokluğa bölündüğü ve başkalaşıp kendisine yabancılaştığı Alan'dır. Kısaca Tabiat, Oluş Dünyası'dır. Meşşailer'in Ay-altı dedikleri Kevn/Fesat Dünyası. Kendinden değil de bir başkası yüzünden var olmak bütün Tabiat Objeleri'nin Özelliğidir. İdeal Objeler birbirlerine içten bir Bağ, bir Mantık Bağı ile bağlı iken, Tabiat'taki Nesneler dıştan bir Bağ ile, bir Zaman bakımından Önce ve sonra Oluş ile, yani bir Neden-Etki Bağı ile birbirine bağlı'dırlar. Tabiat Aql'ın bir gerçekleşmesidir; onun için Tabiat'ın İlkel Basamaklarında bile bir Aqıl saklı'dır. Yalnız burda İde Bilinçsiz'dir, Özgürlük'ten Yoksun'dur, Mesneler'in çokluğu içinde dağılıp bağlanmıştır.

Tinsel Dünya ancak Kültür Tarihi'nde, yani Devlet'te gelişip ilerleyen Geist'e yükseldiğinde tam anlamıyla kendisi için kendinde olan bir Dünya olur. Bu şu demektir: İde Tinsel Alan'daki gelişmesinde tek İnsan'da değil de Birey-üstü Oluşumlar'da sözgelimi Devlet, Sanat, Din ve Felsefe'de asıl kendini bulur, asıl burada Bilinç ve Özgürlüğüne erişir.

Hegel Felsefesi'nde Tarih ve Devlet diğer Anahtar Terimler'dir. Ona göre Tarih, Özgürlük Bilinci'ne doğru Sürekli bir İlerleme'dir. Diyalektik bir Niteliği olan ve bazı Uğraklar'dan geçen bu Gelişme'de her Dönem'in Temsilcisi bir "Tarihi Ulus"tur. Her Tarihi Ulus'un İde'nin Genel Planında yüklendiği bir Misyon vardır. Ödevini yerine getiren Ulus, Tarih Sahnesi'nden çekilir. Yerini İde'nin  bundan sonraki Amacını gerçekleştirecek olan başka bir Tarihi Ulus'a bırakır. Bu Uğraklar'ın birine tekabül eden Devlet'te Birey'in İradesi ile Genel Uyum içine girer; çünkü Devlet doğrudan Genel İrade'nin Gerçekliğidir, bu İrade'nin Somut bir Varlık kazanmasıdır. Devlet tek tek İradeler'in bir Toplamı değil, Aqıllı Canlı bir tüm (totaliter) dir. Objektifin Basamağında devlet, Aqlın kendi Özüne en uygun kendini gerçekleştirdiği bir Form'dur, bir Kalıp'tır. Bundan dolayı Devlet, kendiliğinden Aqla uygun olan Varlık'tır. Hegel Devlet Memurluğu'nu Yüksek bir Hayat Formu diye anladı, Tanrısal Cevher'e en yakın olanlar arasında ele aldı.

'Bu Kavramsal Çerçeve'de Hegel'in İde veya Tin dediği şeyin Sufi ve Meşşailer'n Aql-ı Evvel dedikleri şeye Karşılık görebiliriz' der Bulaç. İlk Aqıl'da Haqiqat'ın Yurdu olarak Ceberut Alemi'nde bütün Potansiyalleri ifade eder. Şu var ki Sufi Anlatım'da İlk Aqıl, Aql'ın Yurdu olan Melekut Alemi üzerinden His Yurdu olan Mülk Alemi'nde Tezahür ederken, Hegel'de doğrudan kendini bilmesi ve tanıması için Tabiat'ta gerçekleşir. Tabiat'ı Mülk Alemi'ne Karşılık görebiliriz. "Bu" Alem'e düşen şeyin Yabancılaşma'ya uğraması Hegel'de ve Tasavvuf'ta ortak bir Konu'dur; Sufiler bu olaya Gurbet Adını verirler. Hegel'in İdesinin bu Dünya'da Kanunları Zorunluluk ve Özgürlük olan iki Dünya'da görünmesi Tasavvuf'ta iki Alan Tasavvuru dışında İlahi olan'ın Yansıması olan Öz'ün Dünyevi Tabiatı aşması Sorunu olarak tanımlandı. Bu anlamda Hegel'in Oluş durumunda dediği Tabiat, Felsefe ve Tasavuf'ta Kevn ve Fesat'a tam bir karşılıktır. Şu var ki Hegel Tabiat'ı Aqlın bir gerçekleşmesi olarak görür ve Tinsel Dünya'nın ancak Kültür Tarihi'nde, dolayısıyla belli Uğraklar'dan birini teşkil eden Devlet'te gelişip ilerleyen Geist'a yükseldiğinde tam anlamıyla kendisi olabileceğini söyler.

 

Descartes, Kant ve Hegel Aqlı Referans alırlar. Descartes'in Şüphe eden ve düşünen Cogitto'su, Kant'ın  İnsan'ı Dünyaya açan İmkanı ve Hegel'in Tarih içinde belli bir Ereğe doğru yönelen ve gelişen İlk Temel İlkesi son tahlilde Kurtarıcı Aqlın Misyonlarıdır. Bu da Hristiyanlığa Uzak değildir. Hegel''de oldukça Muğlak bir Duruma dönüşmüş konumunun bu Bağlamında İsa ile Aqıl arasında biri diğeriyle yer değiştirmesi İmkansız olmayan Rol benzerliğine gidildiği söylenebilir.

İsa'nın Ontolojik Tabiatı ve bu Tabiat'ının Zorunlu Misyonu ile Aqlın Ontolojik Tabiatı ve ona yüklenen Fonksiyonlar arasında yakın bir İlişki vardır. İbn Arabi ve en-Nesefi'nin Aqıl tanımlarına bakıldığında, Hegel'in onları Kopya ettiğini düşünür Bulaç.[3]Yine de aralarında Derin Ayrılıklar bulur. Vahdet-i Vucutcular Aqıl ile Aqlı yaratan Allah arasında Mahiyet Ayrılığını kabul ederler. Varlık Alemi'nin kendisinde Tezahür eden Herşey İsim ve Sıfatlar'dan Farklı ve  Sonsuz Tecellileri iken, bu Tecelliler ile onların Arkatipleri=Ayan-ı Sabite olan İsim ve Sıfatlar aynı Şeyler değildir. İbn Arabi'nin Sarahatle belirttiği gibi, Vucud bir'dir ve hiçbir Şey onun Vucud'u haricinde Müstakil bir Varlığa Sahip değildir. Çünkü Allah'ın Zatının Alemler'den Müstağni olan Sıfat ve İsimler'in Tecellisi Varlığı oluşturdu.[4] Bu, Allah ile Varlıklar Alemi arasında Kesin Mahiyet farkına İşaret eder. Bu durumda Varlık bütün Mertebeler'iyle Ontolojik bir Cevher'dir. Haqiqat'ın Tecelli ettiği Ceberut, Aqlın Tecelli ettiği Melekut ve Hiss'in Tecelli ettiği Mülk Alemi de birer Ontolojik Temel'de Varlık bulurlar. Yaratılış'ın İlk Halkası olan Aqlu'l-Evvel ve onunla birleştiğinde Çevrimini tamamlayan Bireysel İnsan Aqlı da bu Ontolojik Cevher Özelliğinden Bağımsız değildirler. Allah ise, Varlığın Özü, Mayası veya Cevher'i olan Ontolojik bir Köken'e dayanmaz. Ve fakat elbette İsim ve Sıfatlar Bağlamında Ontolojik olan ile her türlü Ontoloji'den Münezzeh ve Yüce Zat arasında bir Bağ vardır, bu ister İsim ve Sıfatlar'ın Zat'ın tanınması, bilinmesi için Varlıkta Tezahür etmeleri, Feyz ve Sudur'a geçmeleri şeklinde kabul edilsin - ki Meşşailer ve Sufiler buna kaildiler-, ister Kelamcılar'ın ve Selefiler'in düşündüğü gibi Yaratılış'la başlasın, her iki Durum'da da Varlık ve Zat ayrı ayrı'dırlar. Aqıl da İlk ve Son Çözümleme'de Ontolojik bir Cevher'dir, Varlıkta İçkin'dir ve Varlık'la birlikte vardır.

İbn Arabi, Ontolojik Cevher Vasfı dolayısıyla İlk Aql-ı da yaratılmış Şey Kabul eder. Esasında bu İlk yaratılan şey' mutlaka Aqıl İsmini vermek de gerekmez. Sufiler Aqıl'da Israrlı olmadıkları için ".. yahut senin vereceğin başka bir İsim'dir" der Futuhat'ta.

Bu Aqıl, Aydınlama'daki gibi Kurtarıcı değildir. Fakat Yaratılış ile süren Varoluş'un Ruh'undaki Amacın gerçekleşimidir, ancak gerçekleşen Amaç aynı zamanda Kurtuluş'tur. Bu kuşkusuz İnsan-ı Kamil'de Amacına ulaşır, ancak Doruğunda Peygamber'in Nur'unda Tezahür eder. "İlk Aqıl, bizim indimizde Muhammedi Hakikat'tir" der İbn Arabi Futuhat'ta. Şu var ki İbn Arabi onun yiyip içen Beşer oluşunu inkar etmez. Uluhiyet'te Payı yoktur. Onun Nurunu izleyen kurtulur.

Hristiyalar'da ise İsa iki ya da üç Tabiatlı'dır. Salt Yolgösterici değil, Bedenlenmiş Uluhiyet'tir. Bedeni Kutsal'dır. Muhammed ise Hadi, Nebi, Rasul'dur. Keffaret olamaz, Şafiliği tartışılır. Onun Temsil ettiği Hakikat ve işaret ettiği Nur Qur'an'dır. Eğer Beşer Aqlı bu Nur'dan beslenirse Felah bulur.

Descartes, Kant ve Hegel'de Kurtarıcı Oluş'ta Aqıl, İsa'nın yerini aldı. Hegel, Tin, Geist, Cevher veya İde gibi Terimler'le Meşşai ve Sufiler'in İlk Aqlına işaret eder. Hegel'de Varlık Zinciri akılda sona erer, Tanrı'ya ulaşmaz. Ya da Aynı Şey olur. Tanrı Aqıl'da bedenlenir adeta, İsa'da değil.

Hegel'in Aqlı adeta sekülerleştirilmiş İsa oluverdi. Taklit yoluyla. Artık tanrısallığı da İnsan Temsil edecektir. Artık Aqlın İnayeti vardı. Yön veren Aydınlanma sonrası Tanrı Adına İsa değil Aqıl oldu. Evrimleşip ilerleyen Süpermen İnsan. İnsan-ı Kamil'de ise Nicel Evrim yerine Nitel Tekamül vardır.

Kutsal'a Refere etmeden, Allah'a rağmen bir Hayat'ı seçtiler. Tanrı'ya yönelmek Fıtri bir Gerçeklik'tir. İnsanileştirilmiş Tanrı'yı Aql'a Transfer ettiler. Aqıl Özgürleştirici Güç'tü. İlahi Menşei'nden koparılmış Aqıl bunu yapamaz. Aqıl Gemi'nin Kaptanıdır ama Kaptan Plan'a uymak Zorunda değil midir? Sufiler İnsan Zahirde Muhtar, Hakikatte Mecbur'dur, der. Aqıl İlahi Belirleme'nin Amacını bilip Nefsin etkilerinden kurtulursa bizi Müstakar Hedefimize yüzdürebilir.(/36Yasin 37,40).Yüzmek, Tesbih etmektir.

Karar, İstikrar ve Mustakar olma. Bir şeyin kendi Nihai, Doğru ve Asli Amacını bilmesi Mustakar, Yönelme'ye niyetlenmesi Karar, Fiili olarak yönelmesi ve öyle hareket etmesi İstikrar'dır. Azizuddin Nesefi, Alem'de varolan Herşey'in bir Nihayeti ve bir Amacı vardır, der. Bir Şeyin Sonu Buluğ, Amacı Özgürlük'tür. Bir Meyve'nin Ağaç'ta olgunlaşması Buluğ, Ağaçtan ayrılmasına Hürriyet denir. Nihayetin Alameti kendi Evveline, ilk Durumuna ulaşmaktır. Kendi Evveline ulaşan, Nihayetine erer ve böylece Daire tamamlanır. İnsan Bedeninin Tohum'u Meni'dir. İnsan'da Meni oluşmadan Buluğa erdi denmez. Olgunlaşma ve Özgürlük Varlık mertebelerinde Tezahür eder; çünkü duyumlanabilir olan aqledilenin Sureti, Cisim Ruh'un Kalıbı ve Mülk Melekut'un Aynasıdır.

İnsan boşuna yaratılmadığnı, ait olduğu yere döneceğini bilirse Mustakar'ın Bilincine varır. Bu Amaca doğru yönelmeye niyetlenirse yerinde Karar verir ve bu Niyetini gerçekleştirmek üzere Harekete geçerse İstikrar'ına kavuşur.  Buluğ ve Kemal'in Belirtisi Başlangıca dönüştür. Meşşai ve Sufi Söylem'de İnsan Aqlının, Bütün Varlıklar'da Tohum halinde olan Aql-ı Evvel'e ulaşmak ve böylece Ruh'u özgürleştirmektir.

Şeytan'ın İnsan Bilinci içinde kendini Tezahür ettireceği Elverişli bir Form olması lazım. Varlık yönünden Nefs-i Emmare) Şeytan'ın içinde yuvalanacağı, kendisine bürüneceği Uygun bir Form'dur. Aralarında yakınlığı sağlayan Şey ikisinin de Ontolojik iki Cevher olarak ancak Dünyevi bir Tabiat'ta barınabilmeleridir. Şu halde Varlık Farkına sahip İnsan'ın biri diğerine İçkin, biri diğerine katılmış iki Tabiat'ından söz edilebilir. Bunlar iki ayrı Lategori değildir, biri diğerinde Tezahür eden iki Boyut, iki Tabiat'tır.

İnsan Varlığının Derin Tabakalar'ında Sürgit Karşılıklı Mücadele içinde olan ya da kimi zaman biri diğerinin Denetim ve Hizmetinde gözüken Aqıl ve Nefs'e daha yakından baktığımızda, her ikisinin de kendi başlarına Tam ve Bağımsız ne de Salt İyilik ya da Kötülük olduğunu görürüz. Aqlı ve Nefsi de aşan, onları daha Derinler'de ve öte yerlerden yönlendiren başka Ontolojik Cevherler, Güçlü Dinamikler vardır. Bir bakıma her ikisi başka Şeylere Form olmuş Aracılar durumundadır. Nefs Karşısındaki Konumlanması Esas alınmadıkça Aqwla ilişkin doğru bir Bilgi'ye varılamaz, çünkü Aqıl en çok Nefis'ten etkilenir diye düşünürler. Aqıl Ruh'a da Nefs'e de Hizmet edebilir. Rasyonalizasyon'da Aqıl, kendi başına, kendinden ve kendisi için değil, bir başka Şey Adına aqlileştirmelerde bulunmaktadır. Bu Bağlamda Aqıl, isteyenin isteklerini olabilirlik Düzeyine çıkarır, bir tür Maqul ve Tatbik edilebilir Fizibilite hazırlar, ama isteyen o değilidr, ona Talep ileten bir başka Şey vardır. İbn Arabi buna Fai(çağrıcı) der.

Dai Nefs'tir ,çünkü Bilinç Düzeyinde ortaya çıkan ve Aqılla Talep Bağlamında İlişkiye geçen Nefis'tir. Nefs dışındadır dediğimizde de Nefs'in kendisi bu Özel Türevi ile bir başka Şeyin Tercümanı ve aracıdır. Heva'dır. O Taktirde bu bütün Türevleriyle Nefs değil, Heva'ya tabi Nefs'dir.

İbnu Qayyım Nefs'in üç Hal'inden söz eder Medaricu'l-Salikin'de. Emmare, Levvame ve Mutmaimne Nefsler. Sufilerse şöyle sıralarlar:

Nefsi Emmare 

Nefsi Emmare

Nefsi Levvame   

Nefsi Levvame

Nefsi Mülhime 

Nefsi Mutmainne

Nefsi Mutmainne  

Nefsi Nebati

Nefsi Raziye 

Nefsi Hayvani

Nefsi Merdiye  

Nefsi İnsani

Nefsi Kamile[5]  

Nefsi Natıka

 

Nefsi Kudsi

 

Nefsi Rahmani[6]

                            

Nefs-i Emmare, Nedeni Tabiat'e meyleden, Maddi Dünya'nın Lezzet ve Şehvetlerini isteyen Dinamik'tir. Nefis bu Özellikleriyle Qalbi, Sufli yöne çeker, yerilmiş Huy ve Kötülükler'e Yuvalık yapar.

Nefs-i Levvame, Qalb'in Nuru ile aydınlatır, Kötülük ve Zulumat'a doğru Yönelimin başgöstereceği her Durumda kendi Özvarlığını kınamaya başlar, İnsan'ı Otokritiğe, Öz Eleştiriye çağırır, Tevbe'yi önerir.

Nefs-i Mutmainne, Nitel  Kötülükler'den arınıp Qalb'in Burutla Nurlanmanın tamamlanması ve Övülmüş Ahlaq Seviyesine yükselmesidir.[7]

Nefs Hindu Geleneği'nde olduğu gibi bizatihi Kötü değildir. Çilecilik amaçlanmaz. Nefs öldürülmeli, ne kışkırtılmalıdır. Batı Gelişme ve İlerleme'yi Nesf'in kışkırtılmasında götüyor. Yarış, Rekabet, Sınırsız Üretiim ve Tüketim.

Allah'a en Yakın Mertebe'ye Ala-ı İlliyyin denir. O'nun en Aşağı Mertebesi Karanlığın Kesafetiyle Herşey'in Maddileştiği, Nur'un yerini Karanlığa bıraktığı Esfel-i Safilin'dir. Aşağıdan yukarıya yükeldikçe Nefs latifleşir, nurlaşır, aşağı indikçede Karanlığa gömülür, Maddi Tabiat'a bürünür. Heva'nın Kontrol'una girer. Heva Tekaddüm ederse, Aqıl Teahhur eder.

Heva'ya karşı koyan Aqlı da Nefis gibi kendi başına, kendinden ve kendisinde salt bir Cevher Şeklinde almamak gerekir. Nasıl Nefis, Heva'nın Form'una bürünebiliyorsa, Aqıl da Heva'nın dolaylı Denetim'inde Nefs'in Hizmet'ine girebilir. Ruh ve Heva arasındaki Çatışma'da Baskın çıkanın Gücü Tayin eder. İnsan İlahi olan yönelirse Aqıl Yararlı Hizmetler görür, Heva'nın Form'una bürünen Nefs-i Emmare'nin emrine girerse şeytanca Yıkıcılık yapar.

Herşey İnsan'ın Qalbinde Cereyan eder. Ruh, Aqıl, Nefs ve Heva arasınsdaki İlişki'nin Niteliğini anlamak için bunların Ontolojik Cevherler'ine bakmalı.

Ruh, Ontolojik bir Cevher Özelliğine sahip olsa bile Kökeni itibariyle İlahi'dir. İnsan'da İlahi Öz'ün kendisinde Mündemiç bir halde Tezahür etmesi Meta'da bir Nefha'nın vukubulmasıyla Mümkün oldu. (el-Hicr 29, el-Secde 9, Sad 72):. Gökler'in ve Yer'in Nur'u Allah, Ruh'un da Varoluş Sebebi ve Hayat Kaynağı'dır. Ruh'un Menşei gibi Hakikati de Nur'dur ve her ne kadar Ruh, Dünya'da yaşayan ve Dünyevi Tabiat'ın Zorunluluklarıyla kuşatılan İnsan Bedeninde ise de, Asıl Vatanı Ala-ı İlliyyin'de, Herşey'in aslına Rucu edip Sukun (istikrar) ve Mutluluk bulduğu İlahi Huzur'dur. Dünya Gurbet'inde ve kendi Cinsinden olmayan Bedenle  bir arada yaşamak Durumunda olan Ruh'un Ebedi Mutluluğu Huzur-i İlahi ise, elbette Nefs-i bundan Farklı olmaması gereken İnsan'ın da Huzuru, İlahi Huzur'da Hazır olmaktır. Buralara ait olmayan Ruh Arayış ve İştiyak içindedir. Ruh Vasıtasız Varlık bulur, bir Emr-i İlahi'dir.

Çoğu zaman  Yanlış Yorumlanmasının aksine Ruh'un karşıtı Nefs değil Heva'dır. Ruh'un Haqiqat'inin Nur olması gibi, Heva'nın Haqiqat'i de Nar'dır. Heva bilvasıta Zahir olan Alem-i Tabiat'tandır ve Esfel-i Safilin de Alem-i Tabiat olup Nar'dır. Çünkü Fıtri Kesafet'iyle Latif Aslından Uzağa düşmüştür.[8]

Bu Hiyerarşi'de Aqıl ve Nefs ara Mertebeler'de yer alır. Aqıl, Ruh ile Kaim olan bir Sıfat (Cevher) olup Ruh'un Veziri Konumundadır, çünkü Kökeni itibariyle Ruh'tan Sudur etti. Onun Fonksiyon ve Görevi kendi Aslının Haqiqatine Hizmet etmek, İnsan'ın Zihin ve Bilinç Varlığını bu Haqiqat'e yönlendirmektir. Ancak Madem ki Bütün bu Varoluşsal Macera Yeryüzü'nde ve Objeler Dünya'sında (Mülk Alemi) sürüp gidecektir, bu Durumda Ruh'un Haqiqat'inin Varlığa Baskın çıkması Oranında Aqıl İlk Basamağında Dünyevi Tabiat'ın İstilası altındaki Nefs'e Galebe çalması ve ona doğru yönelmesi gerekir. İşte bu Haliyle Nefis Önemli bir Rol oynar; Heva'ya yöneldiği zaman onun Emmare Vasfı öne çıkar ve İnsan'ın Varlığını dünyevileştirir, Dünya'ya bağlanır ve Dünya'nın Zulumat Tabakaları arasında yolunu kaybeder (Dalalet). İnsan'ın Dalalet'e düşmesi,  Yolunu şaşırması, Doğru ile Yanlış'ı birbirine karıştırması, Tereddüt'e düşmesi, kendi Varoluşsal Haqiqatini unutması ve nihayetinde Sırat-ı Mustaqim'den sapması demektir. Bu durumda Varlıktaki Doğru Hiyerarşi bozulur, bazen tersine döner. Hiyerarşik Fesad'ın en Uç Örmeği Heva' İlah edinmedir.(el-Furqan 43).

Heva'nın tanrılaştırılması, Nefs'in diğer Bütün Ahlaki Erdemler'ini kaybedip Ego şeklinde kendini mutlaklaştırması, Varlığın Merkezini İşgal ve İstila etmek üzere Herşeyi kendi istekleri doğrultusunda Egemenlik altına almaya yönelmesiyle olur. Ego'nun bu hali Nesneleri seçen Göz'ün görmemesi, Basiret'in yerini Nasar'ın alması, Sesler'i alan Kulağın işitmemesi ve Olağanüstü Koordinasyonlar kurma Becerisini gösteren Aqlın düşünmemesidir. Bu Durumda Aqıl, Nur'unu kaybettiği için Faaliyet Merkezini Qalp'ten Beyne taşır, Nörolojik ve Biyolojik bir Nesne'ye dönüşür, Herşeyi kendi Mekanik Mantığı içinde Determine eder. Artık Aqlı olmayan Zeka Sahibi olurlar.(el-Casiye 23).

Eşya Dünyası'nı ve bu Dünya'nın Objeleri arasındaki İlişki'yi Determine eden Aqlın bu türü, artık Yüce Makamlar'a gönderme yapan Ruh'un Veziri değil, Nefs'in aracıdır. Artık Makam'ı Qalp değil, Evren'i İnorganik Nesneler'in Toplamından ibaret  algılamaya Yatkın Beyin'dir. Arşu'r-Rahman olan Qalp Taqva'nın ve Nur'un Yurdu, ona yabancılaşmış Beyin ise Zeka'nın Yurdu'dur. Oysa Qalbin Türevi Aqılla birlikte olduğunda Zeka bir Feraset'tir. Heva Qalbi İstila ettiğinde Qalp mühürlenir. Hastalıklar başlar. (el-Qıtal 20). "Düşünme, şeylerin Haqiqatlerine nufuz etme" (et-Tevbe 87) ve bilme (et-Tevbe 93) Yeteneği körelir.

"Qalbin Aqlıyla aqletmek"(et-Tirmizi/Edeb) Varlık Dünyası'nı ve Şeylerin Haqiqatlerini "Aqlın Kavrayışı ve Hikmet'in Nuru" (ed-Daremi/el-Fedailu-l,Qur'an) ile görmek Ruh'un Özgürlüğüdür. Kendi Cevher'i olan Ruh'un Nur'undan yoksun kalan Aqıl ratim'dur. Ration ise zödür değildir.

  Aydınlanmacılar, İlahi Menşei'nden kopardıkları Aqlı, kendi başına ve kendinde Özgürleştirici Misyon'la mutlaklaştırırken, Aqlın kendi başına ve kendinde tamamen Özgür ve Bağımsız olabileceğini tasarladılar. Heva'nın aslı olan Nar'a Yakınlığı ve Yatkınlığı nisbetinde Aqıl Bağımlı'dır.

Farabi İhsau'l-Ulum'da Mantıq'ı, Bütün Aqlı düzeltmeğe ve Yanlış yapılması Mümkün olam bütün Mauul Şeyler'de İnsan'ı Doğru yol'a ve Hak Tarafına yöneltmeye yarayan Kanunlar şeklinde görür.

21/el-Enbiya 59-67 de Mantıq ve Aqıl bakımından Doğruluğun Bilgisi'ne ulaşan ve üstelik bu Doğruluk Enfüsleri tarafından da Teyid gören Qavim, bir anda ve bütün bunlara rağmen Eski Haller'ine dönerler.

Nefs'in Emmare Vasfı Varlığı İstila ettiği için Aqıl Bağımlı'dır. Max Horkheimer farkında olmaksızın bu olaya Aqıl Tutulması der. O Pragmatizmi ve Pozitivizmi eleştirirken, Batı Kültürü'nde Aql'ın nasıl önce Hurafe ve Mitos'a karşı Mücadele verdiğini, ardından kendisinin de bir Hurafe'ye dönüştüğünü anlatır. Aydınlanma'nın Mitos içindeki Kökenleri ve giderek Yeni bir Mitoloji'ye dönüşmesiyle İnsan'ın Tabiat üzerindeki Tahripkar Faaliyetleri ve bunun Aqıl adına Aqıldışı bir Niteliğe bürünmesi yaşadığımız Trajedi'dir. E.F. Schumacher, Aklı karışıklar için Klavuzda[9] Zihni Müşevveş Halini anlatır.

Doğru olan Çifte Gerçeklik yerine biri diğerinde İçkin, diğerini örten iki Varlık Düzeyi'nin Varlığıdır. Ruh'un Ontolojik Kökeni Nur, Heva'nınki ise Nar'dır. Nur va Nar bu iki Tabiat'ın Hakikati'dir.  İkiside Bağımsız değil, Allah tarafından yaratılmıştır. Ruh bilavasıta Allah'tandır. Emir Alemi, Kün Emriyle ve Sebebsiz olarak, Halk Alemi ise Sebebler'le yaratılan Alem'dir. Nur Letafet'in, Nar Kesafet'tin Durağıdır. Ruh Aydınlık, Heva Karanlık'tır. İki ayrı Çekim Alanına Çağrılırız. Gaflet=Bilinç Kayması Durumunda Heva, Boş,  Yararsız ve Yıkıcı bir Davetci olduğunun Bilincinde değildir. Karanlık Aydınlık'tan hoşlanmaz. İnsan Mülk'ü üzerinde iki Güç Çatışma Alanı'ndadır. Emmare Nefs'te, Aqıl'da Heva'nın Esiridir. Eğer Aqıl, Nefs Aracılığıyla  Heva'nın Denetim'i altına girmişse Basit bir Zeka Seviye'sine iner, Nesneler ve Olaylar arasındaki İlişkileri düzenleyen sıradan bir Koordinatör olur. Emmare Nefs ona tam Bağımsız olduğunu Telkin eder. Bu Durumu Hoş gösterir. Modern Psikoloji, Nefs-i Emmare Mertebesindeki Muharrih Güç Ben'in yeterince farkında değil.

Kant şöyle der: "Bütün Bilgiler'imizin Deney ile başladığı Konusunda hiç Kuşku yok.. Bütün Bilgiler'imizin Deney ile başlaması, Bilgi'nin Bütün Unsurlar'ının hepten Deney'den çıkmış olduğunu göstermez.. İmdi, Deney'den ve hatta Bütün Duyu İzlenimler'inden Bağımsız, ayrı böyle bir Bilgi var mı?  "   Cebap a priori'dir. Deney'den gelen Bilgiler  değildir. Bu Katıksız Saf Bilgi'dir. Salt Aql'ın Bilgisi dediği budur. Aqıl, Duyu Dünyası'nın üstüne çıkan bu tür bilgiler'i, Deney'in ne gösterebileceği ne de doğrulayabileceği bir yerde araştırmaya koyuluyor ve bu Araştırmalar'ı bir Anlama Yetisi'nin Fenomenler Alanı'nda Bütün öğrenebileceklerinden önemce  çok daha Üstün, amaçca daha Yüksek sayar.[10]

Onun Metafizik Kuramı Deney'den Bağımsız bu Salt Aqıl'dan öteye geçmez. "Çünkü, Metafizik, Katıksız Aqıl ile edindiğimiz  Herşey'in sistemli bir biçimde düzenlenmiş bir Envanterinden başka bir Şey değildir."

Kant, Descartes ile Aydınlanmanın Ruh'unu Teşkil eden bir Konu'da Anlaşma içindedir. Deney Dünyası'ndan Bağımssız Aqlın Sahip olduğu Zorunlu Bilgiler vardır. Tanrı bunların başında gelir. A priori'dir. Bu Bilgi'nin Tanrı tarafından yerleştirildiği varsayılabilir, ne var ki bu Bilgi'ye ulaşan yine de Bağımsız bir Cevher olan Aqıl'dır. Öyleyse Tanrı'nın Bilgisi İnsan Zihni'nin Sürecine bağlı'dır, Sebeb Sonuç'la Sınırlı'dır. Bundan şu çıkar:

1. Zihin, Ruh ve Aqıl aynı şeyler'dir, bu aynı Şey olan Şeyler Beden'den ve Fizik Dünya'dan ayrı'dır (Dualizm).

2. Zorunlu Bilgi olan Tanrı'nın Bilgisi'ne ulaşan İnsan Aq Fizik Dünya'nın bilgisine de Sahip olabilir. Duyumlanabilir Dünya'nın Deney Sonucunda elde ettiği Bilgisini  Zihin'de yeniden işleyebilir. Bu, ;nsan'ı Tabiat üzerinde Efendi ve Hükümran kılar.

3. Tanrı'nın Kilise Aracılığı ve Diliyle bir Kitab'ı varsa, Matematiğin Diliyle yazılan bir başka Kitab'ı da var, bu da Tabiat, yani Fizik Dünya'dır. İncil Kilise'ye, Metafizik Din'e Matematik bize yani Fizik, Aqıl ve Bilim'e ait olsun.

Meşşailer ise İnsan Aq'nın Burhan Yolu'yla Faal-Aql'a ulaşacileceğini söylerken, Allah'ın Muradı'nın ne olduğunu ve bu Murad'ı Tebliğ eden Peygamberler'in Yol Gösterici olduklarını Kabul ediyorlardı. Aydınlanmacılar, Tanrı Kavramı'nı ve Matefiziğin kendisini Aqla indirgerken, İnsan için Yol gösterici bir Vahye gerek olmadığını ve İnsan'ın İncil Yardımı olmaksızın da Tabiat'ı okuyabileceğini savundular.

Kant'ın Fenomenler Dünyası'ndan, Deney'den bağımsızlaştırdığı ve Metafiziği kendisine indirgediği Aqla yüklediği Rol, Aydınlanma'nın da Parametreleridir. Ona göre, Tabiatcılar, Aqlın, yalnızca kendi Planlar'ına, Taslaklar'ına göre ortaya koyduğu Şeyi kavramak ve Aqlın kendi Yargılar'ının İlkeleriyle Değişmez Yasalar Doğrultusunda ilerlemesi ve Sorunlarına Cevap araması için kendisini Doğa'nın Ellerine bırakmaktansa Doğa'yı zorlamaları gerektiğini anlamalıdır. Aqıl, Öğretmen'inin istediği Herşeyi söyleyebilen bir Öğrenci Durumunda değil, tersine kendilerine yönelttiği Sorular'ı cevaplamaya Şahitleri zorlayan bir Yargıç Durumundadır. Böylece Fizik ve Düşünce Biçimindeki o Yararlı Devrimi yalnızca Şu Buluşa Borçlu'dur: Aqıl kendisini Doğa'ya yerleştirir, böylece aradığını Da'da bulur. Bu nedenle bir kez daha Objeler'in Bilgiler'imize uyması Kabuluyle Metafizik Güçlükler'de daha İyi ilerleyip ilerlemediğimiz sınanıp denenebilir.. Bu Nesneler bize verilmeden önce onlar üstüne bir Şeyler Tespit etmesi gereken a priori bir Bilgi'nin arzulanan ihtimaline daha Uygun düşer.[11]

İbnu Qayyım  Nefs-i Emmare'nin Aqlı ve Qalbi aldatığını, en Değerli ve Güzel Şeyler'i Aqla Kötü ve Değersiz gösterdiğini söyler. [12]

 

 

İlahi Denge Mizan'la ayakta durur, Adalet Herşey'in yerli yerine oturtulup kendi Haqiqatine göre konumlandırılmasıdır.

Hegel, İsa Metaforu'ndan Hareketle Tanrı'yı Aqıl Form'una soktu. İlk Aqlı, daha Aşkın ve Üstün bir Kaynak'tan Neşet etmediği için  Tarih'teki Gelişim'e dahil edildi ve kendinde yaptığı bu Gelişim Tarihsel İlerleme Form'una dönüştü. Bu da Modern Ulus Devlet olarak karşımıza çıktı. Ondan da Modern Trajedi'yi Sahne'ye koyan Faşizm, Komunizm, Liberalizm türedi.

Kant'ın Metafiziği, yani Din, Sanat ve Felsefe'yi kendisine indirgediği Aqıl ise Ontolojik Cevher'i Tabiat olan a priori Bilgiler'in Kaynağıdır. Onunla aynı Köken'i paylaşan Tabiat İnsan'a bir Taslak vermediği için, İnsan Planı'nıda kendisi çizecektir. Hiçbir Şey kendinde kendini aşamayacağına göre bu Tasarım'la Tabiat aşılamaz. Ancak Uzay'da İlerleme'ye Dönük Yatay Hareket eder. Aşma Dikey bir Eylem'dir. Aşılan İçkin olanın kendi Üst-İlkesine doğru yönelmiş hareket'tir. Aqıl Qalb'in Nur'u olduğundan Tabiat'ı hem aydınlatır hem de aşar. Ama Tabiat'la aynı Cevher ve Maya'dan olduğu farzedilirse, bu durumda Tabiat'ta hapsolur ve bunun Sosyo-politik Yansıması bir Kapalı Sistem İdeolojisi olur. Tabiat'tan olan Tabiat'la çatışır. Birleştirici ve Bütüncül bir Bilgi'ye de ulaşılamaz. Aql'ın Nefs'in Denetim'inde sağlanan Geniş Yayılım'ından Tekasür doğar, Vahdet kaybolur.

Varlığın Kamil Meyvesi İnsan ne Hava'da Asılı bir Geist, ne Darwinist Gelişme Teorisi, ne herhangi bir Psişik Yetenek, ne sınırlandırılması Güç bir Kültür ne de Antropoloji tarafından uydurulmuş bir Kavram'dır. İnsan'ın Varlık bütünü parçalanmaktadır.

Futuhat'tan Alıntılar: "

"..İnsan, Alem'in Euhu'dur. Alem ise, Cesed'dir. Bunun Toplam'ıyla Bütün Alem meydana gelir ki o da, Büyük İnsan=Makro Kozmos'tur...

İnsan olmaksızın Alem'e baktığın Zaman, onu Ruhsuz, Dümdüz bir Cisim olarak bulursun. Alem'in Mükemmelliği, İnsan iledir. Tıpkı Cesed'in Mükemmelliğinin Ruh ile olması gibi. Şu halde (İnsan) bu Alem'de Maksud'dur..."

"... Alem, bizim İndimizde Büyük Mushaf'dır. Şu halde Alem, neşredilmiş Vucud Kağıdı üzerine resmedilmiş Yazılı Harfler'dir. Bu Yazı (Kainat), Sonsuz olarak Ebediyen (yazılmakta) devam edecektir.."

".. İnsan, Toplayıcı(= el-Kelime el-Camia) dır ve Alem'in Nüsha'sıdır. Alem'deki Herşey ondan bir Parça'dır, fakat İnsan, onlardan bir Parça değildir..."

"...İnsan'dan bir Küçük Alem'dir, Alem ise bir Büyük İnsan'dır... Bundan sonra Alem içinde, Felekler, Unsurlar ve Müvelled Şeyler (nev'in)den Şekiller'in Suretleri açıldı. Ve İnsan, Alem'de en son Mevlud oldu. Allah onu, Alem'in Nütün Haqiqatlerini(kendinde) toplayan (bir Varlık) olarak yarattı. Ve onu Halife kıldı..."

".. Küçük İnsan, ki Büyük Alem'den bir Muhtasar'dır..

İnsan'ın Cirmi, Alem'in Cirminden Küçük olsa da o, Büyük Alem'in Bütün Haqiqatler'ini toplamaktadır. Bu sebebledir ki Akıllı Kişiler, bu Alem'e, Büyük İnsan derler..."

".. Şu halde Alem, İnsan ile Kemal'e erer, fakat İnsan Alem ile Kemal'e ermiş değildir.."

 

Aydınlanma Varlığın bu İlahi, Aşk'ın Vizyonunu yıktı. Varlığın Bütün Mertebeleri'nden, İlahi Öz, Batın söküldü. Kutsal'dan Soyutlanmış bu Salt Profan Dünya'da İnsan Nefsinin Sebun'u olarak Dünya'yı Tabiat'a hapsedildi. Nefs'in Kontrolune giren Aqıl Çeşitli Kavramsal Modeller geliştirerek Nefs'in İstek ve Arzularına Uygun Sistemler üretti. Dünyevi olan Mutlak olarak Kötü değildir. İlahi olana bizi Objeler'in Dünyası, bu Dünya'nın Şifre ve Ayetleri ulaştırır. Her Zaman Tecelli'ye Mazhar olan Dünya Fani'dir. Gaflet Durumunda bize bakan Yüzleri ve Görünüşler'iyle Haqiqatlerini kaybeder. Sekülerleşmede İzafi olan Mutlak olanın yerini alır. Bu gerçekte  değil, Zihnin kendi İç Ortamında geliştirdiği Tasarlanmış Fenomenler'le oluşan bir Zehab'tır. Vehim'dir. Zihnin Küfr'ü, örtülmesidir. Bilimsel yöntem'le üretilen Bilgi islamileştirilenez, kimilerine göre.

Kendi Hayat Kaynağı'ndan koparılmış Herşey, kendi İzafiliğinde mutlaklaştırılabilir. Geriye Salt Maddi Nesneler Yığını kalır. Sufilet Madde'yi Karanlığın Kesafeti olarak görürler. Kesafet'in en Uç Noktasında Heva vardır.

Her mutlaklaştırılmış ve Yarışa sokulmuş Ontolojik Unsur, kendi dışında kalan ve artık kendisi için başkaları olan Unsurlar'a karşı iki Tutum içine girer: Ben olmayan Öteki'dir. Dünyevi Tabiat'ın Haqiqatı hükmetme Tutkusudur, bunun için varolmak ve Varlığını sürdürmek için Ötekileri Egemenliği altına almak ister. Etnik ve Dini Arındırma başlar. Irk Ayrımcılığı, Yabancı Düşmanlığı.. Etnik, Cinsel Kimlik yerine İnsan Kimliği konsa da bu böyle. İnsan olmak, Cemadat, Nebadat ve Hayvanat Mertebeleri'ne Nisbetledir. İnsan olmak, Eşref-i Mahluqat olmanın Bilinç Hali'dir. Bu Aşkın, Batın bir Bilinç'tir. Ama İnsan Kutsal Referanslar taşımıyorsa ne olur? Beyaz'la Siyah, Zengin'le Yoksul, Gelişmiş, Az gelişmiş, Uzman Vasıfsız Çatışması başlar. Hümaniter Kimlik böylece Sorunu çözemez olur. Şehvet, İhtiras ve Tutku birer Ateş'tir. Ateş'in Yakıcılığı gibi Bünye'yi sarar ve İnsan Eylemler'ini yönlendirir. Bu Ego'nun kendini en Yalın, en Çıplak ve Dolayımsız halde Dışa vurmasıdır.

Tam bu Vetire'de Aqıl devreye girer. Artık Aqıl, Nefs'in Denetimler'inde Heva'nın Dışavurumlarını Makul Formlar'a sokmakla Görevli'dir. Aqlileştirmede bulunur, Rasyonel Modeller geliştirir.

Şehvet, Hırs ve Tutku'nun Aqıl ile bir araya gelip Ego'yu Bütün Etkinlikler'in Merkezine yerleştirmesi Durumu ortaya çıkar. Nefs'in Taleplerini Realize eden Aqlın bu Ego'daki Gücü Hayat'ı Tahrip eder, Bütün Tabi Dengeler'i Sarsıntı'ya uğratır. Böylece Adalet'in yerini Zulum alır. Bu Zulumat'la aynı Kökten'dir.

İnsan bir Hadi'ye Muhtaç'tır. Bu Hadi Aqla da Yol gösterir. Aqıl ve Nefs bir Elçi'nin, Çağrıcı'nın Davet'ine Cevap verir. Nefs-i Emmare Şeytan'ın Elçisi'dir. Nefs-i Emmare'nin Formlar'ına bürünmüş Heva'nın Ontolojik Cevheri ile Şeytan'ınki aynıdır, Nar'dır. Şeytan ve Nefs Talepler'ini Ateş Kuvvet'inde dışa vurur. İnsan bu sülenen taleblerin( 6/el-Enam 43,137, 8/el-Enfal 63, 27/en-Neml 24) bilirse, Bilincini Kaymalar'dan koruyabilir. Heva ve Nefs'in Tasallut'undan kendini kurtarırsa AqRuh'un Vezir'i haline gelir. Ben'in Benlik Engelini aşar, levmeder, Kemal'e erer. Dünyevi Tabiat yokedilmeden Kutsal hiyerarşi'deki yerini alır.

Rasul olmadan İnsan Doğruyol'u bulamaz, diye düşünürler. Ordan gelen Şeriat olmadan da Heva ve Şeytan'a karşı kendini koruyamayacağını. Bu Şeriat ile ilahi Tabiat'ımızın Kökeni olan Ruh aynı Kaynak'tandır. Her ikisi de Emri İlahi'dir. Varlık Alemi olan Kainat Kün emriyle varoldu, Ruh Allah'ın Emr'indendir ve Münzel Şeriat Allah'ın Emridir. Biz de Mündemic İlahi Öz'ün bir yansıması olan Ruh bir İlahi Nefha'dır, Varlık Alemi de Nefes-i Rahman'dır. O halde Varoluş'un her Düzeyi birer Emr-i İlahi'dir. Varlığını bu Bütüncül Algı Düzeni içinde İnsan'ın Öz Varlığı Mutmainiyet'e ulaşır.

Her bir Tabii Fenomen, "Gökler'in ve Yer'in Yaratılmış olması Hak'tır( 16/en-Nahl 3), Haqiqat'e birer Gönderme'dir.

Seküler Bakış Açıları'nın yönlendirdiği Dünya, Vehimler'le örülmüştür. İbnu Sina "Var olmayan Şeyler'den sözetmemiz mümkündür, çünkü biz Şeyler'e bir Çeşit Zihin'de Varlık yükleyerek yaparız" demişti. Var olmayan Şeyler Zihne yükleniyor.

Bu tamamıyla buraya ait, Geçici, Bağlı, Sonlu ve İzafi Fenomenler'in kendi Varoluş Anlamlarından koparılarak Zihin'de mutlaklaştırılması B. Anderson'a[13] göre "Hayali Cemaatler", E. Gellner'e[14] göre Ulusçuluk Aracılığıyla Vehm'e kapılmış Topluluklar'ın kendi kendilerine tapınmaları şeklinde ortaya çıkar.


 


[1]          Immanuel Kant/ Seçilmiş Yazılar s.43

               Mehmet Bekaroğlu/ Antik Akıl ve Aydınlanma, Bilgi ve Hilmet s.2

[2]          T.Mengüşoğlu/

[3]          Ali Bulaç/ İDDF/VA İlişkisi. s.270.

[4]          A.Avni Konuk/ Fususu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi c.2 s. 15,16

[5]          İbnu Arabi/Tedbirat

[6]          S.Şerif Cürcani/ Ta'rifat

[7]          S.Şerif Cürcani/ Ta'rifat

[8]          İbnu Arabi- A.Avni Konuk/ Tedbirat

[9]          Ç. Mustafa Özel, 1992,İst, 2. bas.

[10]         I.Kant/ Saf Aklın Kritiği

[11]         I.Kant/ Seçilmiş Yazılar.

[12]         İbnu Kayyım/ Kitabur-Ruh

[13]         Benedict Anderson/ Hayali Cemaatler, Ç. İskender Savaşır, 1993, İst, s.15

[14]         Ernest Gellner/ Uluslar ve Ulusculuk, Ç.B.E.Behar- G.G.Özdoğan, 1982, İst, s.19