Said Ertürk

1926-1990

 

       Babalarını ve bir çok Yakınını Şeyh Said İsyanı ile başlayan ve Bütün Bölge'yi bir Yangın yerine çeviren Ateş'in ortasında kaybeden iki Kardeş ( Hasan Ertürk ve Mansur) Evler'ini ve Köyler'ini terkedip Palu'dan Urfa'ya göç ederler. Hasan 1926 de doğan Oğlu'na Said Ad'ını verir.

       Resmi Eğitim'den geçmeyen Çocukluk Çağı'nın Bitimine doğru 1940lar'da Küçük İplik Atelyeleri'nde Dokuma İşçiliği ile İştigal etmeye başlar. 5-6 Yıl süren bu Süre'den sonra 1947 de kendini Arapça ve İslami İlimler'e verme Kararı alır. Önce Urfa'nın tanınmış Hocalar'ından Molla Hamid'den Ders alır. 1951 de Urfa'dan ayrılarak Cizre, Midyat, Nusaybin dolaylarında Çeşitli Medreseler’de Özel Dersler alır. Bir süre Bingöl ve Muş Yöreleri'ndeki Medreseler'de kalır.

      1956 da Malatya'ya Göç ederek Merkez'e Bağlı Keşolar Köyü'nde, Geçim'i Köylü tarafından karşılanmak üzere İmamlığa başlar. 2 Yıl sonra bu defa Akçadağ İlçesi'ne Bağlı bir başka Köy'e, Şıhlar'a geçer. Burası, Yöre'nin önde gelen Qadiri Şeyhleri’nden gelmektedir. Said Hoca'nın Camii’de  ve Camii’nin dışında Köylüler ile yaptığı Sohbet ve Konuşmalar, Şeyh’in ve Çevresinin Tepkisi ile karşılaşır. Bid’at ve ^Hurafeler'le uğraşmaktadır.

       Şıhlar Köyü'nde bulunduğu sırada Asker'e çağrılır. Doğum'dan ve Bebekliğindeki bir Darbe'den dolayı bir Ayağı aksamasına rağmen bir türlü Sakat Raporu alamaz ve her sevkedildiği Hastane'den sağlamdır,  diye Askeri Birliğe geri gönderilir. Eğitim'de zorlanır. Sevkedildiği Askeri Hastane'den Sakat Raporu verilince Terhis edilir.

       Asker Dönüşü Malatya'nın 15-20 km Uzağındaki bir başka Köy'e, Hacı Halil Çiftliği'ne yerleşir. 1960-1961 Yılları'nı bu Köy'de geçirir. Bu arada 1960 Darbesi'nden sonra Din Hizmetleri üzerinde Devlet Kontrolü'nü artırmak ve Dini Tebliğatı Resmi Din Görevlileri aracılığıyla denetlemek Amac'ıyla Diyanet Teşkilatı'nın yeniden Organize edilmesi Çalışmalarının bir Sonucu olarak Köy Camileri'ne de Kadro verilmeye başlanır. 1962 de yine Merkeze bağlı Boran Köyü Camii Vekil İmamlığı'na Tayin edilir. Böylece, Malatya'da Memuriyet'i başlar.

       Malatya'nın Köyleri'ne taşındığı Gün'den itibaren Şehir Merkezi'ne her Gidiş'inde İlginç ve Yoğun bir Fikir Çevresi içinde bulur kendini. O zamana kadar yaşamadığı bu Serbest Tartışma ve Düşünme Ortamı O'nu cezbeder. Müftü İsmail Hatip Erzen[1] ile Büyük Doğucu Terzi M. Said Çekmegil ile tanışır. Çekmegil O'nunla tanışmasının 60lar'dan çok önce onduğunu söyler. "Boran'da Genç bir Hoca iken, Memleketi Mezbebeliğe döndüren Müstağripler'e Karşı beslediği Buğzu saklamadığı için bazı Zahmetler'i olmuştu. Azimli Direniş'i ve Malatyalı Mü'minler'in Gayreti Vesilesiyle Şehr'e geldi. Emekli oluncaya kadar da Malatya'da Namaz kıldırmaya Memur olmuştu. Malatya Değişik İmtihanlı İnsanlar'ın çokça yaşadığı bir Belde. Burada İ. H. Erzen gibi benzeri az görülen Tavizsiz bir İfta Mercii,[2] Bahaedin Bilhan gibi İtidalli ve Yiğit İlim Adamları'nın Varlığıyla değerlenen bir Yurt Parçası.. Said Hoca Yazılı bir Eser vermedi. Oğlu  Ahmed Ertürk[3] , Hikmet Zeyveli   araştırıcı bir Talebe .. Bizler de kendilerinden müstefit olmuştuk." der.

       Görev yaptığı her Köy'de Söz'ünü sakınmaz Kişiliği, Sert Uslubu'na rağmen bir Sevgi Çemberi de oluşur. Boran Köyü'nde de, Köy'ün Yoksul ve Sade ama Zeki, Dürüst İnsanları ile Cami'deki Hutbe ve Vaazlar'ının yanısıra Akşamları Evler'de yaptığı Sohbetler'le Çevresi genişler. Köy'ün Toprak Ağasından bir Şeyh O'na Cephe alır. Bir Gün Hoca'nın Camii'de verdiği bir Vaaz'ı Fırsat bilerek O'nu Müftülüğe İhbar eder. Erzen Emekli olmuştur. Hakkında Soruşturma açılır.

       İddialar Hoca'nın Atatürk, İnönü, Gürsel'e Hakaret etmesidir. Geçici olarak Görev'den uzaklaştırılır. Boran Köyü'ndeki ve daha önce bulunduğu Köyler'deki Dost İnsanlar'ın O'nu yalnız bırakmamasına ve Etrafında bir Dostluk Halkası oluşturmalarına Yol açar. 7-8 Ay süren Soruşturma Yargılama Sonunda Beraat eder. Ceza olarak Arguvan' a Sürgün edilir.

       Arguvan İlçe Merkezi'nde bir kaç Memur dışında Halk'ın tamamı Alevi'dir. Küçük bir Mescid'den başka birşey yoktur. İlçe'nin 45 Köy'ünden 34 ü Alevi'dir. Yatkınık Köy'ünün Genç ve Uyanık Muhtarı, Arguvan'a bir İmam'ın Tayin edildiğini duyunca Müftü ve Kaymakam’a başvurarak kendi Köylerine gönderilmesini ister. Böylece Hoca 1964 de İlçe'ye 2 Saat Mesafe'deki bu Köy'e yerleşir. O ve Çevresindeki Sünni Köyler'de Çalışmasını sürdürür. Ahlaq Sahibi İnsanlar O'na Kulak verirler. Dedeler'e ve Şeyhler'e Karşı'dır, Evliya Kültü'nü yıkmaya çalışır. Alevi Halk ile Samimi Diyaloglar kurar, şaşırırlar, onlardan Dostlar'ı olur.1966 ya dek.

       Büyük Oğlu İlkokul’u bitirmiştir. Ortaokul’a gidebilmesi için Malatya’ya Tayin'ini ister. Melekbaba Camii’nde Görev'e başlar, yanındaki iki Odalı Küçük Lojman'a yerleşir.

       10 Yıl Köyler'de ve Çevre'de süren Hayat'tan sonra Malatya Merkezi'ne yerleşme, Hoca'nın ve Çocuklar'ının Hayat'ını etkiler. Erzen vefat etmiştir. O'nun Boşluğunu Qur'an, Arapça ve diğer İlimler'le doldurmaya çalışır. O ve Çekmegil Malatya Okulu'nun Temel'ini atmıştır. Bir çok Genç onları dinler. Çekmegil'in  Fikir Kulubu'nde her Hafta Düzenli olarak yapılan Tartışma Seansları bir çok Konu'nun ilk kez Gündem'e geldiği bir Atmosfer doğurur.

       Said Hoca’nın Hasan Doğan, Nedim Altınkaya, Şeyho Duman,[4] İsmail Öztoprak üzerinde Emeği geçer.

       Hoca Cami'de ve Bitişiğindeki Ev'inde çok sayıda Talebe'ye Arapça, Tefsir, Akaid Dersleri verir. Klasik Tedrisat'ın dışında, belli bir Metin'e Bağlı olmaksızn Özgür bir Tartışma Ortamı sağlar onlara.

       Bulunduğu Mahalle Halkı ve Camii Cemaatı ile Sıcak Temasları olur. Yerleşik Değerleri sorgular. Düğün, Sünnet, Cenaze Merasimleri'nde onların içindedir.

       Zaman zaman Malatya dışına çıkarak daha önceden tanıdığı Müslüman Çevreler, İlim Adamları ve Gençler ile görüşür, konuşur. Elazığ, Bingöl, Diyarbakır, Urfa, Batman..

       1970ler'de sık sık Ankara'ya gelir. Saatçi Musa Çağıl'ın Karargahı'nda Ankara'daki bir çok Müslüman İlim  Adamı, Siyasetci, Üniversiteli katılır. Ercüment Özkan, Süleyman Arslantaş, Kemal Kelleci, Sadık Kınıkoğlu, İhsan Arslan, Kemal Orhan, Zafer Yılmaz, H.Hüseyin Kalaycı[5], Eyup Hoca,  M.Ali Baltaşı[6] vb..

       Gençler'le konuşmayı  sever. Malatya Merkeze geldikten sonraki Dönem'de, o zaman en fazla Lise veya Üniversite Çağı'nda olan Gençler ile beraber olmaktan hoşlanır. Metin Önal Mengüşoğlu,[7] Ömer Şevki Hotar, Murat Kapkıner, Cumali Ünaldı, Mehmet Özhan, Hüsamettin Yıldırım[8] vb. İsimler.

       Camii’nin iki Odalı Lojman'ının Küçük Misafir Odası, Gün'ün ve Gece'nin Her Saat'inde Ziyaret'ine gelenlere Açık'tır. Dostlar'ına Açık İzin vermiştir; Gece'nin hangi Saat'inde olursa olsun, gelip Kapı'sını çalabilecektir. Kendi Ev'inde oturulacaksa Ev'in Hanım'ını da hemen seferber eder ve İkram'da kusur etmemeye çalışır. Dışarı çıkılacaksa da, Ayağındaki aksamaya rağmen Çocuklar'ı Y'ındaki Delikanlılar ile gidilecek Her Yer'e gider. Bazen Gençler'in Dinamizm'ine, Ataklığına karşı bir İtidal ve Sabır Öğretmeni olur, bazen de onları yeterince Atak ve Dinamik olmamakla eleştirerek onlara Enerji aşılayan bir Dinamo'dur.

       1970ler'in 2. yarısından itibaren İstanbul'a da sık sık gelir. Her İstanbul Ziyareti, Metropol'un o Tüketici, Harcayıcı Ortamına Canlılık katar. Dostları Muhittin Kasaroğlu, Ziya Aydın, Mehmet Demircan, Nurettin Can Hocalar, Cahit Koytak, Necdet Koytak Kardeşler, Yaşar Bostan ve Çengelköylü Dostlar, Mehmet Durak, Mustafa ve Adnan Başdemir Kardeşler..

      1979 Devrimi'yle yeniden gençleşir. Devrim’in yaşadığı Sarsıntılar'ı aynı Yoğunluk'ta hisseder. Şia Eleştirileri'ni yumuşatır.

       1980 Darbe'sinden sonra çıkarılan Erken Emeklilik Yasası, kendi İsteğiyle Erken Emekliğe ayrılmak isteyenler yanında, Zorunlu Emeklilik de getirmiştir. Diyanet Hoca’yı 1982 de Emekli ederek O’ndan kurtulur. İki Odalı Lojman'dan olmuştur, Dikili Ağacı yoktur. 2-3 Yıllık Kiracılık'tan sonra bazı Dostlar'ının Yardımı ile Başını sokacağı bir Ev Sahibi olur.

       Emeklilik sonrası İlmi Çalışmalar'nı sürdürür. Sık sık  Ankara, İstanbul, Bursa, Doğu ve Güneydoğu İlleri'ne Seyahatlar yapar. Son Aylar'da Ayaklar'ında başlayan Ağrılar, O’nun yürümesini engeller, Izdırap çeker. Yılmadan Seyahatlar'ını sürdürür.

       1985 de Prostat Ameliyatı olur. Ankara ve İstanbul' da üst üste birkaç Operasyon geçirir. Buna rağmen iyileşmez ve sonraki Hayat'ı hep o iyileşmeyen Prostatı ile geçer.

       1990 da Ayaklar'ındaki Ağrı'dan kurtulmak için Ankara Hacettepe Hastanesi’ne yatar. Bir Ayağından geçirdiği Ameliyat'ın İyi geçtiğini söyler Doktorlar. Ümitlenir, Ziyaret'ine gelenlere söyler. Öteki Ayağına da bir Ameliyat yapılacaktır. Yakasını bırakmayan Prostat'tan Ameliyat olacağı Gün'ün Sabahı 4 Nisan'da Vefat etti.

      Vasiyeti üzerine Malatya' nın gecekondu mahallelerinden birinin mezarlığına gömüldü.

       " Kadrini seng-i Musalla'da bilip Baki

       Durup El bağlayanlar yaran saf saf.

       Merhum'un Cenaze  Namazı için Saf bağlarken bu Beyit Zihnime takılmıştı der Arslantaş. Eski Mahallelisi olarak kimler yoktu ki Cenaze'sinde.. Geleneğini Din tanımadı diye O'nun Camii Boykot edenden, Muska yazmadı diye O'nu Techil edene; Kabilecilik Zihniyeti'yle O'na Düşman olandan, Re'sen Emekli edilir edilmez O'nu, Camii’n Müştemilat'ı olan Ev'den çıkarmaya zorlayana.. Bütün Mahalleli oradaydı. Bunlardan biri, ne edip ederek Hoca'nın Mezarını, bir süre  önce ölmüş bulunan Annesinin Mezarına Yakın bir Yere kazdırmayı başardığını Övünç'le anlatır.

       Hoca, Vasiyeti ile Melekbabalılar’ı onurlandırmıştı. Onlar da şimdi bunun İdraq'indeydi ve bunu açıkça İfade edebiliyorlardı. Evet, Melekbabalılar, senelerce Kamburlar'ını Sırtında taşıyan Said Hoca'larının Kadru Kıymetini Sengi Musalla'da İtiraf ediyorlardı.

       Arslantaş O’nunla 1963 te tanışır. Malatya'nın Çarşı Camiilerinden Söğütlü'de, Şeyho Hoca’dan "İzhar" Dersi okurken, Boran Köyü'nün İmamı diye tanıştırılmıştı. Boran doğduğu Köy'dü. 5 Y'ındayken oradan Şehr'in Kenar Mahalleleri'nden Melekbaba'ya taşınmıştı.

       ‘Önce sadece Köy'ümden dolayı ilgimi çeşmişti. Sonra Namaz kıldırırken Aksaklığının Farkına varmıştım. İlk Müsbet Etkilenişim ise, Şeyho Hoca'mın Teeddübane Teklifi üzerine, bana o Günkü Dersimi okutmasıyla başlamıştı. Bu İlk Dersimden sonra o da benimle ilgilenmiş, Köy'e gelecek olursam kendisini mutlaka aramamı tembihlemişti.

       Said Hoca'mı doğduğum Köy'de Ziyaret etmek Nasip olmadı. 2 Yıl sonra O, bizim Köy'den, daha doğrusu Dokuzuncu Köy'den Bizim Mahalle'ye naqlen gelecek ve gerçek beraberliğimiz ondan sonra başlayacaktı. Malatya dışında geçen Yatılı Lise ve ardından Üniversite Yıllar'ımın Tatil'inde, Said Hoca benim için sadece bir Hoca değil, bir Ağabey, bir Dost, bir Baba olacaktı.

       Hasbi ve Fedakar'dı.. İlim Sahibi'ni daha yücelten, fakat ne yazık ki bir çoğunda aradığımız bu Haslet, Said Hoca'nın ayrılmaz bir Vasfıydı adeta.

       Kozmopolit Mahalle'mizin Kaza-Bela Sandığı'ydı o. "Dirijanlı"ların Kan Davası'na varacak bir Kavma mı başlattılar, Said Hoca faslederdi, Yeni Evli Mahalle Yiğidi, Hanım'ını kıyasıya dövüp Babası Evine gönderdikten sonra bin Pişman mı oldu; Çare'yi Said Hoca da ararlardı. Hasılı Kapısı; Mahalle'nin Karakolu, mahkemesiydi. Bütün Belalı İşler O’nu bulurdu.

       Hoca, bu Belalı İşleri fasletmek için Aksak Ayağı'yla oradan oraya seğirtirken Kan Ter içinde kalırdı. Hem de, bir Gün sonra bu Zahmetler'inin Nankörlükle karşılanacağını bile bile.

       Muvahhid'di , Tevhid İnancı'ndan Zerre kadar Taviz vermemişti. İlim Adamı'ydı; Ta'lim'i ve Taallüm'ü çok severdi. Alçak Gönüllü ve Tekellüfsüz'dü. Cesur, Pervasız ve Militan Ruhlu idi. Esprili idi ve Esprileri severdi. Saplantısızdı; İkna olduğu her Görüşü benimserdi.

       Bazı Zaafları da vardı: Siyaset yapmayı bilmezdi: En Son söylenmesi gereken Sözü en başta söyleyip, birçoklarını kendisine Hasım yapabilirdi. Bazen Bektaşi-Meşrepliği tutabilirdi. Detaylar'a indikçe, bazen Genel Bakış Açısı  daralabilirdi. Sevdiği İnsanlar'ın Dolduruşuna gelebilirdi."

       Tasavvuf: Keramet ve Rabıtacı Masumiyetci  Tarikatlar'a Karşı'ydı. İbnu Arabi'nin Kitaplarını Arabça'sından okuduğunu Fevzi Özer'in Terzihanesinde aylarca okuyup tartıştıklarını yazar oğlu Ahmet. 1964 Kıbrıs Çıkartması'nda Evliya'nın Rolünden bahsederek "Hocam, bazı Evliya'nın Kıbrıs'ta Türk Ordusu ile birlikte Rumalar'a Karşı savaştığını görmüşler" diyenlere "ben öyle Evliya'nın...O nasıl Evliyaki, Yahudi İşgali altındaki Qudus’ü kurtarmak için İsrail'e karşı savaşmaz "diye gülerek Cevap verir.[9]

 

 

 


 


[1]          İHE  Malatya'da çok Büyük bir Sorgulama Çığırı açar. Vahhabi derler. Çekmegil gidip tanışır. Mescidler'de Kıble tarafına Levha asılmasına Karşı'dır Ezherli'dir. Farz'la Sünnet arası okunan İhlas'a karşıdır. Dinizi yıkıyor diye aleyhine İmza toplarlar.

 

[2]          Mısır'da Eğitim gören Erzen , Ezher Islahatı'nın İzleyicisidir. Arapça'ya ve İslami İlimler'e Derin Vukufiyeti vardır.

[3]          "Babam İ.H.Erzen'in Malatya'daki Son Yıllar'ına yetişmiş olmasına ve O'nunla Uzun Süre birarada bulunmamasına rağmen, Çekmegil Aracılığıyla O'nun Yaklaşımlar'ını Öğrenme İmkan'ına Sahip olmuştu. Böylece, kendisinde zaten Mevcut olan Araştırmacı Ruh daha Cesur ve Sistematik bir Sorgulama Tavrı ile birleşerek sonraki Düşünce ve Mücadele Hayat'ına Yön veren Temel Çizgi'yi oluşturuyordu. Daha önceleri de pek fazla Sıcak bakmadığı, ama Medreseler'de aldığı Terbiye Sebebiyle Yüksek Ses'le İfade etmeye Cesaret edemediği Geleneksel Yorum ve Değerlendirmeler'le İlgili  İtirazlarını artık daha Sistematik ve Açık bir şekilde İfade etmeye başladı. Ve Çekmegil'in İ.H.Erzen'den devraldığı, ama biraz daha basitleştirerek İfade etmeye çalıştığı Farklı Yaklaşımları daha İlmi Temeller'e oturtmakta Önemli Katkılar'da bulundu.

            Ama aralarında Mevcut bir Takım Farklılıklar da giderek belirginleşmeye başlamıştı.

            1. Başlangıçta bir Uslup Sorunu olarak ortaya çıkmıştı. Çekmegil'in Vaktiyle "Diyalektik" olarak adlandırdığı ve "Diyalektik Anlayışımız" İsimli Kitab'ında tanımlamaya çalıştığı bir Tartışma Uslub'unu Şiddetle Uygulama Eğilim'indeydi. Çekmegil'in "Diyalektik" olarak adlandırdığı bu Yöntem, Diyalektik'in bilinen Anlam'ıyla Tez-Antitez Çatışması ve Sonuçta bir Sentez'e ulaşılması Sürec'inden Farklı olarak Tez-Antitez çatışmasını, ama sonuçta Tez'in Antitez'e Üstünlük sağlamasını anlatmaktaydı. Bu Anlam'ıyla Diyalektik'in Amacı, Muhatab'ının Düşünce Sistematiği'ni bozarak onu Tuzağa düşürmek, böylece Tartışma'da kendini, Tez'ini savunamayacak Durum'a düşürmekti. Muhatab'ının Mantıq Zinciri'ni kırmayı ve O'nu Teslim almayı hedefleyen bu Uslup, giderek kendi kendini de yıkacak bir noktaya ulaştırılmıştı. Böylece, Asıl Amacı yıkmak ve bozmak olan bir Tartışma'dan Verimli bir Sonuc'un alınamayacağı açıktı.

            Babam da tartışmalarında Muhatab'ın Düşünce  Yapısı'na karşı aynı Ölçü'de Sarsıcı bir Uslup kullanmasına rağmen karşısındakini Mantıq Tuzaklarına düşürerek Düşüncesini Kabul ettirmeyi değil, Konu'nun O'nun görmediği Tarafını göstermeye Yönelik daha İkna Edici bir Tavrı benimsiyordu. İkisinin Uslub'undaki Ortak Özellik  olan Sarsıcılık, Muhatab'ın  Zihnindeki Geleneksel Öncüller'i hiç çekinmeden Şiddetle Sorgulama Anlam'ına geliyordu. Ancak, birinde Tartışma bir Yenme-Yenilme Olayı olarak görülürken ötekinde bir Açıklama ve İkna etme Süreci'ydi. İnsanlar yenilmeye her zaman Açık'tırlar. Bu, Çekmegil'in Diyalektiğinin Çıkmazının en Belirleyici Faktör'üdür.

            2. Müslümanlar'ın Hayat Karşısındaki Tavrı ve yaşadığı Dünya'ya Bakışı ile İlgili'ydi. Aydınlar'ın Mücadele Boyutu'nu ilgilendiriyordu.

            İslam Düşünce Tarihi'ne kabaca bir Göz attığımızda, başlıca 3 Tür Aydın Tavrı ile karşılaşırız:

      1.Yaşadığı Toplum'un Siyasi ve İdari Otorite'sine tam Biat etmiş, Genel Toplumsal Yapılanma'ya karşı hiç bir İtiraz'ı olmayan, yalnızca Toplum'un ve Bireyler'in Gündelik ve Kişisel İhtiyaçlar'ına Rahatlatıcı Fetvalar bulmaya kendini adamış İlim Adamı ve Aydın Tavrı.

    2. Toplum'un Genel Yapılanma Tarzına, Siyasi ve Sosyal Otorite'nin yapıp ettiklerine Kayıtsız bir biçimde kendi Özel Dünyası içinde Zihinsel Fonksiyonlar'ını İcra etmeye çalışan, daha çok Spekülatif bir Dünya'nın Sınırları içinde Dolaşma Eğilimi'nde olan yahut İnsan'ın Varoluşsal ve Sosyal Konumu ile hiç bir İlgisi olmayan Kolay ve Basit Düşünce Alanları'nda gezinmeyi Tercih eden bir Aydın Tavrı.

    3. ve Örnekleri çok fazla olmayan, ya da Resmi Tarih'in Kayıtlar'ına geçmemiş olan Grup ise, İnsan'ı hem Bireyselliği hem de Toplumsal Sistem'i içindeki Konum'u ile ele alan, daha Global bir Yaklaşım'ı benimsemiş Aydınlar'dan oluşur. Bu Yaklaşım , hem İnsan'ın Düşünce Dünyası'na, Zihinsel ve Moral Değerler'e, hem de içinde yaşadığı Sistem'e karşı Duyarlı bir Tavır gerektirir. Bu Tavrın Özü, Sistem'in İnsan'ın Moral Değerler'ine ve Düşünce Kaynakları'na karşı uyguladığı Yıpratıcı ve Saptırıcı Politikalar ile Mücadele etmektir. Bu da tabii ki Muhalefet demektir, Sistem tarafından Bozgunculuk'la suçlanmak demektir.

            Babam ile Çekmegil arasında Söz'ünü ettiğimiz Önemli Farklılık işte bu Son iki Aydın Tavrı arasındaki Tarihsel Farklılığın bir İzdüşümü Niteliğindedir. Çekmegil daha çok 2. Aydın Tavrına yakın iken Babam 3.Grup içinde yer alma çabasındaydı.

            Daha Sonraki Yıllar'da Türkiye'de ve Dünya'da Meydana gelen bazı Siyasi ve Fikri Gelişmeler, bu iki Tavır arasındaki Farklılığı iyice kapanmaz hale getirdi. Bu Durum, sadece Malatya'da ve sadece Babam ile Çekmegil arasında değil, tabii ki Türkiye Geneli'nde, hatta Bütün İslam Dünyası'nda göründü.

            Bir Takım Hurafeler'e ve Farzlar'ı unutturan bazı Dini Törenler'e karşı başlatılan Sert Mücadele ve adeta Mason Locaları'nı andırır hale gelen bazı Tarikatlar'ın gerisindeki Mantığa yöneltilen Şiddetli eleştiriler Sebeb'iyle, özellikle 1970li Yıllar'da , Babama ve Çevresindeki Gençler'e karşı Sistematik bir Karalama Kampanyası başlatılmıştı. Bu Kampanya "Vahhabiler'le Mücadele" Adına yürütülüyordu. Vahhabilik o zamanlar Sünnet Düşmanlığı, Mezhepsizlik ve Tasavvuf Düşmanlığı gibi Eğilimler'in Kaynağı ve Hamisi olarak biliniyordu.

            Bütün Geleneksel Kamplaşmalar'ı, Mücadele Yöntemler'ini ve Stratejiler'ini Kök'ünden sarsan İran Devrimi  başlayınca bu defa  Vahhabiler, Şia'ya karşı Ehl-i Sünnet'in Hamisi Konumuna büründü. Batı Dünyası'nın Desdeğini aldı. Malatya'daki Saflaşmalar da alt üst oldu. Birden Vahhabiliğin Resmi İdeolojisi olduğu Ülke ile Siyasi Fikri Bağlantı'ya girdiler. Suçladıkları Çevre'de de Kopmalar oldu.  Ehl-i Sünnet Cephesi ile Uyumlu bir İslami Mücadele Anlayışı benimseyenler, Babam'ın da içinde yer aldığı öteden beri savunduğu Mücadele Çizgisi'ni  değiştirmeden  Hakim Sistemler'in Empozeler'ine karşı çıkanlar.

            Malatya 1960lı Yıllar'ın Sonu'ndan başlayarak İslam Kültürü'nün Kritik Göz'le sorgulandı yerdi. Türkiye Müslümanları'nın Gündem'ine Qur'an'ı yeniden sokmayı amaçlayan bu Akım'ın Öncülüğünü yapanlardan biri Rahmetli Babam'dı.

            Qur'an ile Doğrudan ve Aracısız Muhatap olmayı sağlayan Arapça Öğretim'ine Önem veriyordu. Genç Kuşağın bu Konu'daki Kayıtsızlığına üzülüyordu.

            Lise Çağları'nda, Malatya'da Müthiş bir Kitap Tüketme Hırsına kendimizi kaptırdığımız Yıllar'da, bu Yol'un bizi Qur'an'ı anlamak için Gerekli Araçları edinmekten alıkoyacağını ve daha da Önemlisi Zihinler'imizi körleştireceğini düşünerek bizleri sık sık uyarıyordu. Bir Gün Hasan Hüseyin Kalaycı'nın Rüzgar'ına kapılarak Dostoyevski okumaya kalkışmış ve ilk olarak Hacmi Fazla Korkutucu olmayan Beyaz Geceler Roman'ıyla başlamaya Karar vermiştim. Kitapcı'dan aldığım Roman'ı Ev'de El'imde görünce öfkelenmiş, El'imden kaptığı gibi fırlatıp atmıştı. Bu Olay'dan sonra Uzun bir Süre El'ime Roman almamıştım. Öfke'sinin Temelinde Sanat Edebiyat Düşmanlığı yoktu. Babam'ın Yegane Amacı bizleri ve bütün Talebeler'ini Öncelikle Qur'an'ın bu Zengin, Kapsamlı ve Aydınlatıcı Dünyasına çekmeyi sağlamaktı. Genç Kuşağın Son Yıllar'da giderek artan Oran'da Bütün Engelleri atlayarak Doğrudan Qur'an'a Muhatap olmaya başladıklarını görmesi O'nun en Büyük Sevinc'iydi.

            Ardında Sayfalar üzerinde, Kitaplık Rafları'nda Kımıltısız duran Cansız İşaretler ve Nesneler değil, yaşayan, Hareket eden, Nefes alıp veren Canlılar bıraktı. Malatya'da, İstanbul'da, Ankara'da, Elazığ'da ve daha bir çok Mekanda O'nu Rahmetle yadeden, Hatırasını Bütün Canlılığıyla yaşatmaya azmeden, Yokluğunun Hüznünü özlediği bir Dünya'nın İnşası Yolunda attığı Temeller'i yüksektmenin Coşkus'una dönüştürmeye çalışan İnsanlar.

[4]          "37 Yıllık Arkadaşım... Urfa'dan Malatya'ya Göç etmişlerdi. Sıtmapınar Camii'nde Molla Camii Dersleri okuduğumuz sıralarda bir Gün, sonradan Damad'ı olacak Akrabası Hüseyin Kiraz'la çıkıp geldi. Bir kaç Ders'i Takip ettikten sonra gelmedi. Hüseyin bizimle Dersler'e Devam etti. 1955 de tanıdığım Said Hoca ile daha sonra Fikir Arkadaşı oldum. Sonraki Yıllar'da Bingöllü Hacı Raşid'in Ev'inde  Miratu'l-Usul Adlı Usulu-Fıqıh Kitab'ını Müzakere ettik. O Gün'ün Şartları ve İmkanları içerisinde bir hayli Konular'da birbirimize Fikri ve İlmi Yardımlar'da bulunduk. Malatya'ya İslam Anlayışının Neşrine Yardım edem Erzen'in Fikri olgunlaşmamızda Büyük Rolu oldu.

            Müslümanlar'ı, özellikle belli bir gGrub'u bu Hurafeler'den kurtarabilmek için çok Mücadele veriyor, verdiği Mücadele'nin Sonunda Bitap kalıyor, Sinirler'i boşalmış bir hal'de Ev'e dönüyordu... Boran Köyü'ndeki bazı İlahlar'a dokunmamış olsaydı Bayram Namazı'nda yaptığı Konuşma'dan dolayı 12. Madde'den Mahkeme'ye sevkedilmezdi. Din'in Parçası sayılan Mevlid'e, Göl'deki Balıklar'ın Kıbrıs Savaşı'na gidemeyeceğine dair Sözler Sarf edilmemeliydi. ..Hutbeler'inde "Ey Namaz kılan Müşrikler" diyebildiği için Rahat bırakılmıyordu. Ramazan Vaazları'nda Ortaklaşa Vaaz ettiğimiz Merkez Camii'nde 2-3 Saf Cemaat bulamazken, Hurafeler'le Cemaat'ı güldürüp eğlendiren "Cennet'in Duvar'ındaki Delik'ten boşalan Cehennemlikler'in Kan ve İrinler'ini Mahkeme'ye vermek için Cennetlikler'in hiç bir Avukat bulamadıklarından" bahsedenlerin Vaazları Cami Dolusu Cemaat'la dinleniyordu."

[5]          Kalem Dergisi'nde Tefsir Çalışmaları yayınlandı."İlk Mesajlar" Adlı Kitab'ında 7 Sure Tefsirini topladı." Hoca ile ilk Tanışıklığımı hiç hatırlamıyorum. Geri'ye dönüp baktığımda sanki onunla hep Tanışıklığımız Var gibi geliyor bana. İlk Gençlik Yılları'mın en Taze Anılar'ı, en Canlı Olaylar'ı, en Çarpıcı Günleri onunla birlikte geçmiş ve sürüp giden Hayat'ımın bir Dönüm Noktasını Teşkil etmiştir.

            Malatya'da bulunduğumuz Uzun bir Dönem'de, Hoca ile birden bire Hızlı bir İletişim Ortam'ında bulmuştum kendimi. Bu Şans'a Sahip olmamda biraz da Malatya'nın Melekbaba Bölgesi'nde İkamet etmemin Payı vardı.

            Bir Haftalık Okul'dan uzaklaştırılma Ceza'sına çarptırıldığım sırada Arapça Dersler'imi Takviye etmek üzere gittiğim Melehpaşa Camii'nde O'nu daha yakından Tanıma Fırsatı buldum. Onunla sürdürdüğümüz 7 Günlük Arapça çalışması ile bu Cazayı kolayca atlattım. Bu sürede tuttuğum Gramer Notları Hoca'nın Engin Arapça Bilgi'sinin bir Gösterge'siydi.. Artık her Fırsat'ta gidip geldiğim, görüştüğüm, sorup öğrendiğim bir Arkadaş'tı benim için. Bildiklerini öğreten, gördüğü Yanlışlar'ı düzelten, daha da Önemlisi Qur'an okumayı özendiren bir Arkadaş..

            Çok İyi Arapça biliyor ve bunu Öğrenciler'ine Düzeylerine göre öğretiyordu. İnsanlar'la kurduğu Kişisel İlişkiler'de oldukça Samimi, Dürüst ve İçten'di. Yaş, Kişisel Durum ve Sosyal Statü gözetmeden , Çok Sıcak İlişkiler kurabilmesi Sayesinde her Topluluğa Rahatlıkla Girip çıkmış bildiği İnandığı Doğruları her Yer'de savunabildi. Ev'de, Sokak'ta, Cami'de, Dernek'te, Kahvehane'de, Esnaf Dükkanlar'ında, bulduğu her Mekan'da hemen bir Sohbet Havasına girilir ve bir İlim Halkası oluşuverirdi. Sorular sorulur, Cevaplar alınıp tartışılır ve birşeyler, mutlaka bir Şey'le iz bırakırdı Bellekler'de.

            Onunla Melekbaba'nın Tozlu Çamurlu Yollar'ından; Yaz Kış demeden, Şehir Merkezi'ne doğru nice Yürüyüşümüz oldu. Ve tüm bu Yürüyüşler'de ondan Yerli Yersiz sorup öğrenmeye çabaladığım nice Usanç Verici Sorularımı, bıkmadan Arkadaşça Dostça yanıtlamaya çalışması, ben'de öylesine bir Etki bırakmıştı ki İlk Gençlik Yılları'nda başlayan bu Hoca Öğrenci İlişkisi giderek perçinleşenecek ve ölünceye kadar sürecek bir Dostluk Bağı oluşacaktı.

            Klasik İslami Kültür'ü Temsil eden birçok Ulema gibi Said Hoca'da aynı Kültürel Ortam'da yetişmiş, aynı Dini Kültürel Hava'yı solumuş olmasına rağmen, onda, Qur'an'ın her Zaman Canlı, Taze, Diri, Dinamik ve Devrimci Hava'sının yansıttığı Fırtınalar'ı izlemek Mümkün'dü. O önce bir Qur'an Öğrencisi sonra da bir Qur'an Öğretmeni'ydi. Bir Kültürel Donukluğun ve Durağanlığın Ölü bir Yaz'ını yaşayan bu Dönem'de, o, Qur'an Rüzgar'ını Yansıtma Savaşı'nı vermekteydi. Birçok Engeller'in Köşe Başları'nı tuttuğu bir Dönem'de böylesine bir Savaşım vermenin Sorumluluğunu yüklenmenin Bilinc'iyle Yola çıkmalıydı. Said Hoca'da Ev ev, Kent kent uzanabildiği, Güc'ünün yettiği yere kadar tüm Türkiye'yi dolaşarak Allah'ın Din'ini, Hurafesiz bir Biçimde Tebliğ etmeye çalıştı. İslami Bilgi Adına birçok Hurafe'yi Temsil eden Değişik İslami Gruplar'ın önde gelenler'iyle giriştiği Hareketli Tartışmalar'ın bazılarını İzleme Şansına Sahip olmuştur. Tartışan Taraflar'ın giderek Yükselen Ses Tonlar'ıyla ortaya koydukları Tepkiler ve Tartışma Sırasında Karşılıklı sunulan Deliller'in, Zayıflık ve Sağlamlığı bize İş'in Ciddiyet'ini anlayan biz Yaş'taki Gençler'e, İş'e nereden başlayacağımız Konusunda İpuçları verdi, Ufkumuzu aydınlattı.

            Said Hoca, en başta Qur'an'a olan Vukufiyet'i ve bunu sürüp giden Yaşantı'nın bir Parçası yaparak Allah'ın Kitab'ını Hayat'ın Yegane Gündemi Haline getirmek için verdiği Ciddi  ve Kalıcı Etkinlikler'le, Değerli bir Alim ve bir Aksiyon Adamı olarak, onu tanıyanların Hafızlar'ından Uzun Yıllar silinmeyecektir."

[6]          Hoca'nın kendi İfadesi ile Ferdi İrşad Öncelik tanıdığı en Önemli Konu'dur. Bireyler'in tek tek eğitilmesine, bilinçlendirilmesine Öncelik tanımak... Bu Mücadele içinde Qur'an'ı anlamaya çalışan Samimi bir Kişi'nin Hoca'dan göreceği en Büyük Yardım hiç şüphesiz Arapça Konusunda olacaktı.  Said Hoca ile muhtemelen 1976 veya o Yıllar'da tanıştık. Tanıştığımız Gün'den, El'de ettiklerinin Karşılığını görmek üzere Rabb'imize döndüğü Gün'e kadar geçen Süre'de Hayat'ı ve Mücadele'sinin Doğruluğuna Tanık oldum."

[7]          " Bir Fotoğraf'a bakıyorum. Siyah Beyaz Suretler'in İş'e yaradığı Günler'den kalma. İş'e yaramak ne Kelime, Herkes'in El'ine geçmediği Yıllar'dan kalma. Ora Halli bir Memur Çocuğu olmama rağmen, El'ine geçen Emsalsiz bir Fırsat'ı değerlendirmenin Gizli Sevinc'iyle, Tüysüz Surat'ıma yüklediğim o Bilgiç Eda, o Sahte Ağırbaşlılık ve Çocuksu Heyecan'ımla Tarif edilemez Mutluluğumu gizleyemiyordum. Fotoğraf'ın arkasına Poz verenlerin Şistesi: 13 Kişi. Ama Tarih yazmamışsın. Kara Saçlı, Kara Bıyıklı, Sakalsız ve Dinç bir Said Ertürk Hoca: Said Çekmegil'le yanyana oturuyorlar. 1965 Yılı olabilir mi? Malatya Fikir Kulubü Tabelalı Çalışmalar'ına Henüz son vermemiş. Çekmegil'in Terzi Dükkanı'nın hemen arkasında, Bahçemsi bir Mekan'da Kulup Çalışmaları sürüyor. Kış Ayları'nda Çekmegil'in Terzi Dükkanı'nın Kapalı Mekan'ında toplanıyoruz.

            Fotoğraf'ın Maksadı da şu: Kulup Toplantıları'nın Müdavimler'inden bir Gurup Havacı Astsubay Arkadaş'ın Tayinler'i çıkmıştı. Onlar ki, birçoğu ile hala Haberdar olduğumuz çok Değerli İnsanlar'dı. Tayin olup uzak Diyarlar'a gidecek olan Astsubay Arkadaşlar'ın, hatırlıyorum Uzun Rica, Israrlar'ıyla çektirilmişti bu Toplu Fotoğraf. Kulub'deki o unutulmaz, o Benzersiz Birlikteliğin Anısına çektirilmişti. Bakıyorum da, o Günler'den geriye Somut olarak bu Fotoğraf'tan başka birşey kalmamış El'imizde sahiden.

            Çekmegil'in adate Hayat'ının tüm Safhalar'ını katarak Büyük bir Özveri'yle sürdürülmesine Katkı'da bulunduğu bu Kulup, Liseli Yıllar'ımda benim de Zaman'ımın uzunca bir Kısmını harcadığım bir tür Yuvam olmuştu. Aile'min, Öğretmenler'imin, Malatya'nın Yerlisi Arkadaşlarımın Tüm Uyarılar'ına karşın, Öcü'ye sokulmaktan korkmaksızın, Kulub'un en Genç Üyesi olmanın Zevk'ini ve Onur'unu her Zaman taşıdım.

          Kulub'te Hocalıklarını, Ağabeyliklerini, üzerimdeki Haklar'ını hiç unutmayacağım birkaç Önder tanıdım. Bunlardan biri de Said Ertürk Hoca'ydı. En Önemlisi o da benim gibi Malatya'da bir Elazığlı'ydı. Durdurulmaz, Kolay Söz dinlemez bir Tip miydim, bilmiyorum, benimle çok uğraşırdı. Hoca'nın Rahle-i Tedris'inde Diz kırıp Düzenli Dersler aldığımı söyleyemem. Kimi Arkadaşlar'ım ondan Arapça Sarf Nahiv öğrenirken, ben Sosyal Hayat'ın Çeperler'ini zorlayan Sorular'la Hoca'yı bunaltıyordum, usandırıyordum. Ama o asla usanmazdı. Laf aramızda, kendisinden Arapça Ders almaya gelen Molla Kılıklı İnsanlar'dansa bizden daha çok Ümitli'ydi. Zira  Müslümanlaşma ve Bilgilenme Süreci'ni Siyasal Hassasiyet'le sürdüremeyenlerden Fazla Ümitli değildi. Mevlithan veya Namaz Kıldırma, Ezan Okuma Memuru'ndan başka Birşey olamazdı, onlar. Bizse Ateş'le oynuyorduk belki ama Statü'yü zorluyorduk; bu da Hoca'nın Yüzünün gülmesine neden oluyordu. Hoca, bizim Anarşist Yanımızı seviyordu herhalde.

            Çocuk Felci ve Çiçek gibi o Dönem'in Moda bilumum Hastalıklar'ını geçirmiş, Doğuştan Sakat kalmıştı. İçinde taşıdığı Müthiş Enerji'yi, o Sakat Ayaklar'ıyla, Sağlamlar'a Taş çıkartırcasına Eylem'e dönüştürüyordu. Ancak Sakatlık Psikolojisi'ylemi nedir, Hak Adına daha birşeyler yapmamış olmanın Acısını, İlgisini, Dinamik Gençler'e yönelterek gidermeğe çalışırdı.

            Sahici Alimler'dendi. Bir Soru sorulduğunda, biliyorsa hemen bıkmadan, usanmadan, tüm Teferruat'ıyla öğretmeye, aktarmaya çalışırdı. Kuşkulandığı Konular'ı soranla birlikte araştırıp öğrenmek ve öğretmekten çekinmezdi. Her Zaman Öğretmen, her Zaman Öğrenci'ydi. Şablon Bilgiler'den, Tabela Düşünürler'den değildi. Kafa'sını Kum yerine Kitaplar'a gömmüş Akademisyenler'e de benzemezdi. İnsanlar arasında yaşayan, İnsanlar'ın tüm Duygular'ını paylaşan, hoşgören ve en Önemlisi bilmiyorum demesini bilen Ender Alimler'dendi.

       Dünya'daki İslami Hareketlilik, Son yy.da Belirgin bir Gelişme gösterdi. Türkiye'de de, Son 30 Yıl'dır bu Gelişim Sürec'inde Yerini alacağa benzemektedir. Bu Süre'deki Gelişim ve Katılım içinde Malatya Ekolu'nun Önemli bir Rolü olduğunu gözlemlemişizdir.

       Özellikle Ana Kaynağa Dönüş, Bilimsel Davranış, Özenli ve Doğru Düşünüş Tarzlarının yaygınlaşmasında, Müslümanlar'ın kendi Kafalar'ıyla Düşünme'ye özendirilmesinde, Statüko'nun en çok Fikir Planı'nda, bazen de Eylem Planı'nda sorgulanmasında Malatya Ekolü'nün Yeri ve Önemi üzerinde Ayrıca durulmalıdır. Ancak burada Malatya Ekolü içinde Said Hoca'nın Mümtaz ve Vazgeçilmez yerine İşaret etmemek Haksızlık olur. Arapça'ya Vukuf'u, Mantıq Bilgisi ve Diyalektik'teki Düzeyi O'nu hemen öne çıkan bir Şahsiyet kılıyordu.

       Malatya Ekolü'nün en Büyük  Farklılıklar'ından biri, belki de zaten kendiliğindenmişcesine Doğallık'la kurulan Birliktelikler'in arasındaki Hususiyet'ti. Bir de İnsan İlişkileri'nin Luzumsuz Teşrifatlar'la boğulmaması, en Küçük Yaş'taki Üye'nin, en Büyük Üye'yi Fikir Planı'nda kıyasıya eleştirebilme Alışkanlığıydı; ne çekmiştir Hoca Patavatsızlıklarımızın El'inden, Allah bilir..

      Lise Öğrencisi'ydim. Okul'uma kadar gelir, Hal'imi Hatır'ımı sorardı. Arkadaşlarım arasında Koca Adamlar'la Arkadaşlık eden Erken kocamış bir Adam gibiydim. Biz O'nu aramadık mı özler, o bizi arardı. Resmiyetler'e Prim vermeyen Sahici Kardeşlik İlişkisi ve HuQuq'u vardı aramızda. Gece'nin 3inde, 4ünde, Bekar Mantığımızla Kapı'sını çalıp uyandırdığımız, Sabahlar'a kadar Rahatsız ettiğimiz, kendisinin de bundan Hesapsız Zevk aldığını farkettiğimiz az mı oldu?

        Said Hoca'nın, Çağdaşı Türkiye'li Hocalar'dan en Bariz Farkı, Sistem'le Sahici Kavga'sıydı. Hocalar'ın Çoğunun Sistem'e Entegre olduğu bir Dönem'de, Said Hoca Gemileri yakıp, Cümle Putlar'ı deviren Cins'tendi. Sürekli Sürgünler, Kovuşturmalar, Kovulmalar yaşadı. Yedeğinde, Sistem'e Karşı hiçbir Zaman Taviz vermedi. Defalarca yukarıdan uyarılır, üç Kuruşluk Ekmeğinin gideceğinden asla korkmazdı. Hane'de Yığınla Evladu Iyal da varken..

      Türkiyeli Hoca Takımı'nın Büyük Çoğunluğunun, Hocalığın halk ve Yönetenler Nezdindeki Nimetler'ini devşirdiği bir Ortam'da, o bu tür Nimet'tense Külfet'i Tercih ediyordu. Türkiye'de özellikle Sistem'in Baskı Gücünden çok, sanıldığının aksine Halk Yığınları'nın Gizli bir Baskı Gücü vardır. Halk, Alışkanlıklar'ını Din edinmiştir. Bunların karşısında olanları arasına almaz, dışlar. Said Hoca en çok da bu Dışlanma'dan korkmamıştır. Hakk'ı karşısına almaktansa Halk'a Ters düşmeyi seçmiştir çoğu zaman. Bu yüzden İftiralar'a uğramış, Tehdit edilmiştir.

       Fakulte'ye okumak için geleceğim Yıl, Hoca'nın yanına gittim. Çok Sıkıntılı ve Üzüntülü'ydüm. O güzelim Birliktelikler'in ardından İstanbul' da Yalnız kalma K'orkum vardı. Öyle de oldu ya nitekim, Uzun Yıllar Yalnızlık çektim. Bizim gibi düşünmeyenlerle Ülfet etmek, anlaşmak Zor'du. En çok Müslümanlar'dan çekiyor, en çok onlarla Anlaşmazlığa düşüyordum. Neyse Hoca'ya gittim. İstanbul'a kime gideyim, nereye başvurayım diye sordum. Hayli düşündü. O Yıllar'da şimdiki kadar Ünlü olmayan Molla S.den sözetti. O'na git, ola ki aradığını bulasın, dedi. İstanbul'da Molla S.yi biliyorlardı. Aramaya fırsat kalmadan bir Günlük Gazete'de Molla'nın Yazı Dizisi çıkmaya başlamıştı. Okudum, şaşırdım. Molla, ortodosca bir Eda'yla İçtihat Kapı'sının Kapalı olduğundan bahsediyordu. Benim Özgürlükçü Hocam nasıl olmuştu da bana böyle Klasik Kafalı bir Adam'la tanışmamı önermişti? Derhal Malatya'ya gittim. Yazı'dan sözettim, Haber'i vardı. Herhalde biraz da darıldım. Hoca gülümsedi. "Yavrum o Adam bu yazdıklarına inanmıyor aslında, sadece acıkmış" dedi. Bir Hüzün bastı Vucudumu. Terledim. Bir Ağaç Kökünü kemirmek kadar Zor da olsa Yalnızlığı Tercih etmeğe adeta Mahkum olduğumu hisettim o zaman. Hoca da Kimse'yi önermedi artık bana.

        Malatya'da Foto Moda'nın çektiği Siyah Beyaz bir Fotoğraf'a bakıyorum. Bu Fotoğraf'daki Samimi Birlikteliğin Mimarlar'ından biri olan Said Hoca ve Damad'ı Hüseyin Kiraz artık aramızda yoklar. Bir de çok istemelerine rağmen bu Fotoğraf'a giremeyen Fevzi Özer ve Alaaddin Gürün de aramızda yoklar. Zaman  nasıl bu kadar çabuk geçer, anlamıyorum? Dünkü Beraberlikler'in Tad'ı hala Damaklar'ımızda..

        Noksanlıklar'ı görünmeyen Beden'inin Üst Tarafını Flaş'ın Konusu eden Fotoğraf'a bakıyorum. İnandıklarından, düşündüklerinden biriktirdiği Potansiyel Gücü Enerji'ye döndüğü Zaman Çevre'sinde ben dahil Evlad'ı Yaş'ındaki Genç İnsanlar'a Taş çıkartırdı. Onunla yürümekten yorulur, onunla tartışmaktan yorulur, onunla düşünmekten yorulurduk. yalnızca Bilimsel, Düşünsel Birikim'iyle  değil, Fiziksel Enerji'siyle de Önder'imizdi.

         F.Özer'in Terzi Dükkanı'nda Fususu'l-Hikem'i okurduk. Biz okurduk; o dinler, tartışır ve şerhederdi. Saat Gece Yarıları'nı geçerdi. Biz, kendimizi Ev'e Zor atar, çok kere Sabah Namazı'nı araya kaynatır, ancak Öğlen Saatleri'nde uyanırdık. O ise Sabah Namazı'nı Mescid'de kıldırır, Kahvaltı'dan sonra Öğrenci okutur, sonra Çarşı'ya çıkar, öğlene kadar Ortalığı turlar, Öğlen Namazı'na Görevli olduğu Mescid'e geri döner kavuşurdu. Biz ise ancak İkindi üzeri toparlanıp Soluğu Çarşı'da alırdık. Çarşı bizim için Sofular Kahvesi'ydi.

       Bizimle Yılmaz Güney'in Filimleri'ni izlemeye gelir, onun Haksızlıklar Karşısında şahlanan Naralar'ını alkışlardı. Fiili Kavgalar'da bile Gençler'in Uzağında değildi.

      Özellikle evlendikten sonra Pasif bir Yaşamı seçen Eski Mücadeleci İnsanlar'ı hiç bağışlamaz, onları Ağır İfadeler'le suçlardı.

       Çingeleler, Külhanbeyleri, Müftüler, Tabipler, Tüccarlar, Büyük Bürokratlar, onun Tebliğ Şemsiyesi'nin altında bulunurlardı. Zalim Sultan'a karşı Hakkı söylemesiyle Peygamber Övgüsü'ne Layık olmuş İnsanlar'ın Soyu'ndandı. Müthiş Örnek bir Cesaret'i vardı.

     Müslümanlar'ın arasında aynı Bünye'den üremiş Kötü Huylu bir Mikrop, bir Ur gibi büyüyen, Yobaz, Bidatçı, Hurafeci, İstismarcı Hacı Hoca Takımı'nı Teşhis etmede ve onlarla başetmede Özel Yöntemler'i vardı. Kimsenin kolay kolay beceremeyeceği Espriler'le, İroniler'le Hasımlar'ını Dize getirirdi. Hak'tan, Hakikat'tan Sağlıklı Deliller'i Zaten bulunmayan bu tür Ham Softalar'ın Said Hoca'dan Ödleri kopardı. Çevresinde Sürekli Genç, Dinamik, Araştırıcı ve Vurucu Müslümanları bulunduran, onlarla bulunmaktan Hesapsız Zevk duyan Hoca, elbette Resmi Dindarlar'la, Ruh'u ihtiyarlamışların Hedef'i olacaktı.

        Bu bakımdan onun Telifat'ı, en az Evlaltları kadar Değer ve Emek verdiği o Zaman'ın Genç, şimdilerin Orta Yaşlı Kuşağı, benim Kuşağımdı. Üzerimizdeki Samimi Emeği'nin Hakkını nasıl öderiz? Ola ki Allah'tan bir Merhamet ola. Zira ki biz ona Dünya Gözü'yle bizden görmeği umduğu İkbal'i gösteremedik.

         İlk Öykü Kitabım Gavur Kayırıcılar'ın Aşık Ahmet Öykü'sündeki Meşhur Topal İsmail Hoca, Said Hoca'ydı. Bir çok Arkadaş'ımla birlikte benim de Manevi Mimarlarımdan birisiydi. Sanki Öcüler'le, Çarpıtılmalar'la, Manevi Tokatlar'la korkutulmuş Müslüman bir Kitle'nin Zincirleri kırmaktaki Cesaret Kaynağıydı o. Tabular'a, Putlar'a, Taputlar'a ilk dokunan, dokununca kendisine hiçbirşey olmayan, bizi de bu Cesaret'iyle utandırıp arkasına katan Yüce Mimarlar'dan biriydi o.

       Said Hoca Sözkonusu edildiğinde neden ben hep kendimi anlatıyorum? Bir Mimar'ı anlatmakla, Eser'ini anlatmak aynı Şey'de ondan herhalde. Üzerimizdeki Emeğini inşallah unutmayacağız.

       Büyük bir Kitlesi İrtidat'la Buruna gelmiş, bir Kitlesi Nemelazımcı, bir Kitlesi Günlük Politika'nın Hışmına uğrayarak Telef olmuş bir Kuşağın arasından böylesi Sağlam Mantıklı, Çağdaş Sorunlar'a eğilebilen, İslam'ın Espirisini kavramış bir İnsan nasıl çıkmıştı? Üstelik Çoğunun Arza Ayak basmayıp Bulutlar'da gezdiği, Para almasa Namaz bile kıldırmayacak olan Hoca Takımı arasından böyle bir İnsan.

      Said Hocanın bana da Hocalık etmiş olmasının Avantajlarını Dünya'da olabildiğince kullandım ve kullanacağımda inşallah. Ümid ederim Ahiret'te de bunun belli Avantajları olur."

[9]          Biyografi S.Arslantaş'ın Hoca hakkında derlediği Kitap ve oğlu Ahmed'in Dünya ve İslam'da (Yaz,1990 s.131-140) Vabası hakkında yazdığı "Said Ertürk/ Bilgi ve Hayatın Eşsiz Uyumu " Adlı Makales'inden özetlenerek hazırlandı.