Ercümet Özkan

1938-1995

 

       1960 Sonrası Türkiye'de Qur'an’i Radikal Akım’ın Önemli İsmi olan Özkan'ın Biografisini Eş’inin sunduğu Özel Bilgiler Işığında İktibas Özel Sayı’sında Yer alan Yazılar’dan yapılan bir Özetleme’yle aktarıyoruz..

       23 Ocak 1938 Soğuk ve Karlı bir gün, Kırşehir'in Mucur İlçesi’nde  doğdu. Hüsniye Hanım la,[1] PTT Telgraf Memuru Mehmet Ali Bey'in[2] 2. Çocukları’ydı. İki Yıl sonra Erol [3] doğdu. Annesi de Ev’de Çocuklar’ını yetiştirmeye Gayret ediyordu. Baba’sının Sert ve Otoriter Tutum’una Karşı Annesi de Sevgi Dolu, Özverili, Cömert biriydi. Baba’sından Haqq yememeyi, Madde’ye tapmamayı, tapılması gerekenin Allah olduğunu; Annesinden Sevgi’nin ne olduğunu, onunla nasıl yaşanacağını, herkese yetecek kadar Sevgi Dolu olmayı nasıl başaracağını öğrendi.

       Babası Memuriyeti dolayısıyla Mucur, Kayseri, Ankara, Kırşehir Çevresi’nde Görev yapıyor, Ailesini bazen yanına alıyor, bazen de Mucur'da bırakıyordu.

       2.Dünya Savaşı Sıralarında İstanbul Yeşilköy'de Görevli olan Babası Aile’sini de yanına aldırtır. 2,5 Yıl’a Yakın bir zaman oraya yerleşmiş olan Ruslar’ın birinin Ev’inde Kiracı oldular. 4 Yaş’ında Ev Sahibi’nin Aynı Yaş’ta olan Oğlu’yla Bahçe’de oynarken O’na kızmıştı. O da Arkadaş’ının Dolu Lazımlığı’nı alıp O'nun Başına geçirir. Lazımlık Başında sıkışıp kalır, ancak Hastane’de çıkartabilirler. Hareketli bir Çocuk’tur. Yine o Ev’in Bahçe’sinde oynarken Kibrit Çöpleri, Çamur, Çakıl Taşları, Kiremit Kırıntıları ile yaptığı Çiftlik Evi’ni, Ev Sahibi günlerce korur "Ercüment Büyük Adam olacak, Süper Zekası var" der.

       6 Yaş’ında  Mucur Cumhuriyet İlkokulu’na başlar. Orta ve Lise Yılları Kayseri'de geçer. Son Sınıf’a kadar Kayseri Erkek Lisesi’nde okur. Dersler’in dışındaki Hayatı çok Renkli geçer. Bir yandan Boks çalışır, diğer yanda Erciyes'te Kayak, Okul Tiyatrosu’nda Oyunlar, Folklor Çalışmaları sürer. Mahalli Oyunlar oynar, Gençler’i çalıştırır.

       Yazları Mucur'a gelirler. Bağ Bahçe İşlerine bakar. O'nun Çocukluk Yılları’nda Jandarma ve Karakol Hakim’di Taşra Yaşantı’sına. Millet’in Bağ’ındaki Bahçe’sindeki Meyvaları yolarlardı. Bir kaç Arkadaş’ıyla birlikte tanınmamak için başlarına Çuval geçirip Jandarmalar’ı Takip ederek döverlerdi.

       CHP’nin Son Zamanlar’ında Ezan’ı Arapça okuyan Hoca’yı, peşine düşen Jandarmalar’dan saklamak için Ahır’da Hayvanlar’ın Yemlikler’inin içine yatırıp üzerini Saman’la Örttüğünü anlatırdı. Hılfu'l-Fudul gibi.

       Daha sonra Tatiller’ini Ciltcilik, Dondurmacılık, yaparak ve Kitap okuyarak geçirmeye başladı. Çok Düzenli, Güzel giyinmeyi seven Genç’di. Kolleksiyon yapmayı seviyor, Pul, Para, Kalem biriktiriyordu. Daha sonraları bu Kitap Sevgi’sine dönüştü, Ev’inin Bütün Duvarları kKtaplar’la kaplanmış haldeydi ölmeden önce.

       Lise Son Sınıf’ta iken Kırşehir'e Tayin olan Baba’sıyla birlikte Ailece oraya yerleştiler. Annesi bir Yıl’dır Felçli yatıyor, kendisinden Küçük 6 Kardeş’iyle birlikte bazı Sorunlar’ın üstesinden gelmeye çalışıyordu. Bu arada Okul bitmişti. Ne yapacağını, Hayat’ını nasıl kazanacağını düşünürken Boks Kursu açmayı düşündü. Daha sonra da Kırşehir'e Yakın olan Hirfanlı Barajı'nda çalışmaya başlamış, aldığı ilk Maaş’la da Anne’sine ve Kardeşler’ine Hediyeler yollamıştı. Maddi Değeri Yüksek Hediye Kabul etmez, Küçükler’e çok Değer verirdi.

       Anne’sinin Acısı ve daha başka Sebebler Ev’den ayrılmasına neden oldu.

       1959'lu Yıllar’da THY'da bulduğu İş’te çalıştı. Kısa bir zaman sonra Ankara'ya geldi ve daha önce Kayıtlı olduğu Huquq Fakultesi'ne Devam etmeye Karar verdi. O'nun için Zorlu Günler’di. Aile’sinden Uzak kalışı, Maddi Sıkıntılar, Özel Hayat’ındaki Proplemler O'nu bunaltıyordu. Aç kalıyor, Açlık’tan Hasta oluyor fakat Dürüstlük’ten ve Onur’undan asla Taviz vermiyordu.

       Adnan Menderes'in Kırşehir'e gideceğini öğrendi, bunu Fırsat bilerek Kırşehir'e, oradan da Mucur'a geçen Başbakan’la görüşebilme Yollar’ını aradı. Menderes'in Mucur'da yaptığı bir Konuşma sırasında, bütün Engellemeler’e rağmen yanına yaklaşmış "Hoş geldiniz" deyip Mucur'a Kütüphane istediklerini söylemiş ve kurulacağına dair Söz almıştı. Mucur'lu Gençler’in bu  Arzuları da gerçekleşti.

       Daha sonra MP Genel Merkezi’nde İş bulmuş, hem çalışıyor, hem de Okul’a devam ediyordu. Artık Siyaset’in içindeydi. Yakından tanımaya başladığı bu Ortam’da içine sinmeyen, O'nu Rahatsız eden bir Şeyler vardı. Türk Ocağı’na gidiyor, Milliyetci Camia ile konuşuyor, Sosyal, Kültürel Çalışmalar’a katılıyordu.

       Hamdullah Suphi Tanrıöver'in kurduğu Türk Ocakları’na gidiyor, A.Hamdi Tanpınar, Mubil Özyörük vs.görüşüp Ufkunu açmaya çalışıyordu. O Yıllar’daki Arkadaşlar’ından biri de Mehmet Bozkurt'tu.[4] Türk Ocağı Tiyatrosu’nda Yönetmeliğini kendisinin yaptığı Alparslan Piyesini Sahne’ye koymuş, Alpaslan Rol’ünü de Başarı’yla oynamıştı.

1959-1960lı Yıllar’dı. Değişik Fikirler’i tanıyor, Kafa’sında Şimşekler çakıyordu. Doğrular Yanlışlar belirginleşiyordu. Okumaya Ağırlık verdi. Basın Tetkik ve Haber Alma Merkezi’ni kurdu 1960 da. Böylece Türkiye Basını’nı taramaya hem Hayat’ını kazanıp hem de çok sevdiği bir işi yapmaya , Gelişmeler’i izleyip, Basın Hayatı’nın içine girmeye başlamıştı.

       Ankara 27 Mayıs öncesi Kargaşa’yı yaşıyordu. Olaylar, Bayar ve Menderes İktidarı’nın Sonu’nu hazırlamıştı. Üniversite Gençliği Sokaklar’a dökülmüş, herkes bir Şeyler söylüyor, bir Şeyler istiyordu. İster istemez etkilendi. Rahatsızlık duyuyordu.

       İhtilal’den sonra, Köylü köy’üne, Evli Ev’ine dönmüş, Rahatsız bir Durgunluk Dönemi başlamıştı.Yassı Ada’nın Sonucu Ülke’yi Şok etti.

       25 Mart 1963 de Lise’den beri 7 Yıl’dır tanıdığı Mukaddes Taner'le[5] evlendi.

       Eş’inin anlattığına göre Öğrenci iken Yabancılar’ın Kontrol’unü delerek Fakulte’ye girip kendisinin Hatır’ını sorardı. Bunu nasıl başardığını soranlara bir Filozof’un Söz’ünü söylerdi:" Kanunlar Zayıflar’ın takılıp kaldığı, Güçlüler’in atlayıp geçtikleri Engeller’dir."

       Yine Eş’inin anlattığına göre Mahalle Muhtarı’na "Ya bu Deve’yi güdersin ya bu Diyar’dan gidersin, demem ben. Hayat’ta kalmayı Aqlıma koyduğum Diyar’dan kaçmak Prensibim değildir. Hem bu Deve’yi güdeceğiz, hem de bu Diyar’da duracağız" der.

       Ankara Sıhhıye'de o Civar’ın Tek tük kalmış Bahçe içinde Eski Evler’inden birini İşyeri olarak kiraladı, hem de Ev’i. Kira’yı çıkarmak için 2 Somya atıp Pansiyoner almıştı. Evlenince Pansiyonerler çıkarıldı. Kalan Somyalar’ın üzerlerine Battaniyeler atılıp Ev’e benzetildi. Ajans Oda’nın birine taşındı. Okumaya, Sanat öğrenmeye gelen Aqraba Çocukları ve Kardeşler’le beraber oluşan Kalabalık bir Aile. Parasız fakat Mutlu Günler’di  Eş’ine göre.

       Kafkas Kültür Derneği’nin düzenlediği Gece’ye gidebilmek için Ev’deki Yoğurt, Süt Kapları’nı sattılar. Kültürel Etkinlikler Hayat’ının o Dönem’inde onu çok ilgilendiriyordu.

       Klasik Zevkleri vardı. Mimari’de, Müzik’te, Giyim’de, Resim’de, Şiir’de hep Klasik olanı severdi. Modern Tarz’ın ona bir Şey anlatmadığını söylerdi. Çalışırken, yazarken, Yolculuk ederken Derin’den gelen bir Müzik Sesi Hoşuna giderdi. Türk Sanat Müziği, Kanun, Ud ve Keman Taksimler’ini Tercih ederdi. Şirk koşmayan Alevi Türküler’ine katılır, "Bu İşin Ustası onlar" derdi. Yahya Kemal’i beğenir, Modern Şiir’den hoşlanmazdı. Dünya Folk Müzikleri’ni dinlerdi.

       Kızılderililer’e Orta Asya'nın İnsan’ına ve Afrikalı Yerliler’e Özel İlgisi vardı. Afrikalı Yerliler’in Çocuklar’ına söyledikleri Ninniler’in Derleme’sinden oluşan Yeke Yeke'yi kurmayı düşündüğü Televizyon’a Fon Müziği yapmaya Karar vermişti.

       Anadolu’nun Sadeliğini, Mimari’sini sever, Safranbolu Evler’inden Hayranlık’la bahsederdi. Hat Sanatı’na İlgi duyar, çok Güzel Hat çekerdi. İhtişam ve Sadelik onun Ruh Dünyası’nda Güzel bir Armoni’ydi.

       1960-1963lü Yıllar, O’nun Gelenekler’in Dışında Gerçekler olduğunu düşünmeye başladığı, Arayışlar’ını Derin’e götürdüğü Yıllar’dı. Düşünce ve Siyaset Alanı’nda Adı geçen herkesle tanışıyor, tartışıyor, Çıkar Yollar arıyordu. Amacı İslam’ı Siyasal Plartform’a taşımaktı. Fakat kime gitse El’i Boş dönüyordu. Ömer Nasuhi ile Saatlerce konuşmuş, Sonuçta ondan; "Bak Huquq Talebesi imişsin, çok da Güzel konuşuyorsun senden iyi bir Avukat olur" Nasihat’ını alınca afallamış, oradan ayrılmıştı.

       Necip Fazıl'ın (ö.1983) bir Toplantı’sında bulunduğu bir sırada O'nun "Qur'an Arapça değil, Rabça’dır" diye ortaya attığı şairce Söz’e verdiği cevap "Rabça bir Kitap İnsanlar’a bir Şey anlatmaz, İnsanlar’a insanca gelen Kitaplar Yol gösterir" demişti. Bu Cevab’ı o Günler’deki Fikri gelişmesini yansıtır.

       Bu Yıllar’da Hizbu't-Tahrir ile tanıştı. Fikirler’ini benimsedi ve Çalışmalar’ına katıldı. Okul tavsadığı için Askerlik Tecil’ini yaptırmamış, 1960 Yılı’nın Eylul’ünde Uşak'ın Karahallı Köy’ünde Öğretmen olarak Görev’e başlamıştı. O Dönem’de Öğretmen Azlığı Sebeb’iyle, isteyen Askerliğini böyle yapabiliyordu.

       Köylüler’le Diyalog kurmak kolay olmamıştı. İlk zamanlar Uzak durmayı Tercih etmişler, Yavaş yavaş yaklaşmaya, sen de bizdensin, Namaz kılıyor, Oruç tutuyorsun diyerek onu İftarlar’a Davet etmeye başlamışlardı. Birlikte Yol, Su, Telefon, Elektrik çalışmalarını sürdürüp Yaz’a kadar da tamamlamışlardı. Bu tür Yaklaşım’ının her zaman Yarar getirdiğine inanmazdı. Böyle Durum’unda Lawrence İsimli Kefere’nin Entari giyip Namaz kılar gözükerek, Araplar’ın Başlarına açtığı İş’i Örnek verirdi.

       2. Öğretim Yıl’ını da Ankara'nın Mamak Semti’nde Köstence İlkoku'lunda geçirdi. 3 Aylık Eğitim’ini de Amasya'da gördü.

       Askerlik Dönüşü Çalışmalar’ına Hız verdi. Geceli Gündüzlü koşturdu. Bir yandan Özel Hayat’ındaki Yanılgılar’a eğiliyor, İslam’a Ters düşüp düşmediğine bakıyordu. Çalıştırdığı Ajans, İsrail Sefareti ile Kupür Anlaşması yapmış Para’sını Peşin almıştı. Kupurler yollanmaya başlanmış, bir iki Ay kadar sürmüştü. Müslümanlar’la Fiili Savaş Hali’nde olan bir Devlet’le Ticari veya başka Türlü bir İlişki kurmanın Haram olduğunu öğrendiği anda Anlaşma’yı feshetmiş, Sefaret’e de Sebeb’iyle birlikte bildirdi. Ödedikleri Para’yı da Zor da olsa Geri verdi.

       Diğer yandan da Fikri Çalışmalar’ına Hız verdi. Arkadaşlar’ıyla hazırladıkları Beyannameler’i bastırıp, Başbakan Demirel'e, [6] Devlet Erkanı’na, Milletvekilleri’ne postalıyor, El’den dağıtıyordu. Hilafet’i kurmanın Müslümanlar’a Farz olduğunu, Kafirler’in Hükümler’iyle hükmedilmesinin İslam’a Ters düştüğünü anlatıyordu. İnönü bunları duyunca "Biz bu Fikirler’in Kök’ünü kazımıştık, yine nereden çıktı bunlar" diye öfkelenir.

       1964 de Musa Çağıl[7] ile tanışır. O’nun Dükkan’ında da M.Said Çekmegil ile.[8]

       Ortalık karışmaya başlıyordu. Bu İşler’i yapanların Evler’i Tespit ediliyordu. İçişleri Bakanı Faruk Sükan Emmiyet’i Seferber etti. Evler’i basıp arama yapıyorlardı.

       1968 Nisan’ında Hizbu’t-Tahrir, İslam Devleti Anayasası’nı açıkladı.

       10 Nisan 1967 de 5. Siyasi Şube Görevlisi Gece 2 sularında Kapı’yı çalarak Telgraf getirdiklerini söylerler. Sabah’a kadar Arama sürer. Tahmin ettiği için o Gün Ev’de değildi. Yerini Eş’inden bile gizlemişti. 4 Ağustos’a kadar kaçtı. Çalışmalar’ına daha Sıkı bir şekilde Devam ederken, hakkında çıkan Söylentiler Kulak’tan Kulağa dolaşır. Sakal bırakıp, Tebdil’i Kıyafet etmiş, Dilenci gibi iki Büklüm Baston’la dolaşıp orada burada kalıyormuş gibi. Basın Ateş püskürür. Ahmed Kabaklı Tercüman'da " Müslümanlar iyi bellesinler. Bilir bilmez Laf eden Söz’de İlericiler öğrensinler, Polisimiz Erken davransın ki Ayağa dolaşan ve Muhterem Türk Halkı’nın İman’ını ezmeye kalkan bu Suçlular Derhal yakalansınlar" diye yazar.

       Metin Toker Milliyet’te yazar:" Böyle Rahat çalıştığına bakıp Dernekler Kanunu’na göre kurulmuş Dernek olduğu sanılmamalıdır. Gizli bir Dernek. Bugünkü Rejim’imizi beğenmiyorlar. Hilafet’in getirilmesini ve bir Din Devleti kurulmasını istiyorlar. Hem de bunu bizim Kriptolar gibi Proleterya Diktası kurulsun diyorsak, bu, Silahlı Ayaklanma’yla kurulsun, demiyoruz ya.. Komunistlik onu öyle söylemektedir diyerek yapmıyorlar. Açık açık ve mert mert kalkın Ey Ehl-i Din, alın Baltanızı, Sopanızı, bu Rejim’i devirelim diyorlar."

       Kızılay Menekşe Sokak’ta tuttukları bir Çatı katında kalıyorlar, Gündüz Planlar yapıp, Gece Toplantılar’a gidip Ders vermeyi sürdürüyorlardı. Dışarı çıkarken Şapka, Koyu Renk Gözlük takıyorlar, Tedbirli davranmayı İhmal etmiyorlardı.

       Birbirini tanımayan iki Arkadaşlar’ından biri Sabah diğeri Akşam uğrayıp dışarıyla İrtibatlar’ını sağlıyor, Alış Verişlerini yapıyorlardı. Özkan Bina’dan çıktığı bir Gün Emniyet Mensubu bir Üst Görevli’nin de oradan çıkıp İş’e gitmek üzere, bekleyen Jip’e bindiğini görmüş kendileri için geldiğini zannedip şüphelenmişti. Daha sonra onun da aynı Bina’da oturduğunu öğrendi.

       Bu arada Becerisine güvendikleri bir Arkadaşlarını İstanbul'a Necip Fazıl'la Görüşme’ye gönderdiler. O Günler’de çıkan Büyük Doğu Mecmuası’ndan Olumlu Sinyaller almışlardı. Bunun üzerine Böyle bir Girişim’de bulundular. 2 Günlük bir Görüşme’den sonra Kabul etmiş ve Uçak’la Ankara'ya gelmişlerdi.

       Hava Alanı’ndan bir Taksi’ye binerler. Kızılay’da bir başkasına binmek için indiklerinde tesadüfen yanlarına gelen Taksi’nin Şöförü Komşusuoğlu’dur. Biraz ilerde inip bir başkasına binerler. O da bir tanıdıkları çıkar. Necip Fazıl bu Tesadüfleri Örgüt’ün İyi çalıştığına yorarak etkilenir. Nihayet Maltepe Camii’nin yanında bir Yer’de buluşurlar, konuşurlar. Özkan ve Arkadaşları Finans Konusunu Geri Plan’da tutmaktadır. Necip Fazıl ise Büyük Doğu’yu Günlük çıkartalım ve Dava’ya destek verelim, der. Ama buna İmkanları yoktur.

       "Bu İş’i nasıl yapıyorsunuz, Karakol’a Çaycılık yaparak mı" diye sorunca Özkan "aynen öyle" der. Necip Fazıl "bu Dava’ya nefer olduğunu" söylerse de Devam’ı gelmez.

       Hüseyin Üzmez'i [9] İkna edemezler.

       Gece Yarıları’ndan sonra Ev’ine geliyordu. Büyük Kızına konuşur diye görünmüyor, Küçük Oğlu Ömer’le ilgileniyordu. Böyle bir Gün bir Jip Dolusu Sivil Polis gelir ama geri dönerler.

       Eş’i Mukadder Öğrenci olan Kız ve Erkek Kardeşi ile kalmaktadır.

 

       Hapishane Dönemi:

       4 Ağustos'da yakalandığında Verimli Matbaası' ndaydı. İçeri giren iki Sivil Polis’ten biri O'nu Okul’dan tanımaktadır. Kimlik isterler. Üzerinde bulunan Eş’i ve Ömer’i Resminden tanırlar. Telsizler çalışır, Jipler gelir, Dava’sının İstikbali için içinden Dua eder halde Gözaltı’na alınır. Sorgular sırasında Takiyye yapmaz her zamanki İlke’siyle: " Ben Müslüman’ım İslam’la yöneltilmeleri gerektiğine inanıyorum. Başımızın üzerindeki Çatı çatırdıyor, Vakit varken altından kaçın".

       Bir Haftalık Gözaltı sonrası tutuklanıp Ankara Cezaevi’ne gönderilir. Ziyaretci Konuşmaları dinlenir, bir Kişi’nin Zor girebileceği Görüş Odaları’nda Teller’in ve Camlar’ın Arkasından  görüştükleri Yakınlar’ının aksine, daha sonra Lütfi Doğan'la açtıkları oldukça Büyük, Işıklı ve Yüzyüze sayılabilecek Rahatlık’ta bir Oda’da Görüşme ayarlarlar. Sorular’dan Dertler’inin ne olduğu bellidir. Doğan O’na dışarda iken Kıymetini bilemediklerini, kimler varsa söylemesini, onlarla İrtibat kurup Çalışmalar’ını sürdüreceklerini söyler. Dışarda Kimse’nin kalmadığını söyler.

       Cezaevi’ne gelen Savcılar’dan Daktilosunu içeri almalarını, yazması için İzin verilmesini ister. Bir Gün bir Garip Kişi yanlarına gelerek kendilerini Hristiyan olmaya Davet eder. Yehova Şahidi. Hatta Savcı’ya da. Savcı "Git be Adam, Gül gibi Din’imiz dururken Hristiyan mı olalım şimdi ne demek istiyorsun " deyince Özkan" Din’imizin Gül gibi olduğunu söyleyenleride içeri tıkıyorsunuz" der. Savcı bakıp geçer.

       Birkaç Genç Talebe’siyle Mihri Belli içeri girer, tartışırlar. Mihri Gençler’in etkilendiğini görünce içlerinden birine "Ben seni Alevilik’ten Vaz geçirinceye kadar ne çektim, şimdi de bunlara mı kaptıracağım" diye çıkışıp onlarla konuşmalarını yasaklar. Genç Üniversite Öğrencileri Kollarının altında Kitapları, Cumhuriyet Gazetesi Ellerinde Hapishane Koridorları’nı dolduruyorlardı. Mihri'nin Eşi Sevim Tan gelince koşuşturup Araba’sını çevirip getirdiklerini taşımak için yarışırlar.

       O ve Arkadaşları Siyasi Koğuş’ta değil, 9. Koğuş diye anılan, Azılılar’ın, Katiller’in yanında kalmaktadır. Aralarında Hastalığının 3. Devresinde olan Veremli bir Mahkum vardır. Eller’i Yüzler’i Şiş ve Ölümü hatırlatan Sarı bir Renk. Ailesi ise dışarda İzole edilmiş durumdadır. Anne Baba ve Kardeşleri dışındakilere yabancılaşmışlardı. Belli'nin arkasında Basın varsa kendilerinin arkasında da Allah'ın olduğunu söylüyordu.

       Eş’inin Tasviri ile o Dönemler’in Tesettür’ü Başlardaki Küçücük Eşarplar’dır. Önden Kahküller çıkıyor veya Saç’ın bir kısmı Boyun, Boğaz gözüküyordu. Moda Otoriteleri Güzel ve Zevkli Eşarplar’ın Kıyafeti tamamlayıcı olduğuna dair Tavsiyeler’de bulunuyorlardı. Bir Süsü oalar kah Omuz’a salınan bir Aksesuar’dı. Yanlız Yaşlı Hanımlar Soluk Siyah Örtüleri vardı. Geri kalan Çirkin Kadınlar’ın İş’iydi. Kapılar’ını çalan Posta Müvezzii bu nedenle Eş’ine "Adını yazmayı biliyormusun yoksa Parmak mı basacaksın" diye soruyordu.

       1967-1968 Tesettür Bilinc’le Gündem’e gelir. Hatice Babacan Başörtüsü’yle Ankara İlahiyat’ta Ders’e alınmayınca Olaylar patlar. Talebeler, Erkekli Kızlı Direniş’e başlarlar. Bahçe’ye Çadırlar kurulmuş Açlık Grevleri yapılmaktadır. Şule Yükselin Basın’da Yazıları yayınlanır. Artık Alınlar’a inen Eşarplar Ense’de bağlanıyor Şuleci Modası yayılıyordu. İlahiyat Talebesi..

       Evler’ine Ziyaret’e gelen Lise Mezunu Yüzbaşı Hanımı Komşuları Sehba’nın üzerinde İslam’da Ekonomi Kitab’ı görünce şaşırır. Din’le Ekonomi’nin ne alakası vardır?  Eş’inin İslamcılık, Şeriatcılık’tan yattığı Cevab’ını duyan Orta Yaşlı bir Bayan ona "Kocamış Adam’a niye vardın" der.

       Ankara Ağır Ceza'da Dava 13 Ay sürer. Mahkeme'de "101 Yıl Ömrüm olsa siz de 100 Yıl Ceza verseniz kalan bir Yıl’da yine bu İş için çalışacağım" der. 4 Yıl Ağır Hapsine, Ömürboyu Kamu Hizmeti’nden Memnuiyet’ine, 2 Yıl Bingöl'de İkamet’e Karar verilir. Tahliye olan Mihri Belli "Geçmiş olsun, İmanlı Adam’a dokunmaz, Çabuk geçer" demektedir.

       Karar’dan birkaç Gün sonra ansızın Çamlıdere Hapishanesi’ne gideceğini öğrenir. Rica Minnet Jandarmalar’ı Razı edip 10 Dakikalığına Ev’ine uğradı. Çamlıderede oldukça rahatlamıştı. Aile’siyle Yüzyüze de görüşebiliyor, Çocuklar’ını kucaklıyabiliyordu. Burası Ankara'nın yakınında Yeşillikler içinde, Küçük bir Kaza’ydı. Cezaevi Sorumluları’yla Olumlu İlişkiler kurmuştu, Savcı’dan Malzeme istemiş Mahkumlar’la birlikte Ping pong Masası yapmıştı.

       Daha sonra kendi İsteği üzerine Mucur Cezaevi’ne nakledildi. Rahat edeceğini sanmıştı ama yanıldı. Orada da Düzen’ini kurdu, Mahkumlar’ın bir Kısmıyla Cemaat’le Namaz kılıyordu, bu Sayı Hergün artıyordu. Çocukluk’tan beri birbirlerini tanıdıkları Yaramaz Lakaplı Mete de oradaydı ve Huzur kaçırmaya başlamıştı. Cemaat Namaz’a başlayınca Radyo’yu sonuna kadar açıyor, Tuhaflıklar’ını sürdürüyordu. Mahkumlar arasında Huzursuzluk başlamıştı. Gardiyan Mehmet ikisini Oda’sına çağırıp Kozunuzu burada paylaşın dediğinde Mete'nin Ders’ini alacağını biliyordu. Daha sonraları Jandarma ve Gardiyanlar’dan oluşan bir Grup da aralarına katıldı. Kalabalık bir Cemaat olmuşlardı. Özkan da İmamlık yapıyordu. Birşeyden rahatsız olanlar çıkmış hiç kilitlenmeyen Oda Kapıları kilitlenmeye başlamış, baskı daha da artmıştı. "Bu Adam Şeriat’ı da getirir, Devlet de kurar, bunu buradan alın" diye Şikayet’te bulunan Savcı’nın Şikayet’i Gözönüne alınarak Adana Cezaevi’ne Nakli kararlaştırılmıştı.

       9 Mart 1969 da Yakınlar’ıyla vedalaşarak Jandarma Nezaret’inde Adana Yolları’na düştü. Her Olumsuzluk’ta Olumlu bir Yan görerek Mutlu olmayı çok iyi becerirdi. Eş’ine yazdığı Mektup’ta, Adana'ya yaklaştıkça Bahar Günleri’ndeki kadar Güzel bir Hava’yla karşılaştığını, doya doya içine çektiğini, açmaya başlayan Çiçekler’i, Güneş’in Kemikler’ini ısıttığını anlatırken, Kelepçeler’in verdiği Sıkıntı’dan bahsetmiyordu. Seyahet etmeyi severdi.Mapushane dediği Günler.

       Adana'dan sonra İmroz Yarı Açık Cezaevi’nde geri kalan Mahkumiyet’ini tamamladı. 24.8.1969- 4.4.1970.

       İmroz Rumlar’la Türkler’in birlikte yaşadıkları Ege Adası. Ada’nın bir Bölüm’ü Cezaevi’ne ayrılmış. Mahkumlar Serbest dolaşıyorlar, İş Yerleri’nde çalışırlar. Bir miktar da Zeytin yetiştiği için Mahkumlar’ın çalıştırdıkları bir Zeytinyağı Fabrikası vardı. Orada Zeytin taşımaktan, Yağ çıkartmaya kadar her İş’te çalıştı. Boş Zamanlar’ında Balık tutar, dolaşır. Deniz Kenarı’nda oturup düşünürdü. İş’in Sonuna yaklaşmış, Özgürlüğün ne getirip götüreceğinin Hesaplarını yapardı.

       Uzun Saçlı Karağağız Adam'ın Yazarı M. Mengüşoğlu[10] ile tanışıklıkları da bu Yıllar’da olmalı.

 

       Hapishane Sonrası.

       1970 4 Nisan’ında dışarı çıktı. Aile’sinin yanında kalan Eş’ini ve Çocuklar’ını alarak Ankara'ya geldi. İş’e nereden başlayacağını bilmiyordu. Orada ne yapacak, Aile’sini nasıl geçindirecek bunları düşünürken Talebeliğini Sebep gösteren bir Dilekçe’yle Müracaat etmesini ve Sürgün Cezasını Ankara'ya aldırmasını önermişti birisi. 4 Yıl Ceza veren Mahkeme’nin Ağır Ceza Reisi Emekli olan Avukat. Böylece Talebelik Sürgün’le beraber yürümeye başladı. 2 Yıl Ankara'nın dışına çıkmadan her Gün Saat 5 te Karakol’a gidip İmza atar.

       Namaz kılmak için girdiği Camiler’de Gümüş Yüzük takan birini kendine daha Yakın bulup Tebliğ’ini yaptığını onun da buna Olumlu baktığını anlatmak İş’in Vehamet’ini gösterir. Kardeşine bıraktığı Basın Haber Ajansı'nı Kızılay'da Borç harç devraldığı bir Büro’ya taşımıştı. Normal sayılabilecek bir Hayat başlamıştı. Müslümanlar’ın gidip geldikleri Yerler’e uğruyor, onlarla tanışıyor, Düşünceler’ini anlatıyor ve Ev Toplantıları’na katılıyordu.

       Hapis’ten sonra başlattığı ilk Çalışma Gurubu içinde Süleyman Aslantaş' [11]  M. Kars da yer alır.[12] Müstear Ad’la Kitap, Kitapçık, Broşür Kaleme alır. Emirname gibi.

       Devamlı okuyor, bunu Aile’siyle birlikteyken yapıyor, onlara da zaman ayırmaya çalışıyor, Çocuklar’ını çok seviyordu. 3 Kız, 2 Erkek Babası olmuştu. Bakkal’a gitmesi gerekse birini oOmzuna, diğerini de Kucağına alıp yürüyebilenin de El’inden tutar, öyle giderdi. Kitap okurken de çoğunlukla Tenha Yer aramazdı. Bu Ortamı çok sevdiğini, Aile’siyle olmaktan Mutlu olduğunu söylerdi. Birlikte Pazar’a giderler, Seyahat’e çıkarlar, Kırlar’da dolaşmayı severlerdi. Ailesi ve Okuma Tutkusu onun için vazgeçilmezdi. Onlar için Herşeyi yapardı; Davası ise Hayat’ıydı, ona kendini adamıştı, onun önüne hiç birşey geçemiyordu. Hissettirmeden sürdürüyordu bu Düzeni. Mutfağa girmekten Yemek yapmaktan hoşlanırdı. "El’imden gelse Gece uyumadan yaşarım, 24 Saat bana yetmiyor" derdi.

       Bir Gün bir Aile Fotoğrafı çekerken Kardeş’inin Eş’inin Elbise’sinin Kollarının Sıvalı olduğunu görünce Makina’yı indirip gülerek "Bizim Makina Çekili Kolları çekmiyor" diye hatırlatır. Meramını Şaka’yla anlatmayı severdi. Beyaz’a Yakın Renkleri, Cam Eşya’yı severdi. Doğru olduğuna inandığı Şeyi kimseye aldırmadan savunurdu. Söz’ü  evirip çevirmezdi.

       Bir Gün Kalabalık bir Salon’da Konuşma yapmış çıkıyordu. Önüne geçip "İyisin hoşsun da bu Kıravat neyin nesi, söylediğin Şeyler’le bağdaşmıyor" diyenlere: "Sizler Kıravat’la da Müslüman olunacağını öğreninceye kadar takmaya devam edeceğim" der.

       Milletvekili olması için yapılan Teklifler’e gülüyordu. Beğenilerine Uygun döşediği bir Daire’ye yerleşti. 4 Odalı bir Apartman Dairesi.

       1974 de tanışır Mehmet Ali Baltaşı[13] ve Muhammed Nur Doğan'la.[14]

       1974 de İstanbul'da Interpress Adı altında 40 Yıl’dır çalışan bir Küpür Derleme Bürosu’nu devralıp Kabataş'ta çalışmaya başladı. İstanbul ile böylece yaklaşılmış, oradaki Fikri  Çalışmalar’a da başlamıştı.

       MSP-CHP Koalisyon Hükümeti kurmuşlardı. Sitemler’ini sürdürüyor, Adalet Bakanlığı'nı Eller’inde tutan MSP'ye bu Konu’da diğerlerini aratmadıklarına dair Haberler yolluyordu. Yurt dışına çıkamadığından Hacc’a gidemiyordu.

       "Bazı Qur'an Çalışmaları, Temel Kavram Çalışmaları ve Qur'an Usulu üzerindeki Çalışmalar’ından sonra Hadis Konusunda ve Sünnet'e Yaklaşım Konusunda Düşüncelerini yeniden Sistematize etmeye başladı. Ve Söylem’inde gittikçe  Qur'an Vurgusu en Merkezi Yer’e oturturken Tasavvufi Sapmalar’a olduğu kadar Selefi Yaklaşım biçimine de Özlü Eleştiriler getirdi. Ancak bu Süreçte karşılaştığı Zor Şartlar karşısında birçok Akademisyen Arkadaşının Selamlaşma Konusunda bile Cimrilik yapması kendisini çok üzdü."[15]

       Bu Günler’de Sabah Namazı’nı kılmak için gittiği Cami’den Neşe’yle döndü. Namaz’dan sonra Apartman Komşusu MSP İstanbul Senatörü Ali Oğuz'u görmüş, Pasaport alabileceğini öğrenmişti. Acele Hazırlıkları yapıldı ve MSPlileri [16] götüren Son Uçak’la Yola çıktılar. Necmeddin Hoca bile Gözetim altında gidip gelmişti.

       1974-1975, Çengelköy. İsmail Kazdal'la [17] Tanışmaları.

       1974-1975, Sarıyer. Yeniden Milli Mücadeleci[18] Hamza Türmen'le [19] Tanışmaları..

       Ziyaret’e gelenlerinden birisi Kız’ına arasıra verdiği Araba’nın Hesab’ını sorarcasına "Kız’ının altına vermişsin Amerikan aArabasını, bu nasıl Müslümanlık" deyince ona "Ne yapalım yani Hz. Aişe de Deve’ye biniyordu, Deve mi getirelim" diye Cevap vermişti.

       Bir Gün Küçük Kız’ını Hastane’ye götürmüştü. Doktor Kan almaya uğraşıyor, bir türlü beceremiyordu. Özkan dayanamadı Sapsarı kesilmiş ve dışarı çıkmıştı. Bu Hassasiyeti sadece Yakınlarına değil Bütün Canlılar’a karşı vardı. Allah'ın Emri olmasa Kurban kesmeye bile Razı olmazdı. Kasab’ın sevdiği Deri’yi yere çaldığını söylerdi.

       1976 ya kadar Avukat Selçuk Gündüz, Cuma Canpolat O’nun yanında Yer aldılar.

       1976 de tanıştığı Gençler’den biri de A. Burak Bircan'dı.[20] Ölüm’ünden önce M. Kürşad Atalar'la[21] birlikte yaptıkları Röportaj İslami Hareket Oluşum Süreci  Ad’ıyla yayınlandı.        

1976. Ali Bulaç'la tanışması.[22]

       1970li Yıllar’ın Sonu. Ömer Şevki Hotar'la tanıştı.[23] 

       1978’de bir Kitabevi’nde Ömer Faruk Köse ile.[24] Aynı Yıl İbrahim Eryiğit ile tanıştı.

 

       İran Devrimi:

       1979 Devrimi’yle Gurur duydu. Devrim sadece Müslümanlar’ı değil, Devrim Fikrini benimseyen her kesimi dalgalandırmış, Solcu Militanlar’dan bile İslamcılar çıkmıştı. İslam Siyasal Yönü ile ortaya çıkıyordu.

       Defalarca İran'a gidip geldi. Humeyni'nin Siyasi Basiret’ini Gönül’den desdekledi. Bir Dergi’nin "İran, Rejim’ini bize İhraç mı ediyor?" Sorusuna "Niye olmasın Amerika kilometrelerce Uzak’tan bu İşleri yapıyor da, Burnumuzun Dibindeki İran niye yapmasın? " demişti.

 

       İktibas Dergisi:

       Aslantaş 1987'ye kadar olan Dönem’i O'nun Hayat’ının ikinci Safhası olarak anar.[25] 12 Eylul Darbesi’nden 110 Gün sonra Yıllar’dır Kafasına koyduğu İktibas Dergisi’ni 1981 y Ocak Ayı’nda 15 Günlük olarak çıkardı . Dergi O'nun Konu’ya ilgi Duyanlar’la İletişim’ini sağladı. 7 Yıl Kesintisiz çıkardı. Aboneler Az sayılmazdı, fakat Para ödeyenler azdı. Dergi’nin Maddi Yükü üzerine binmişti. "İktibas benim Yan Gideri’mdir" diyordu. Dağıtım Şirketleri onu dağıtmak istemiyorlardı. İlk çıktığı Yıllar’da bir Şirket’le Anlaşma yapmıştı. 9.000 satıyordu. Bir Yıl bile sürmedi Sözleşmeleri. Baskı’nın yukardan geldiğini öğrendi.

       Sivil Dönem’de yine Milletvekili olması için Teklifler aldı. Sorgulamalar, Gözaltı’na Alınmalar Eksik olmuyordu.

       Burcan gibi Mucur'lu diğer bir Sevdalısı Hüseyin Alan[26]

       1982 de İran'a gitti. M. Said Hatipoğlu da[27] Davetliler içindeydi. S. Aslantaş [28] Esat Coşan, Cengiz Çandar, Abdurrahman Dilipak, İhsan Süreyya Sırma [29] da.

       1982 de Adana Seyahati yaptı. Ekmel Ali Okur[30] ve diğer Gençler’le tanıştı.

       1983 Ocağı’nda Isparta'da Bazı Tutuklamalar olmuştu.. Mustafa Antalyalı.[31] İz sürerek bu işi O' na kadar çıkardılar. Ev’e gelen bir kaç Görevli, Kitaplar’a şöyle bir gözatıp birlikte Kahve içtikleri Özkan'ı bir kaç Şey soracaklarını söyleyerek Yazımasası’nın Başından alıp gittiler. Ev’ini 51 Gün sonra ancak görebildi. Bir Hafta Yakınları hiçbir Haber alamadılar. O ise Emniyet Binası’nın Bodrum katında, Beton üzerinde Aç ve Susuz bir halde bırakıldı. Gözler’ini Bağlayarak götürüp sorguluyorlardı. Dışarıda Isı -18 derece’ye kadar düşmüştü, oturmak ve yatmak için sadece Beton Zemin vardı. "Allah'tan Sabır istedim, ne acıktım ne de susadım, sadece Namaz kıldım, Karanlık’ta Sabah mı Akşam mı, onu bile ayırd edemiyordum, kaç Gün’dür orada olduğumun Farkında bile değildim." der.

       Daha sonra Cezaevi’ne alındı. Gardiyan "Sağcı mısın, Solcu musun" diye sormuş, "Hiç biri değilim, Müslüman’ım" Cevab’ına şaşırmış, "Namaz kılıyor musun?" diye sormuş ve O’nu Namaz kılanlar Koğuşuna koymuşdu. 51 Gün sonra İlk Mahkeme’den sonra Tahliye oldu.

       M.Yaşar Soyalan’ın[32] tanışması da bu Yıllar’a rastlar.

        Mehmet Çoban'dan aldıkları Mektup bir başka Tanış alanı açar.[33]

       1984, Şehsadebaşı'nda Cihan Aktaş tanışır O’nunla.[34]

       2 Ekim 1985 de Ankara Siyasi Şube’de tekrar Gözaltı’na alındı. Mehmet Çoban'ın[35] "Yolumuzdaki Esaslar" Yazısı’nında Kanun Koyucu’nun Allah olduğunu anlatıyordu.

       14 Günlük Gözaltı’ndan sonra çıktıkları DGM de 6 şar Yıl 3 er Ay Hapis Cezası aldılar. Özkan’ın Cezası Para’ya çevrildi. Dergi’nin 105.Sayısı toplatıldı.

       Ziyaret’ine gelen bir çok Okuyucu ile şahsen tanışıyordu.[36]

       Scan-Text Dizgi Makinası almıştı. Makina İş yapmadı. Çok Kaliteli fakat Pahalı’ydı. O Gün’e kadar neleri varsa satmış, Makine’nin Taksitlerini ödemeye çalışıyordu. Bu da diğer Sıkıntılar’ının üzerine Tuz Biber oldu. Sağlığı bozuldu.

 

       İkitibas Ara Veriyor:

       1987 Ağustos’u Hafif bir Felç geçirdi. Tedavi O’nu Ruhsal Koma’ya soktu. 2 Yıl İktibas’ı yayınlayamadı.

       1988 Mayıs’ı. M.Çoban[37] Cezaevi’nden çıktı.

       1988 de Yöneliş'te ilk Eseri yayınlandı İnanmak ve Yaşamak. 1995 de ikinci Baskısı Anlam Yayınları’nda çıktı.

       Sağlığında bir Düzelme başladığı zaman ilk Düşündüğü Dergi oldu. Parasal Güc’ü bunu kaldıracak gibi değildi. Fikri benimseyenlerin Maddi ve Manevi Desdeğiyle 1989 Kasım’ında tekrar Yayına girdi.

 

       90lı Yıllar:

       Eskiden olduğu gibi Tashihler’ini, Mizanpaj’ını  yapıyor, Yorumlar’ı, Kavramlar’ı, Okuyucu Mektupları’na Cevaplar’ı yazıyordu. Gönüllü Yardımcıları vardı artık. Son Zamanlar’da Dağıtım’ı da bir Şirket yapıyordu. Fakat Maddi Yükü hala Omuzlar’ını çökertiyordu. Çoğunlukla Matbaa’ya kendisi götürüyor, postalanmasına Yardım ediyordu. nereye giderse girsin, Turtdışı’na bile, Daktilo’sunu taşır, yazdığı Yazılar’ı fakslardı.

       23 Eylul 1990 Pazar. Daktilo’sunun başında iken Göğsünde başlayan Ağrı Sol Koluna yayılarak artmaya başladı. Dayanılmaz Hal’e gelince Ev’ine Yakın olan Gülhane Askeri Tıp Merkezi'nin Acil Servisi’ne Zor yetiştiler. Doktorlar Qalp Krizi geçirdiğini söyleyerek hemen Yoğun Bakıma aldılar. 10 Gün kadar Hastane’de yattı. Biraz düzelmeye başladığında  kimi bulsa İslam’ı anlatmaya, Ziyaretciler’ini  Kabul’e başlamıştı. Yasaklamalarına rağmen Namaz’ını kılıyor, önüne gelenle konuşuyordu. O'na bakan Asistan Doktor, Özkan olduğunu anlayınca, ezilerek Dergi’yi okuduğunu, fakat Abone Borcunu göndermediğini söyleyince Karşılıklı gülmüşlerdi. "Artık seni buldum, El’imden kurtulamazsın" diyordu. O'nu en Mutlu eden Şey İktibas’ın okunduğuna ve Etki yaptığına dair Haberler’di. Hastane’de 10 Gün kaldıktan sonra Ev’e döndü. Kısa bir İstirahat Dönemi’nden sonra İş’inin Başına dönmüştü. Artık dinlenmeli, Sigara’yı bırakmalıydı. Fakat o durup dinlenecek Yapı’da birisi değildi. Sık sık Ritim Bozukluğu Sebebiyle Hastane’ye gitmek Zorunda kalıyordu. Arıza geçince de "Bomba gibiyim" diyerek bıraktığı Yer’den Devam ediyordu.

       Almanya ve Hollanda'da Kamplar düzenliyor, Herşey’e Rağmen katılıyor, İnsanlar’la Yüzyüze konuşmayı, yanlarına gidip Yakın’dan tanımaya ve kendini tanıtmayı yeğliyordu. Sağlıyı Gün’den Gün’e bozuluyordu, sık sık Ağrılar’ından yakınmaya başlamıştı. Gece Yarıları Hastane’ye yetişmek Zorunda kalıyordu. İbn Sina Hastanesi'nin Kardiyoloji Bölümü’nde 10 Gün kadar yattı. Bu 10 Gün’ün ilk Haftası çok Sıkıntılı geçmişti. Böyle geçen bir Gece’nin Sabah’ında Kimse’ye Haber vermeden Anjiyo’ya almak Zorunda kalmışlardı. Sonuçta; Tıkalı Damarlar ve by-pass'a dayanamayacak kadar Yorgun bir Qalp çıkmıştı ortaya. İlaç Tedavisiyle gittiği Yer’e kadar gider, yapacak bir Şey yok demişlerdi. her Hastane çıkışından sonra O, Temposunu daha da arttırıyor, sanki yapacağı Şeyleri, anlatmak istediklerini yetiştiremeyecekmiş gibi bir Duygu’yla Hareket ediyordu.

       1992.Parti Kurma Teşebbüsü için Davet etti tanıdıklarını. Mesela Ömer Yorulmaz, Yılmaz Yalçıner'i.[38] S.Aslantaş O'nun Parti Fikrinden 1973 de bahsettiğini söyler.[39]

       1994 ün Ocak Ayında Ankara Trafik Hastanesi’nde bir Ay yattı. Sıkıntılı geçen ilk Günler’i atlattıktan sonra oraya da Düzen’ini kurdu, Daktilo’sunu getirtmiş, Yazılarını yazmaya başlamıştı. Günlük Gazeteler geliyor, Hergün okunuyor, Yazılar seçiliyordu. Ziyaretçiler’in ardı arkası kesilmiyor hepsiyle görüşüyordu. Personel’le, Doktorlar’la, Hastalar’la arası Gayet İyi’ydi. Hastahane’ye adeta bir Aile Sıcaklığı getirmişti. Bir Gece çok rahatsızlanmış Ev’ine Telefon edip Aile’sini çağırmışlar, onlar apar topar gittiklerinde Doktorlar, Hemşireler Başına toplanmışlar, Telaş içindeydiler. Özkan'ın Benzi Bembeyaz, Alnı terliyor, konuşamıyordu. O Gün’den sonra Eş’i de yanında kalmaya başladı. Sıkıntılı bir Gece geçirmiş, Sabah’a kadar ara ara Oksijen vermek Zorunda kalmışlardı. Oradakilere "Biz buraya İyi olalım diye geldik, öldürün diye değil. Ben yaşamak istiyorun" diye kızıyordu. Bu arada Allah'a kendisine biraz daha Zaman vermesi, daha yapacak çok Şeyi olduğunu söyleyerek Dua ediyordu. Böyle Zamanlar’da bile Namaz’ını geçirmiyor, Teyemmüm ederek Gözucu’yla kılıyordu.

       Ramazan bitmiş, Bayram gelmişti. O Bayram’ı Hastahane’de geçirmek Zorunda kaldılar. Bu arada İlginç  2 Ziyaretçi Hanım dolaşıyordu. Eller’inde Çilolata Kutuları Hal hatır sorup, RP’nin Bayram Tebrikleri’ni sunarak Çikolata İkram ediyorlardı. Hemşireler’in yanına gidip attığınız her Adım’a Bin Sevap yazılıyor, ne Mutlu size Sözler’iyle Eller’indekileri uzatıyorlardı. Bir ara Özkan'ın Odasına girdiler. O Gözler’i Kapalı yatıyordu, Eşi Mukadder Yavaş bir Ses’le Tebrikleri Kabul edip çıkmalarını söylerken Gözler’ini açmış ve ne yaptıklarını anlayınca Yanlış Yol’da oldukları bu İş’in böyle olmadığını anlatmaya çalışmıştı. Onlar ise Allah seni Islah etsin Anlam’ında bir bakışla bakarak oradan uzaklaştılar. Hanımlar’ın daha Yaşlı olanı Almanya'dan gelmiş ve orada Kutsal Günler’de Rahipler’in ve Rahibeler’in böyle yaptıklarını, Memleket’ine döndüğünde kendisinin de bunu yapacağına dair Karar aldığını söylüyordu.  Arkasından Başını iki yana sallayarak Eş’ine bakmış "Biliyorum, yine bunlarla niye uğraşıyorsun diyeceksin ama ne yapayım duramıyorum işte. Olur ya birinden birinin Kafasında bir Soru İşareti beliriverir, Allah'tan Umut kesilmez" diyordu.

       Sağlıyı iyice düzelmiş, Hastane’den Ayrılma Günü gelmişti. Kendisini İyi hissettiğini söyleyerek bıraktığı Yer’den başladı. Tempo’sunu her geçen Gün artırmış, bir yandan çağrılan her Yer’e yetişiyor, Konferanslar’a, Paneller’e, Toplantılar’a katılıyor, İnsanlar’la Evler’ine kadar giderek tanışıp konuşuyordu. El’inden geldiğince de gittiği Yer’e yük olmamaya Gayret ederdi. "Erenler de Gurur, Kibir olmaz. O sana gelmiyorsa sen ona gidersin."

       Gece 3te kalkar, Daktilo’sunun Başına geçerdi. Yorulunca ara verir kendine Çorba yapar, Çay demler, kimseyi uyandırmazdı. Sabah Namazı’ndan sonra Çorba’sını içer Çay’ını yanına alarak biraz daha çalışıp daha sonra da İş’ine giderdi. Fırsat bulabilirse Öğlen Saatleri’nde Büro’sundaki Kanepe’de bir Saat kadar uyurdu. Çoğu Zaman bu Telaş içinde Öğlen Yemekleri’ni yemeyi unutuyordu.

       Bazen de Malzeme aldırır, kendisi Yemek yapar, Memurlar’ıyla Misafirler’iyle yerdi. Hapishane’de öğrendiği "Mahpushane Yemeği" diye adlandırdığı Patates’le Patlıcan’dan oluşan bir Yemeği hem çok güzel yapar hem de severdi. Resmiyet’ten hoşlanmaz, Canı bir şeyler istediği Zaman Misafir olduğu Ev’de de Malzeme ister, pişirirdi. Bulgur Pilavı ve Çorbası Gözde Yemekler’indendi.

       Çoğunlukla da Öğleyin Turşu, Pekmez, Soğanı kırarak Zeytin veya Peynir’le yiyerek doyururdu Karnını. Misafir olduğu Ev’de de bunları ister Yük olmayı sevmezdi.

       1994 Mayıs’ında Bursa'da yapılan "Qur'an'ı nasıl anlamalıyız" Adlı Sempozyum’da İlahiyatcı Prof.lara "ben Din’imden yemiyor, Din’ime yediriyorum" diyordu.

       94 Ağustos’unda Fıstıklı Sahilleri’nde bir Kamp düzenlemiş, Alış veriş’ten Çadırlarana gelecek olanlarla yapılan Haberleşmeler’e kadar bizzat uğraşmış, üç Hafta Çadır’da kalmış ve Sabah başlamış Gece birlere kadar konuşmuştu. Tatil bitmiş Ankara' ya dönülmüştü.[40]

       Kasım 94 de Asaf Hüseyin’i[41] Ev’inde ağırladı.

       İktibas’la Basın Haber Ajansı’nı ayırmayı çok istiyordu. Bunun için Çalışmalar’a başladı, fakat Sonucunu göremedi.

 

       Son Akdeniz Yolculuğu:

       Mesin'de birkaç Günlük bir Kamp düzenlenmişti. Adana'daki Arkadaşlar’ıyla görüşüp Antakya'da Davetli olduğu bir Konferans’ta konuşacak oradan da Kamp’a katılmak için Mersin'e geçeceklerdi.

       23 Ocak 1995. Sabah Ev’den Yola çıkma Hazırlıklar’ı yapılıyor, her zamanki gibi "Çabuk olun" diye Acele ediyordu. İki Kızı ve Eş’i Mukadder’le Yol’a çıktıklarında Vakit Öğlene yaklaşmıştı. Adana'ya yaklaştıklarında Akşam Karanlığı bastırıyordu. Çok sevdiği ve Değer verdiği bir Arkadaş’ının Ev’ine gitmek istediğini söyledi. Onları arayıp Haber verdi. Ev’e geldiklerinde Vakit oldukça ilerlemişti. Ev’in Hanımı dışarıda Yemek yemeği Teklif ettiğinde kendilerine ne hazırladılarsa ondan Yemek istediğini, Telaş’a gerek olmadığını söyledi. Yemek’ten sonra Arkadaşlar toplanmış, Kalabalık bir Sohbet Ortamı oluşmuştu.

       Ali  Okur da ordaydı. O’na dönüp "Hayat’ımı yazmaya başladın mı?" diye sordu, başlamadığını öğrenince "Ölünce mi başlayacaksın, yapma Ali'cim" demişti. Başka bir Dostu ise "Abi yeter, yoruldun artık, İktibas’ı bari boşla" dedikleinde " ne diyorsunuz siz! Kenar’a çekil ,demek bana öl demektir. Bunu böyle bilin. Daha buna Güc’üm var Allah'ın İzni’yle!" diye sertçe cevaplamıştı. Vakit Gece Yarısını geçmiş, Misafirler gitmişti. Ev Sahibi Vedat Kahyalar[42] Çuvallar’la gelen İktibas'ın Eski Sayılar’ını, Para’yla tuttuğu Çocukları Trafik Lambaları’nın yanına yollayıp, duran Arabalar’a nasıl dağıttırdığını anlatıyor, Özkan da "Size ne İşler açtık" diye gülümsüyordu.

       Son zamanlarda İktibas'ın Depo’da bekleyen Eski Sayılarını, İnancını paylaşan Dostlar’ına postalamış, dağıtmalarını istemişti. Bu Yol’la kazanacakları 3-5 Kişi’yi hiçbir Şey’e değişmeyeceğini söylüyordu.

       Yattıklarında Saat 2ye gelmişti. Sabah’ın 8i olduğu halde kalkmadığını gören Eş’i endişelenmişti. İyi olduğunu söyledi. Birkaç Gün’dür Rengi değişikti, Garip bir Durgunluk vardı üzerinde Canlı, görünmeye Gayret ettiği her Hal’inden Belli’ydi. Giyindi, Sabah Namazı’na kalktığını ,Zor yetiştirdiğini söylüyordu. Kravat’ını da taktı, Salon’a geçti. Günlük Gazeteler’e bakıyor ve Notlar alıyordu.

        F.Gülen'le İlgili bir Yazı Dizisini okuyor, İlginç Yerlerini Eş’ine gösteriyor, gülüyordu." Bunun Tamamını sen de oku" diyordu. Evsahibi Serpil Kahyalar "Çay mı Süt mü içeceklerini " sordu. Çay’ı Kahve’den sonra içerim Espirisini hatırlattı. Kahvaltı’ya oturdular, bir Fincan Süt içti, Eş’ine doldurmasını söyledi. Bir yandan da gülerek Torun’unu anlatıyordu. Yere düşen Zeytin’i almak için eğildiğinde Göğsüne Ağrı girdi. İçeri gidip Dil-altı aldı ve Hastane’ye gidelim, dedi. Eş’ine Kol’una girmesi için İşaret etti. O Kol’una girdiğinde bir Adım attı, ikincide O'nun Kollar’ına kendini bıraktı. Ambulans gelmişti. Hastahane’ye vardıklarında yapılacak birşey olmadığını öğrendiler.

       Akşam birlikte oturup Sohbet ettiği Arkadaşlar’ı oradaydı. "Allahu Ekber ve lailahe illallah" Nidaları ile Tabud’unu Ankara'ya götürecek olan Minübüs’e yerleştiriyorlardı. Dostlar’ı ve Yakınlar’ıyla birlikte birgün önce Hayat Dolu olarak geldiği  Yol’dan Ertesi Gün, Suskun ve Bitik Geri dönüyordu. Yol uzar bitmek bilmez. Gölbaşı’na geldiklerinde Gece iletlemiştir. Dostları orada karşılarlar ve naşını alıp Ankara’ya giderler. Uzak yakın demeden gelen Dostları onu Son Yolculuğu’nda Yalnız bırakmamışlardı. Dostlar’ı Olay’dan Haberdar edildi.[43]

       25 Ocak'ta 20 Yıl’a yakın bir zamandır çok yakınında oturduğu, Namaz’a gidip geldiği Aşağı Eğlence Merkez Camii’nde kılınan Namaz’dan sonra Karşıyaka Mezarlığı'na defnedildi.

       Kavgalılar’ı da Cenaze’ydiler Yaşar Kaplan gibi.[44] Nuri Gedik,[45] İstanbul’dan, İzmir'den, Adana'dan, Antalya'dan, Mersin'den, Mardin'den, Trabzon'dan, Adapazarı'ndan gelenler.

       RP Milletvelilleri, Yöneticileri, Vakit, Yeni Şafak, Yerel TV Kanalları, Radyolar, Selam Gazetesi, Mazlum-Der, Bilgi Vakfı, Haksöz Dergisi, İnsan Vakfı, Değişim Dergisi, Yeni Yeryüzü, Pınar Yayınları, AKV, Selam Vakfı, İlahiyat Hocaları, Ankara Belediyesi’nden Yöneticiler, Bosna Dayanışma , Yöneliş Yaınlarıy,  Aczmendiler..

       Oğlu Ömer Faruk  Mezar’ı başında O'nun Ailesi dahil Herşey’i Davasının gerisinde görebilmiş olduğunu hatırlarıyordu.

       Kadınlar O'nun Cenaze Namazı’nı kılıyorlardı. Mesela Yelda Doğan.[46] Hanımlar’a hep Değer verdi. Bu Konu’da Herkes gibi O da Gelenekler’in Etkisinden kendini Kurtarma ve Derin’e inerek Gerçekleri Tanıma Süreci yaşadılar.

       Eş’i Mukadder Hanım derki: Yanında olmak, O’nunla Yol almak gerçekten Zor’du. Bu yüzden yanındakiler sık sık Kulvar değiştiriyorlar o da sık sık Yalnız kalıyordu. Bu da O’nu bunaltıyordu. Son Günler’de kendinden çokça bahseder olmuştu. Eş’i de: Bırak, seni başkaları anlatsın. Bunun için de sen yorulma" deyince "Kimsenin bunu yapacağı yok, bırak da ben yapayım" diyordu gülerek."

       Hızlı yaşamayı seviyor, Eş’ine "Mezar taşıma Ayağı Ayağına Denk bir Dost bulamadan gitti, diye yazın" diyordu.

       Ölüm’ümden sonra İktibas'ın Yönetimini Memduh Kars üstlendi.

       Arkasından yazılan birçok Yazı, Maziler’in hatırlanmasını sağladı. A. Müftüoğlu, [47]  Ulvi Alacakaptan[48] , M.Ali Turan,[49] Mehmet Doğan[50] Arif Dülger[51] 

        Gazeteler’deki '," Türkiye'deki İslami Uyanışın Büyük Emekçisi" Başlığı ile verilen İlanlar’ın altında Yöneliş Yayınları, Selam Gazetesi, Değişim Dergisi, Yeryüzü Dergisi, Özgün Yayıncılık, Fecr Yayınları, Dünya Yayınları, Pınar Yayınları vs. Yer alıyordu.

      

     Sünnet Anlayışı:

       M.Durmuş: Özkan şöyle derdi ki: "Peygamber' in Son Nefesine kadar Görevi Qur'an'ı anlamak ve uygulamak olmuştur." O'nda Qur'an'ı alıp Peygamber'i Reddetme Eğilimini asla göremezsiniz. O'na göre "Qur'an'ı kabul ederiz ama Peygamber'i Saf dışı bırakırız" Anlayışı ne Aqla ne Naqle Uygun değildir." Peygamber'in en Önemli Sünnet’i Qur'an'a uymaktı. O Peygamber’i Normal bir Beşer gibi yorumlamakla beraber, Peygamber'i sadece bir Postacı gibi değerlendiren Anlayış’a da asla Prim vermez. Peygamber elbette ki Şari değildir. Fakat bir Postacı’dan Farklı olarak Peygamber Rabb’inden getirdiği Mesajı okur, anlar, anlatır ve buna göre yaşar. "Peygamber'in yaptığından Emin olduğumuz Qur'an Çıkışlı herhangi bir İş ile de kendimizi Bağlı görüyoruz" der. Sünnet Qur'an’ın Pratize edilmiş Şekli olduğuna göre, Namaz’ı Peygamber nasıl kıldı ise öyle kılmamız gerekir. Sünnet deyince Allah Rasulu'nun Entari giymesini, Sarığını ya da Sakal bırakmasını anlamaz. "..diyoruz ki Peygamberimiz Rasulullah olarak Aqıde ve Amel Konularında neyi nasıl anlamış ve uygulamış ise, Din’den birşey olarak bize  bildirmiş ise bizler de onun o Konu’daki Anlayışını kavramaya, Meseleler’e aynı Açı’dan bakabilmeye çalışalım."

       Allah Qur'an'da Zina edene 100 Değnek vurulmasını emretmiştir diyor ve ekliyor: "Bize İntikal eden Bilgiler’e göre Allah'ın vur dediğini Allah'ın Elçisi öldürüyor.."Yani bir Olay olmuş, bugün Qur'an'dan daha Mütevatir bir Hale gelmiş. Qur'an'ı bilmeyenler, Recm’i biliyorlar". Bir Elçi olarak Hz.Muhammed'in yanılmasının elbette Mümkün olduğu üzerinde durur. Yanılma Durumunda Allah'ın Elçi’sini nasıl düzelttiğini açıklar.

       Sünnet Hz.Peygamber'in Qur'an'ı Tatbiki iken, Hadis Peygamber'in yaptığı ve söylediği söylenen Sözler’dir. Bundan dolayı Hadisler Zann İfade ederler. İsabet edeni olmakla beraber, Genel Anlamda Zanni olduğu için Kesin Bilgi İfade etmezler. Rasulullah'ın Israrla kendi Sözler’ini yazdırmaktan kaçınması üzeride durur.

       O’nu Hadisler’i ve Sünnet’i tamamen reddeden bir Hadis Münkiri olarak tanıtılmak istenmiştir. Halbuki Kesinlikle böyle bir Tavrının olmadığını biliyoruz. Bir zamanlar böyle bir Düşünce’deydi de sonra değiştirdi gibi bir İtiraz da Mümkün değildir.

       O Qur'an dışında Rasul’e herhangi bir Vahy inmediğine inanır. Sünnet’i Vahy olarak kabul etmez. Vahy’in sadece Qur'an olduğuna, Qur'an dışında Peygamber'e birşey inmediğine inanır.

       Tenkit Süzgecinden geçen Hadisler O'nun Kabuludur. "Namaz’ın Erkanı ile ve daha bazı Mütevatiren bize kadar İntikal etmiş Rivayetler elbette Tealluk ettikleri Konular’da Amellerimizin Tereddütsüz Ölçüsü olmaktadır ve olacaktır" der. İkikat Konusunda Ahad Hadisler’e Zanni olduğu için İtibar edilmez.  Böylece Mehdi ,Mesih, Qabir Hayatı Rivayetler’ini sorgular.

 

       Tasavvuf Anlayışı:

       Dergi’nin 104. Sayısından itibaren Temel Tasavvufi Eserler’den yaptığı Alıntılar’la O'nun içeriğini Okuyucusuna tanıtmaya çalıştı. Vahdet-i Vucud, Rabıta, Zikir, Gaybi bilme ...Tasavvuf ayrı bir Din’di." Şirk Ehli’nin İslam’dan Öcünü Tasavvuf Kanalıyla aldığı Kanaatini taşıyorum" der. Abdulhamid Bayırbaş Özel Sayı’da O' nun Tasavvufi Görüşlerini inceler.

 

 

 


 

[1]        Karabulut Ailesi’nden Hadolar Sülalesi’nden Türkmen Kızı

[2]        Alibeyoğlulları’ndan Memili'nin Torunu

[3]        Babam İstanbul’a Tayin olmuş. Tabi bizler de O'nunla birlikte İstanbul'a yerleşmişiz. Yeşilköyde bir Rus'un Ev’inde Kiracı’ymışız.

         Mucur'a geldiğimizde Ağabeyim 8 Yaş’ındaydı. Hiç yerinde duramazdı. Bir keresinde bana "Hadi Dayımlar’ın Köy’üne kaçalım" dedi. Ben de uydum ona. Yaya olarak  düştük Yol’a. Annem’den ve Babam’dan Habersiz 13 km Yolu aşıp Köy’e ulaştık. Dayımlar ve Ebem bizi ağırladılar. O Gece yattık, Ertesi Gün Dayımlar At Arabası ile Mucur'a gideceklerdi. Tabi biz de onlarla beraber. Dayımlar Araba’yı hazırlamakla Meşgul’ler. Ev’den getirdikleri Buğday Çuvalları’nı  Araba’ya yüklüyorlardı. Son Çuval’ı almak için Ev’e gittiklerinde, Katırlar’ın da Koşulu olduğu Araba’nın yanında Ağabeyim’le yalnız kalmıştık. Devamlı Araba’ya inip çıkıyordu. Ben de onun yaptıklarını yapmaya çalışıyordum. Ben daha ilk Denememi yapacakken yarı yolda kalmıştım. Çünkü Araba’nın Sabit yerine basacağıma Tekerleğe basmış ve Hayvanlar’ın ürkmesiyle Araba Hareket’e geçer geçmez ben Teker’in altına yuvarlanmıştım. Koca Araba o kadar Yük’le Kafa’mın üzerinden geçmişti. Beni hemen Mucur'a Annemler’in yanına, oradan da bir Ay yatmak üzere Kırşehir'e Hastane’ye taşımışlardı.

         Aradan Yıllar geçti. Babam’ın Tayin’i Kayseri'ye çıkmış ve oraya taşınmıştık. Ağabeyim Kayseri Lisesi’ne, ben de Kayseri İmam Hatip Lisesi’ne yazılmıştık. Ben henüz Ortaokul’da idim. Ağabeyim’in Lise Hayatı ise Canlı geçiyordu. Boks’a Merak salmıştı. Liseler arası Müsbakalar’da Şampiyon oldu.

         Bir Cumartesi Günü’ydü, ben ve Arkadaş’ım önde, Ağabeyim’le Arkadaş’ı da arkada geziyorduk. Sonradan Çete olduklarını öğrendiğimiz bir Gurup Çocuk, Bacağıma Değnek sokup beni dürtmeye çalıştılar. Maksatları, Kolejli Çocuklar’dan sızdırdıkları gibi Para sızdırmakmış. Sinirlenip bağırmaya başlamıştım ki birden 15-20 Kişilik bir Gurup yanlarına katıldı. Eller’inde Sopalar’la Etrafımızı çevirdiler. Hemen Ağabeyim’e seslendim. Koşarak geldi Çil Yavrusu gibi dağıttı onları. O günden sonra hepsi Ağabeyim’e Hürmet ederdi. Bir Gün beni de Boks Maçına götürmüştü. Rakib’inin Pestil’ini çıkarmış, Hakem, Zavallı Çocuğu Ağabeyim’in El’inden Zor kurtarmıştı.

         Çok şık giyinir, Sinama’ya gitmeyi severdi. Çapkınlık yapmaksa Mizacına tersti.

         Babam Kırşehir'e yeniden Tayin olduğunda Ağabeyim Lise’yi bitirmiş ve Kırşehir'de kendisine bir İş bile kurmuştu. Gençler’e Boks Kursu açmış, bu Yol’la Para kazanmaya başlamıştı. İşte bu sıralarda  okuyan bir Hakim’in Kızı ile tanışıyor. Yengem’i Ev’ine kadar Takip ederek gittik. Tam dönerken 3-4 Kişi bize Omuz vurarak sataştı. Kırşehir'in Efeleriymişler. Yere yıktı onları. 7 Sene uğraştıktan sonra evlendi O'nunla.

         Faal’di. Kışın okur, Yazın Adana'dan Sebze, Meyve getirir ve onu satarak Harçlığını çıkarırdı. Adana Şalvarı giyerdi.

         1960lı Yıllar’dı. Soğuk bir Kış Günü. Kırşehir'i  tekrar Vilayet yapmak için Menderes geldi. Mucur'a uğradı. Sinirli’ydi kimse yanına yaklaşamıyordu. Biz Meydan’da konuşmasını dinliyorduk. Kalabalığı yararak korumaları geçerek yaklaştı. Menderes " bırakın o Genci" dedi. Kurdukları Kitap Sevenler Derneği’nin MEB bağlanmasını ve Derneğe Yardım edilmesini istedi. Menderes Direktif verdi. Vilayet’ten önce Mucur'a İl Halk Kütüphanesi kuruldu.

[4]        Arkadaşlığımız 1958 Sonbaharı’nda başlar. Türk Ocağı’nda karşılaştık. O zaman Ankara Huquq Fakultesi’nde Talebe’ydi. Ocak Binası’nda Ziya Gökalp Odası’nın yanındaki Teras’ta Anılarını anlatır H.Suphi ve Zevk’le dinlerdik. Kurultay’da bir defa da Kazım Nami Duru ile tanışmıştık. İhtiyar bir Pir’di, fakat Heyacan’ını ve Aktivitesini bizlere Taş çıkartıyordu. Ziya Gökalp'in Fikri ve ortaya koyduğu Esaslar’ın Türk Ocağı’nın Temel’ini Teşkil ettiğini Prof. Necati Akder anlatır ve Konferanslar’ında Gökalp'in Medeniyet, Hars, Milliyetcilik ve Türkçülük hakkındaki Görüşler’ini açıklar ve bizleri de bu Görüş’ün Potası içerisinde kaynaştırmayı hedeflerdi. Tahir Çağatay, Şevket Raşit Hatipoğlu, Osman Turan da aynı Hedef üzerindeydiler. Ankara Türk Ocağı Binası Rockefeller Vakfı’nın Yardımı ile İnşa edilmişti. Bina’nın içerisindeki bir Duvar üzerindeki Sarı Parlak Madeni Levha’da Gökalp’in İslam hakkındaki Kanaatları Yazılı’ydı.

         Hepimiz Türk Ocaklı olarak kendimizi bir arada kaynaşmış Kitle olarak görüyorduk. Fakat gerçekte Zaman’ın Akışı içinde hiçte Kaynaşmış Kitle olmadığımızın Bilincine vardım. Şöyleki:

         Türkocağı’nda, Gençler’in yetişmeleri için Seminerler düzenlenirdi.  Konuşmacılar’dan Necdet Sancar şöyle demişti: " Türkler’in bir kısmının Horasan'da Hristiyanlığı kabul ettiği, bilahare Müslümanlığa İhtida ettiklerini ve bunun Türkler’in İstikballerinde Olumlu Sonuçlar doğurmadığını, İslam’ı Kabul etmeselerdi, bugün Avrupa tarafından daha çok Hüsnü Kabul göreceğini anlattı. Özkan Karşı geldi. Soru Faslına geldiğinde Söz alarak İslam’ın Suç’unu sordum. Nerdeyse Dayak yiyecektim. Özkan Yiğitliğini gösterdi.

         O birçok Badireler’den geçti. Öğrenmeye Merak’ı Aklı ve Cesaret’iyle Temayüz etti.

         Hizb’in İslam Devleti’nin Dil’inin Arapca olacağını söylemesi Anlamsız’dı. 4.8.1967 den bir Ay sonra Hizb’le  İlişkileri kopardı ve bunu kendilerine Tebliğ etti.

[5]        25 Mart 1940 da Ankara’da doğdu. Babası Süleyman bey Hakim’di. A.Ü.Dil Tarih ve Coğrafya Fakultesi Türk Dili ve Edebiyatı 2.Sınıf Öğrenci’siyken evlendi. 5 Çocuk Annesi.

[6]        1965 de tek Başına İktidar’a geldiğinde Başbakanlık Odası’nda Namaz kılan ilk Devlet Ricali Ünvan’ını aldı.

           1968 de İsmet İnönüDemirel, Saidi Nursi’nin Halifesi mi olacak’ diye soruyordu. Onu Nurcular gibi Süleymancılar da desdekleyecektir.

[7]        O zamanki Saatçi Dükkanımız Müslümanlar’ın sık sık uğradığı bir yerdi. Ercüment Bey’le Dostluğumuz böyle bir Mekan’da gelişti. O Günler Hizbu’t-Tahrir ile ilgilendiği Günler’di. Kendisiyle sık sık bu Konu hakkında Konuşmalarımız, Münakaşalarımız oldu. Delişmen bir Türkmen olduğu için Hızla o Faaliyet’in içine girmişti. Bense 1952-1960 Yılları arasında, Ahmet Emin Yalman Meselesi yüzünden bir Hapishane Tecrübesi yaşadığımdan daha İhtiyatlı davranmayı Tercih etmiştim. O Dönem’de Hapishane Yılları’nda Nurcular’ı, Ticaniler’i ve Bursa'da Heykel kırma ve Mehdi Olayı ile İlgili Kişileri yakından tanımakla Türkiye'deki İslami Çalışmalar’a Vukufiyet kazanmıştım. Bu İntibalar bana insanlar’a karşı daha İhtiyatlı yaklaşmayı öğretmişti.

         Ürdün'den gelen Hizbu’t-Tahrirciler, Türkiye Şartları’nı bilmediklerinden Farklı Tutum sergilediler. O Dönem’de Türkiye Müslümanları İslami Açı’dan çok Geri durumdaydılar. Onlarsa Qur'ani bir Aqıde sergiliyorlardı. Fakat Siyasi Tutumları Yanlış’tı. Onlar bir Beyanname ile Hilafet İlanı  Şeklinde bir Konu ortaya atmışlardı. Bu Mevzu’da bir Tartışma çıktı. Ben onları" Siz bu Fikirler’inizle Türkiye'de tutunamazsınız. Çünkü bu tür Şeyleri Türkiyeli Müslümanlar hazmedebilecek durumda değil" demiştim. Onlarsa beni Korkaklık’la itham ettiler. Ben de "Eğer Korkak olsaydım, bu kadar Hapishane’de den sonra bu İş’e devam etmezdim. İman’ım Korkalığa Mani’dir" demiştim.

         Bu noktada E.Özkan'ı uyarmıştım. Daha sonra bir  İmam’ın İhbar’ıyla aranmaya başladı. Kaçak olarak Ankara'da epey dolaştı. O sırada zaman zaman bana da uğruyordu. Ve aynı Tartışmalar’ımızı sürdürüyorduk.

         İslami Meseleler’deki Vukufiyet’i ve İhlas’ı Sayesinde kendisinde bir İrfan ve Feraset gelişmesine Yol açtı. Bu yüzden yYllarca İslami Alan’da Akademik Çalışma yapanlara göre, daha Arı bir İslami Anlayış ve bu Anlayışı Siyasi Hayat’a aksettirebilmiş bir Kişilik ortaya koyabilmiştir.

         Hapsihane’den sonra O da Hatasını anlamıştı. Hata İtikadi ve İlmi Anlayış’ta değil, Sosyal ve Siyasal Davranış’taydı. Daha sonra İslam'ı anlamada Fevkalade Çalışmalar yaptı.

         Kendisiyle Ailece görüşürdük. Söz’ünü esirgemezdi. Bu Yönü’yle birçok Arkadaşını gücendirdi. Bu Dava’da ona Ayak uydurmak Zor’du. Belli Kilometreler’de Bazı Arkadaşları döküldüler. Onun Şahsi bazı Davranışları, çok Basit Özel Olaylar bile bir Takım Arkadaşlarının ondan ayrılmasının Sebebi oldu.

[8]        Bereketli bir Ay’da, 1415 Ramazan’ın İlk Haftasında Ankara'da tertiplenen Sempozyum’da beraber olacaktık. Olmadı. Ercüment Bey o Günler’de İmtihan’ını tamamlamıştı.

         Ercümentler kolay kolay yetişmiyor. Yakın Tarih’in Son Yüzyılı Seküler bir Yapılanma’yı artık Su yYzüne çıkarır olmuştu. İnsanlar ya Zanni Saplantılar’ına takılıp kalır ya da Vahy’e Muhatap olmak Şeref’ine  yükselir. Bu Güzel Yol Alışları durduran nedir?

         Şahit olduğumuz kadarıyla Neslimiz Yiğit Kahramanları da gördü. Mesela Yılmaz bir Mücadele Adamı, Edebi Sanatlar’da Üstad Necip Fazıl Fıqhi Birikim’in değil, Gizemli Meşreb’indeki Samimi İnanc’ıyla İslam Karşıtları’na vurdu da vurdu. Ölünceye kadar "Sur’da bir Gedik açtı"rmanın Hazzını tattı ve tattırdı.

         Mesela Kafasındaki Gökalpçiliği  Yüreğindeki Yiğitliğiyle yıkamayı hedeflediğini sandığımız gerçekten Ser’den geçtiğimiz Osman Yüksel, İslam-Türk Karması Davası Uğrunda Mahpuslar’la, Mebuslar’la uğraşıp durdu. Elbette benzerleri saymakla bitmez. Allah Cümlesinin Taksirat’ını affetsin.

         Ercüment Kardeşimizin İslam’a Bakış’ında Hurafesiz, Bidatsız ve Tavizsiz bir Kişilik vardı. Girişimler’i, bilhassa Davranışlar’ı Efemsiydi. Klasik İfade Tarzlarının yerine Efemsi Çıkışlarını, bazen de Argolar’la cazibelendirirdi. Ancak onu Dikkatli dinlemeyen Muhataplar’ı Net tanımıyorlardı. Hatta bazı Sünnetziler gibi Sünnet’e karşı sanıyorlardı. O hiçte öyle değildi. Sıhhat’ına kavuşamadığı Rivayetler’i, her düşünen Mü’min gibi İhtiyat’la karşılardı. Fakat bu Tavrı alışılmadık türden olduğu için, bilhassa Hurafi Kesim’in Zebunları tarafından ve bir de Siyaset’i Politika’ya çevirenler tarafından yadırganıp duruyordu. Hatasız değildi. Mesela onunla aramızda  bazı Tetkik İhtilafları vardı: Sünnet’i Rasul'un Vahiy’le olduğuna Kani değildi. Bunu yazmıştı da. Biz de kardeşce cevaplamıştık.

         Son Malatya'ya geldiğinde Tekrar onu konuştuk. "Qur'an'a Muhatap olmak" Adlı Eser’de yinelemiştim, söyledim. "Bakarım İkna olursam kabullenirim" demişti. Yani Din’in Esasları uğrunda, Tebliğ Şekillerinin dışında İhtilaflarımız olduğunu hatırlamıyorum.

         Onu ilk tanıdığımda çok sevmiş fakat Aşırı bulmuştum. Bize Aşırı gelen Hususları belki de Dava’sının Eri, Din’inin Sevgilisi olmasında. Allah Taksiratını Af etsin."

[9]         Onu İlk defa 70li Yıllar’da tanımıştım. HT yi kurmuştu. İçlerinde Anan ve Cevat Adlar’ında iki Ürdünlü Genç vardı. Teşkilatlar’ını genişletmek için Faaliyet’e geçmişler. Özellikle çoğu Büyük İşadamı, Dostlar’ıma Çengel atmışlar. Kendilerine sık sık aralarında benim de bulunup bulunmadığının sorulmuş. Yok diyorlarmış. Kadir İlhan Ağabeyim Kayseri Şivesiyle "Ağzını yidiğim, gidim Hüseyin Üzmez’i aranıza alın, o zaman bizi İkna etmenize Luzum yok" demiş. Aslında bu onların Teklifler’ini kibarca reddetmek demek.

         Bu Konuşma üzerine doğru O.Y. Serdengeçti Ağabeyim’e gitmiş. Beni çağırdılar, ben de gittim. Gün ağarana kadar tartıştık. Bir Türlü anlaşamıyorduk. Konu "İslam Devleti"ydi. "Bu Devlet kurulmadan Cihad Müslümanlar’a Farz olmaz" diyorlardı. O sırada Arap-İsrail Savaşı vardı. "Peki İsrail'e de mi Cihad Farz değil" dedim. "Elbette değil.." dediler. İyice huylanmıştım. Bu İş’te Siyaset kokuyordu. Müslümanlar’ı parçalamak ve onların Azimler’ini kırmak için Ustaca planlanmış, Sinsi bir Hareket gibi geldi. "Peki.. İslam Devleti'ni Türkiye'de kurmak Şart mı? Siz niye Ürdün'da kurmuyorsunuz?" dedim. Ürdünlü Geçler’den biri Ülkelerinin Küçük olduğunu söyledi.

         Laf epey uzamış Osman Ağabeyim çok sıkılmıştı. "Bre Ağalar" dedi." Anlaşılan siz Türkiye'nin Büyüklüğüne Göz dikmişsiniz.." Ercümet Özkan ikimize de son derece kızdı. Yüzümüze "Gafilsiniz" diyordu, ama içinden "Zındık" olduğumuzu düşünüyordu.

         Sonradan duydum ki Zındık saydıkları yalnız biz değilmişiz. Y.B. Bakiler’e de Çengel atmışlar. Yavuz son derece Aqıllı, Sağduyulu Vatansever bir İnsan. Üstelik İyi bir Şair. Daha Sağlığında Edebiyat Tarihi’ne geçmiş. Bütün Eserler’ini tabii olarak Türkçe yazıyor. Devlet’in Dili’ni sormuş. Arapça demişler. Öyleyse ben yokum demiş.

         Aralarında çok Temiz, inanmış, İdealist İnsanlar vardı. Araplar’ı bilmiyorum ama benim tanıdığım bütün HT ler pırıl pırıl İnsanlar’dı. Hele aralarında Ali Nihat Eskicioğlu Ad’ında bir Doçent vardı, ona Hayran’dım. O Yol’un adeta Delisi olmuştu. Türkçe’yi bile Arapça Şive ile konuşmaya başlamıştı. Rahmetli Ercüment Fikir demiyor Fıkır diyordu. Fıkır fıkır der gibi.

         Bu İş’e kendilerini  bu Derece kaptırmışlardı. İstihbarat Birimleri’nin bu İş’ten Haberdar olmaması Mümkün değildi. Nitekim çok geçmeden Ağır Cezalar’a çarptıtıldılar.

         Ercüment Kardeşimle çok Beraberliğimiz oldu. Hizbu’t-Tahrir’den den hiç bahsetmiyordu. Ama her Nefes’ini İslam için alıp veriyordu. Nitekim Son Nefesini de İslam için verdi. Vefat’ını İstanbul’da duydum, Üzüntüm Sonsuz."

[10]       Onu tanıyalı 25 Yıl’ı çoktan geçmişti. Ama Son 10 Yıl, hele Son 5 Yıl’da epeyce yakınlaşmıştık. Yakınlığımız Ciddi bir Dostluğa dönüşmüştü. Öyle ki onu Uzun Boylu eleştiremez olmuştım. Bu ise benim için  Tehlike’liydi. Bence Müslümanlar’ın Dostluklar’ında birbirlerine karşı Uyarıcılık kalkarsa Tehlikeli’dir. Birbirlerini gerçekten seven İnsanlar, sevdiklerini Dünya’da iken yapıp yapmadıklarından ötürü Ateş Azabı’ndan korumaya, kurtarmaya Vesile olmalıdırlar. Mü'minler birbirlerinin Velisidirler.

         Herneyse O aramızdan ayrıldı, o Tehlike azaldı. Benim Duygusallığımı frenlemem belki Zor ama Çaresiz değil. Resmi ve Yarı Resmi hiçbir Sıfat’ı bulunmayan E.Özkan, iki Fakulte’ye girip çıkmış olmasına karşın Fakulte Mezunu değildi. Ayrıca Halk Nazarında hala Yarı Resmi Etkinliğini sürdüren Medrese Kalıntısı bir Eğitim de görmemişti. Yani ne Tillo Şeyhi’nin önünde Diz bükmüştü ne de bir Ofli Hoca Talebesi’ydi. Halk’ın Gözükapalı İtibar edebileceği ve kutsayabileceği bir Sıfat’ı yoktu. Herhalde Dedesi veya Babası Müftü, Merkez Vaazı filan da değildi.

         O artık açıklamalıyım, benim Beklentiler’imin Doğrultusunda bir İnsan’dı. Müslüman tTopluluklar’ın Geleneksel Yapısına nakşedilmiş İslam Dışı bir Ahlaq’ı, ilkin Şahsında kırmıştı. Din, asla onun Uzmanlık Alanı veya Mesleği olmamıştı. Din onun Kurtuluş Yolu’ydu, Hidayet Rehberi’ydi. O, Din’in Adam’ıydı, Dinadamı değildi.

         Bağımsız ve Bağlantısız olması Haseb’iyle saptanamayan ve El’e Avuc’a sığmayan bir Yönü vardı. Şeriat’ı İlga etmiş olmasına rağmen, halen en azından Din'i Resmen Kontrol’ünde tutan Yeni Yönetimler ve Anlayışlar Karşısında O Elbet ilk altedilmesi Gerekli Hedef’ti. Zira Bilinen’in dışında, Alışılmış’a Karşı ve bu yüzden Gizemli’ydi. Dostlar’ına, Kardeşler’ine ne kadar Net ve berraksa, Sistem’in Sahipler’ine o Ölçü’de Karanlık’tı. O'nu anlayıp tanıyıncaya kadar O İş’ini görüyor, Hedef’i dövüyordu. Yeni Sistem’in örneğin İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakulteleri Aracılığıyla Resmi Qur'an Kursları vb. Çalışmalar’la sa Yarı Resmi Sıfat sağlamaya Devam ettiği Çevreler’i, Büyük Ölçü’de Kontrol’unde tutması Kolay’dı. Zira Sistem’in Müfredat’ını kendisi hazırlamaktaydı. Oysa Özkan gibi deyim yerindeyse Mektep’ten değil, Alay’dan gelen Sivil Önderler’in Hareket’in hem Kontrolü Mümkün olmuyor, hem de Boyut’u saptanamıyordu.

         Yeryüzü’ndeki İslami Hareketliliğin Çağdaş Görünüm’ünde hala Söz, daha çok Resmi ve Yarı Resmi, yani Sistem’le ilişkilendirilebilecek Kesimler’indi. Hala her Eski İslam Ülkesinde en çok konuşan ve konuşturulan, Otorite Kabul edilen, Genel İtibar gören ve sanki Temsil Yetkisi taşıyan, Resmi Sıfatları olan Ulema’dır. Örneğin en Çağdaş Qur'an Tefsiri yazdığını savunan hepimizin Hemşehrisi bir Bilgin, Laik bir Ülke’de, DİB yapmış olmanın Gurur ve İtibar’ını her Vesile ile kullanmaktan Geri durmaz.

         İşte E.Özkan gibi Önder Şahsiyetler’in Önemi Karşımıza en çok da Siyasi Basiret ve Tavırlar’ının, önceki Resmi Sıfatlar’ına nazaran ortaya koyduğu İçtenlik ve Netlikte yatmaktadır. O'nun Mevcut Siyasal Sistem’e karşı Tavrı ise, öylesine Net’tir ki, çok Genç Yaşlar’da Siyasal bir Suç’tan Hüküm giymiş ve Tüm Kamu Hakları’ndan Mahrum edilmiştir. Herkes için Model Teşkil etmesi beklenmese de kendisinin bu Konu’da ne Ölçüde Rijit bir Tutum sergilediğinin en Somut Göstergesi’dir.

         Ben O'nu İspanya'ya bastıktan sonra, kendini oraya kadar yaşıyan Gemiler’i yaktıran Tarıq b. Ziyad'a benzetirim. Bundan mıdır aceb, Oğullarının birinin Adı Tarıq'tır. Bunu kendisi de özlemiş ve özenmiş midir, bilemeyiz. Lakin özellikle Günümüz’de hemen her Karış Toprağında bir Endülüs Medeniyeti özlenen İslam Dünyası, Kararlı ve Bağlantısız, yani Geri Dönüşü sağlayan Gemiler’i yanmış Tarıq'ları çok özleyecektir.

         Zihn’i Malumat Deposu, Yaşantısı Kucaklar Dolusu Nafile Besmele, Hamdele ve Salveleler’le taşan, Karınca ezmez Sofiler’den çok, Farz ve Haramlar’da Titiz, Farzlar’ı İcra etmekten Nafileler’e zaman bile ayıramayan Muharip Tarıq'lara elbet Muhtac’ız.

         E.Özkan Özel’de  belki Allame değildi. Baş’ını secdeden kaldırmayan, bu yüzden Dış Dünya’yı hiç görmeyen, görmediğinin olmadığına inanan Derviş Meşrepler’den de Ayrı’ydı. Ama inandığı Dava’nın Haysiyet’ini Savunma’da Çokluk Aciz kalınan Yer’de o, Yıllar’dır Karşısında bulunduğu Geleneksel Çevreler’in bile  Yürekler’ine Su serpebilecek Yürekliliği ve Feraseti gösteren Ender Şahsiyetler’dendi. Sırf Halkı karşısına almamak için, Popülaritesi yitmesin diye, Halk’ın Hurafe ve Bidat’la yüklü Din’ine Ses çıkarmayan Popülist Aydınlar’la dolup taşıyordu İslam Dünyası. Ve İslam, giderek Populizm’in Biricik Kaynağı olarak hissedilmeye başlamıştı. Yani Tek Başına İslam, artık bir Şöhret Nedeniydi. İslam'la Şöhret bulan kimi Aydınlar, Haqq’ı söylemek, Halq’ı aydınlatmak yerine, edinilmiş Şöhret’i korumayı ve El’den geldiğince ondan yararlanmayı neredeyse Gündelik Ahlaq edinmişlerdi.

         İşte  tam bu esnada E.Özkan Halq’ı ve birtakım Güçlü Çevreleri karşısına alacağını bile bile Haqq’ı söyleme Yiğitliğini gösterebiliyordu. Sayıları İslam Dünyası’nda hayli azalmış bulunan Ebu Hanifeler’in, İbn Teymiyye'lerin, Afganiler’in İz’inden gidiyordu. Onlar gibi Resmi Bağlantısızlığı ise bir Raslantı olamazdı.

         Müslümanlar Türkiye'de bir yandan Mevcut Sistem’in Siyasal Baskısı, öte yandan Halq’ın Yanlış Telakki ettiği Dinsel Anlayış’ın Aforizması arasında, yani iki Menzil arasında bir Yer’deydiler. Bir Söz, Sistem tarafından Mahkum edilmelerine, bir başka Söz, Halq Nazarı’nda Din Dışı   sayılmalarına Yol açıyordu. Kimi Aydınlar yalnızca Sistem’le Mücadele edip, Halq’a Hoş görünüp, Halqı Uzun Emellik’le eğitmeyi hedeflediler. Müslüman Düşünür ve Bilginler için Sahici bir Sıkışma’ydı yaşanan. Üstelik Ortak Karar verebilecek bir Ortam da yoktu. Hemen herkes Tekbaşına Karar veriyor, bir Tavr’ı seçiyordu. Kanımca O'nun seçtiği Tavır, bunlar içinde Model’e en Yakın olanıydı. Kusursuz değildi kuşkusuz. Eksiksiz olamazdı. Ama Tutum ve Eda olarak en azından kendini kendi Kaynağı ile Tashih etme Avantaj’ı vardı. Yaban kalmıyordu. Ve kendine Saygı’yı hiç yitirmemişti. Çünkü Siyasal Sistem’le cedelleşirken, Halq’ın Yanlışlarının üstüne gitmeyi de İhmal etmiyor, ertelemiyordu. Bugun değilse ne Zaman Yanlışlar uyarılacaktı? Belki bu arada kullanılan Uslup için bir Küçük Muhalefet Şerhi konulabilir. Ama o Tavizsiz Tutum, Olay’ın Esprisini elhak İyi kavramıştı.

         Ondan bize Emanet kalan bu Tutum, Tavır, Yüreklilik ve Kararlılık olmalı.

[11]        "Hapishane  Hayatı’ndan sonra Toplum Önemli Ölçü’de kendisinden Uzak kalmaya çalışıyor. Eh ne de olsa bir Örgüt İlişkisi’nden Hüküm giymiş birisi, sanki İslam’ın Kökü içerideymiş gibi.

         Biz de bir Gurup Arkadaş olarak Hatırı sayılır bir Birikim’e ulaşmıştık. Bilhassa Seyyid Kutup, Mevdudi, Ebu Zehra, Malik bin Nebi vb.lerini sıkça okuyorduk. Sadece okumakla kalmıyor, okuduğumuz her Kitab’ın mutlaka Özet’ini çıkarıyor ve o Özet’ini de çıkarıyor ve o Özet’i Muhtelif Plartformlar’da tanıtıyorduk. Ama doğrusu bizde oluşan Aqıdevi, Fikri Yapı’nın Siyasi bir Eksikliğini farketmiyorduk. Belki de okuduklarımızı bir Kültür Boyut’unda algılıyorduk.

         1970ler’in Başıydı. Hapishane’den Yeni çıkmıştı. Kızılay’da Musa Çağıl'ın Küçük Saatçı Dükkan’ında Hararetli bir Tartışma sürüyordu. Genç Yakışıklı biraz da Şişman birisi Hilafet’ten, Halife’den, İslam'ın Siyasi Boyut’undan bahsediyordu. Tartışma tam da Noktalanma’dan Genç Adam, Dükkan’dan dışarı çıktı. Benim Kafam da doğrusu karışmıştı. Zira az önce Kapı’yı hızla vurup giden Adam söylediği her Söz’e önce Qur'an'dan, sonra Sünnet’ten ve daha sonra da Sahabe Hayatı’ndan Örnekler ortaya koyuyordu. İş bununla da kalmıyor Gün’ün Siyasi Boyutu’nu, Fikri Boyutunu da sergiliyordu.

         Yitiğini bulmuş İnsan’ın sevindiği gibi İçimi bir Sevinç kapladı. Musa Ağabey’e kim olduğunu sordum. Bana Teferruatlıca anlattı. O Anlatıkca 1967 Yılı’nı hatırladım. 1. Ağır Ceza’daki Savunmasını..

         Noksanlarımızı tamamlayabileceğimiz bir İnsan İntibaını ilk Çırpıda ortaya koydu. Çok Kısa bir Zaman sonra İhsan Arslan'la  Kızılay'daki İş Merkezi’ne gittik.  Tanışmamız netleşti. O Gün kendisini dobra dobra ortaya koydu.

         "İslam İnsan’ı İki Cihan’da Aziz etmek için indirilmiş bir Din’dir. O'nun İnanç Sistemi de Fıqhı, Siyasi Sistemi de birbirinden kopmaz bir Bütün’dür, İslam ya hep alınır, ya da bırakılır. Qur'an'a, Sünnet’e dayanmayan bir Din değildir olamazda. Ben İslam'ın Aqıdesi kadar, Siyaset’ine de Önem veririm. Evet bende oluşan bu Fikirler Hizbu’t-Tahrir’dendir. Ben bu Fikirler’e aynen katılıyorum. Ancak Teşkilat Boyutu , Hizb’i Boyutu İtibar’iyle ayrıldım" dedi.

         Tanıştığımızın İlk Günler’inde birlikte olduğumuz Arkadaşlar’la kendisini tanıştırmak için Ev’e Davet etmiştim. Karşılıklı Konuşmalar, Sorular Cevaplar sürerken o Günler’in Göze çarpan Delikanlılar’dan Eflatun Saygılı, Ercüment Bey'e hitaben Mevdudi’nin İslam'da İhya Hareketleri Kitab’ından, yanılmıyorsam Tasavvuf’tan bahsetti. O hem Tasavvuf’a karşı Sert bir İfade’de bulundu hem de Mevdudi vb. için "Onlar İslam'ı fazlaca bilmezler" deyiverdi. Tabii ki bu Hal daha o Gün birçok Arkadaşımız’ın ona Karlı Menfii  Bakışlar’ına  Neden oldu.  Aslında Tasavvuf hakkında aynı Görüş’ü paylaşıyordu ama o Gün Uslub’u paylaşmadılar. Bilahare Arkadaşlar’dan bazıları ile yeniden görüşüldü, Dostluklar’ı kuruldu.

         Özellikle birkaç Arkadaş daha o Gün’den itibaren sık sık beraber olmaya, bunun da ötesinde Kucağımızda olanları ortaya koymaya başladık. Kendisi Hizbu’t-Tahrir’den El’de ettiklerini, biz de Mevdudi, Seyyid Kutub, Hamidullah, Ebu Zehra’dan El’de ettiklerimizi ortaya koyduk. Sonuçta gerçekten Türkiye'de İz bırakan Önemli bir Çalışma başladı ve kendi içerisinde 1980ler’e kadar geldi.

         Bu Dönem’de birçok İnsan’la Yüzyüze geldik, tanıştık, tartıştık. Birbirlerimizi düşündürdük Araştırma’ya sevkettik. Görüşler, Konuşmalar bizi bir Nokta’ya getirdi. Biz artık kendimizi yeterince yetiştirmiş Kimseler olarak görüyorduk. Bu Yeterliliğin verdiği Güven’le Halq’a açılmanın  Zaman’ının geldiğine Karar verdik. Bu Kanaat Doğrultusunda İktibas'ın çıkması kararlaştırıldı.

         Bu Hayat’ının İlk Safha’sıydı. Vitrin Boyutu olmayan, İç’e Yönelik Eğitim Ağırlıklı bir Safha. Bu Dönem’de ilgilenilen Arkadaşlar’da aranılan Vasıflar Özetle Hz.Peygamber'in Mekke'nin ilk Başlarında ilgilendiği İnsanlar’da aradığı Vasıflar’ın Aynısı idi. Yani Aqliyet’inin yerinde olması ve İhanet Kabiliyetinin bulunmaması. Bu Safha’da hem Fikri Kalite hem de İnsan Kalitesi oldukça Yüksek’tir.  "Aqıllı İnsan başkalarının Aqıllar’ından İstifade eden İnsan’dı" Sözü ile Amel eden bir durumdadır. Tekil Aqıl değil Kollektif Aqıl Hakimiyeti vardır. Fikir Adına ne üretilmişse bu Safha’da üretildi.

[12]       "Hizbu’t-Tahrir’in Türkiye’de örgütlenmesine çalıştı. 1964-1967 Yılları arasında dağıttığı Bildiriler, Basın’da Manşet olur. Bildiriciler’i yakalayamayan Emniyet Güçleri Şaşkın’a dönerler. Bugün'de Toplu Namazlar ve Müslüman Türkiye Mitingleri’nin Mimarı Şevket Eygi Olay’ı kavrayamıyordu. Yeşil Komunist olduğu İftirası yayıldı. Eygi'ye göre onlar Ajan’dı. 1967 de yakalandılar. Savunmalar’ında Boyun eğmeyeceğini haykırıyordu.

         Hapse girmeden önce Hizb’in Türkiye Şartlarını gözeten ve Türkiye'ye Has bir Mücadele olduğu Konusunda bir Takım Endişeler’i olmuştu. Ürdün'de oluşacak bir Hareket’e Türkiye’den bir Sempatizan Grubu oluşturmaya başlıyordu. Araplar’la Yoğun Tartışmalar’a girdi. Nebhani ile Görüşme isteklerinin ona iletilmediği Kanaat’ine vardı.

          Tanışma’dan önce bizler Yeni Piyasa’ya çıkmaya başlayan Tercüme ve Te'lif Eserler okuyarak edindiğimiz İslami Bilgi’yi tartışarak Değerleri yerine koyma bakımından bocalıyor ve Devamlı bir Arayış içinde çalışıyorduk. Sistematiğini bilmediğimizden, Değerler’i yerine koyma bakımından bocalıyor ve Devamlı Arayış içinde bulunuyorduk. Musa Çağıl, bizimle ilk önce Rahmetli Reşat Aksoy'u tanıştırdı. Ancak sonradan duyduğumza göre kendisinin bu Gurub’a Faydalı olamayacağını söylemiş ve bir daha da görüşmemiştik. Bunun üzerine Çağıl bizi Özkan'la tanıştırdı. Daha ilk Oturum’da Fırtınalı Tartışmalar oldu. Bizim Kitaplar’dan birşeyler öğrenmeye çalıştığımız İnsanlar için "Onlar İslam’ı fazla bilmezler" dedi. Bu Durum bizde Şok Etkisi yapmakla beraber, kendinde olana karşı Merakımız arttı. Sorular’la deşelemeye çalıştığımızda Temel’i Hizb'e dayanan Türkiye Şartları’nı gözeten bir Çalışma’yı benimsediğini gördük. Birkaç Görüşme’den sonra Mutabık kalarak sonradan Türkiye'de Derin İzler bırakacak olan Çalışma başlamış oldu.

         Çalışma’da Fikri Liderlik Esas’tı. "Dini Qur'an'dan ve Rasulullah'ın Uygulamalarından öğrenmek, İslam’ın kendisine Has Siyasi Bilinc’ine Sahip olmak, İslam'ın ancak kendi kendi Metod’u ile Hayat’a Hakim olacağı" Fikriydi.

         Gayretli ve Sistemli bir Çalışma ile 70ler’in Sonu’na gelindiğinde, başta Ankara olmak üzere, Türkiye'de Yaygın bir şekilde Geleneksel Dini ve Resmi İdeoloji’yi yargılamaya Tabi tutarak, Sonuçta Tevhidi Uyanış Süreci’nin başladığını görüyoruz.

         Genel bir Toplantı’da, aramıza katılmış olanlardan birisi- Ercüment Bey'i önceden tanımadığı ve kendi Şablon’una göre Lider Arayışı olduğu için Ercüment Bey'i görünce "Ben de bu Çalışma’nın Başında Sarıklı, Sakallı bir Şeyh var zannediyordum" diyerek Beklentilerini Dil’e getirmişti. Ucuz Kahramanlar Çeşitli Bahaneler’le Çalışma’dan ayrıldılar. Bu Olumsuz Süreç, kısa Zaman içinde aqleden Müslümanlar tarafından aşıldı. Çeşitli Konular’da yapılan Çalışmalar’ın Ürünlerini Küçük Kitapcıklar Halinde Kalem’e alıyor, buna ilaveten Basın’dan İktibaslar yaparak, Fotokopi Halinde İlgi duyan İnsanlar’a veriliyordu.        

         Devrim yapılınca "İran hakkında Siyasi Yorum" Adlı 46 Sayfalık Yazısında Türkiyeli Müslümanlar’a İslam Devleti’nin Kavramları ve kendi Şartlar’ında değerlendirmeleri için Önemli Ölçüler sundu. Eleştiri ve Sevgi Konusunda Duygusallığa kapılmadı.

         12 Eylul Sonrası Tarikatlar aleyhinde Kampanya başlattılar.

         1981 de 15 Günlük 32 Sayfalık İktibas’ı yayınladı. Dergi’nin Her Türlü Mali ve İdari Sorumluluğu İstişari Karar’la O'na  bırakılmıştı. Bizler Yardımcı olmaya çalışıyorduk. Böylece Geniş Kitleler tarafından tanınmaya başladı.

         Tasavvuf’un İpliğinin Pazar’a çıkarılmasını arzuluyordu.

         1982 de bir Müslüman’ın sorduğu Sorular’a verdiği Cevaplar Bahane edilerek sorgulamaya alınıyor ve Serbest bırakılıyordu.

         1985de’ki sorgulamasında "Sen bizden korkmuyor musun?" dediklerinde " Ben de insan’ım ve korkarım. Şu anda Gözüm de Bağlı bana her istediğinizi yapabilirsiniz, Allah'ın Cezası İnsanlar’ınki ile kıyalamanayacağı için ben Korku Haznemi Allah Korkusu ile doldurdum. Dolayısıyla İnsan’dan korkmaya yer kalmadı. Hem sonra Fare’den korkana gülünürken, Aslan’dan korkana hiç kimse birşey diyemez" der.

         Dergi ve O'nun Proplemler’iyle Haşir Neşir olması birlikte olduğu Arkadaşlar’ı ile Görüşmelerini Asgari’ye indirmiş, Periyodik Görüşmeler’in dışında fazla Birşey yapamaz hal’e gelmişti. O bütün Güc’ünü Dergi ve Dergi Sayesinde tanıştığı İnsanlar’a bildiği Doğrular’ı anlatmaya Seferber etmişti. Bunu da Ziyaret’ine gelenlerle görüşerek, çağrılan Yerler’e giderek, Proğram, Panel ve Konferanslar’a katılarak gerçekleştirmeye çalışıyordu.

         1989 da Ağır Qalp Krizi’nden sonra Aceleciği arttı. Ömrümün Kısalığını hissederek Uzun Soluk’ta yapılacak İşleri kısa zaman’a sığdırmaya çalışıyordu.

         1980 Yıllar’ın Sonunda Özal İktidarı 141,142,193. Maddeleri kaldırmıştı. 1992 de İslam Partisi kuracağını açıkladı. Acele’ye getirilmişti. Arkadaş’ı olan ben bile Karar’ı Açıklama Aşama’sında öğrenmiştim. Bu Aşama’daki Haleti Ruhiye’si Arkadaşlar’ı tarafından O'nun bu Teşebbüs’ü ertelensin diye, Son Aşamasında açıklayıp Katılım’ı sağlamak Şeklinde idi. Kendisi ile Senelerce Kader Birliği yapmış, böyle bir Oluşum’un İllegal Üyeleri olan Kimseler’in, bana göre Cephe’yi terketmiş, kendilerine göre Sebepler ileri sürerek Çalışma’dan ayrılmış Arkadaşlar’ın da yeterince tanımayanlarla aynı Paralel’de düşünmeleri, İş’in en Vahim ve Şaşırtıcı Yanıydı. Halbuki  İslami Parti'nin İllegal iken de bilinen Tüzüğü, Küfür Rejimleri’ni Bütün Müesseseleri’yle Red ve Qur'an Esasına Dayalı olmasıydı. Kuracağı Parti’nin  Esasları da bu şekilde açıklanmıştı. İki Ana Hedef vardı:

1.Resmi İdeoloji Propoganda yaptığı gibi İnsanlar’ın bu Tür Teşebbüsler’ine Müsade mi edecekti, derhal kapatacaktı. O zaman Madde’yi kaldırmada Samimi olmadıklaruı anlaşılacaktı.

2.Şayet Resmi İdeoloji bunları Muhatap alıp meşrulaştırmalıyım diyerek Ses çıkarmaz ise İslami Uyanış Hareketi çok daha Etkili ve Yaygın şekilde yapılır diye düşünülmüştü... Şahsen benim de benimsediğim bu Yaklaşım’ın, bunu Hayat’a geçirecek Ciddi bir Altyapı, Gerekli Çevre İlişkileri oluşturulmadığı için Yanlış olduğu, dolayısıyla Rafa kaldırılması gerektiğini söyledim. Arkadaşlarımız’ın Büyük bir Çoğunluğu da Olay’a bu Nokta’dan yaklaşınca Özkan da bu Girişim’i durdurmuştu.

         TV Projesi vardı. Maliyet çok Yüksek olduğu için Geniş bir Çevre’yle İstişare yapılmasına Kanaat getirildi. Gerekli Fizibilite Çalışmaları yapıldıktan sonra Yayın için Gerekli Malzeme’nin %80 i tamamlanarak Logo Yayınına başlandı ve 2,5 Ay Devam etti. Kalan’ın tamamlanması ve İşletme Sermayesi için beklenen, daha önce Vaad edilmiş Para gelmeyince, Düzenli Yayın Hayatına geçilemedi. Arkasından İçişleri Bakanlığı tarafından Kapatma Kararı uygulandı. Zaman içinde Türkiye İslami Hareketi O'nu anlayacaktır."

[13]       Yaşantı’mızda Derin İzler bırakan Örnek Şahsiyetler O'na dönüyorlar. 1990 Said Hoca, 1995 Ercümet Özkan. O'nunla Üniversite’deki İlk Yıllar’ımda tanıştım. Bizler için Karmaşık bir Ortam. Bir yandan Nefis Tezkiyesi Adına Gönülleri İşgal altında tutan Hurafe-Tasavvuf, diğer yanda Seyyid Kutup'ların, Mevdudiler’in Vesilesi ile yeniden filizlenen İslam'ın Toplumsal Boyutunu, İktidar’ın Parlak ancak Aldatıcı Cazibesi altında tutmaya çalışması, bu Doğrultu’daki Müslümanımsı Siyasal Söylemler, Demokratik Yöntem ve Etkinlikler, iktidar Ortaklığı vs. Aslında bunlar kimi Gerçekleri taşımıyor değil: Allah'ın Zikri, Allah'ın indirdiği ile hükmetmek, Adalet gibi Kavramlar Müslümanlar için İlgi Odağı olmaya yetebiliyor,. Ama Büyüklük ve Tevhid’den Yoksun.

         Böyle bir Ortam’da Allah'ın Vahdaniyeti, Ahiret İnancı ile birlikte Risalet’in Bireysel olduğu kadar Toplumsal bir İşlev’e de Sahip olduğunu, ilk Uygulayıcısı tarafından Güzel bir Örnek olarak Tatbik edildiğini ve bunların Parçalanmaz bir Bütün olduğunu düşünen ve anlatan bir Allah'ın Kul’uydu. Bu Noktada Ercüment Bey'in, Allah Rasulu'nü Örnek ve Önder edindiğine O'nun Yol’una başkoyduğuna Tanıklık ederim. Bu Yol’daki Düşünce ve Ameller’indeki Samimiyet’i, Direnc’i, Sürekliliği Takdir’e şayan. Nerede olursak olalım Bireysel İlişkilerimiz’in Kapsamlı bir Tedrisat Çerçevesinde Sürekli ve Düzenli geliştirilmesi için gösterdiği Çaba, Düşüncelerini Toplum’a duyurabilmek için gösterdiği Çaba her zaman Güzel Örnekler olarak kalacak.

         Bununla birlikte bir İnsan olarak Mevcut bir Toplum’da yaşıyordu. Dolayısıyla Geleneksel Sünni Kalıplar’ın kendisiyle Tanışma’dan önce geçirdiği Siyasal Tecrübe ve Görüşler’in Öncülleri belirlemede Ercüment Bey üzerinde Etkili olduğuna inanıyorum. Bu Noktada Müslümanlar’ın genelde Sağlıksız bir Toplumsal Yapı ve İlişkiler’e Sahip oluşları ve bunun Somut Tezahürü olabilen Siyasal Alan’daki Başıbozuk, Tutarsız, Kaypak Görünümler’ini de unutmamak gerekir. Tabiat’ıyla bu Durum Güncel Siyasal değerlendirmelerinde kendini gösterir.

         Hicri 100ler’den Günümüze kadar Biçimi ne olursa olsun İktidar’daki Sünni ekolce dayatılan Gelenek Anlayışını, bunun Siyasal Alan’daki Tezahürü Tek Adamlığa dayanan İzler’ini Başlangıç’ta görmek Mümkün.  Ancak Tez ya da Anti Tez olarak Fark etmez Geleneğin Çağdaş Gelişmeler Karşısında düştüğü Açmazlar, Toplumsal İlişkileri belirlemedeki Darlık ve Yetersizlik. Örneğin İran Devrimi Sonrası, tüm bunlardan Önemlisi Müslüman’ın Eleştiri’ye Açık olma Bilinci Ercüment Bey'de zaman zaman Özeleştiri’ye Yol açar. Düşünce, Tutum ve Davranışlar’da Geleneksel Kalıplar Söylemler’le birlikte değil sadece Qur'an Öncül olmalıydı. Nitekim Tasavvuf ile birlikte Gelenek de daha çok sorgulanmaya başlar, Toplumsal Ölçek’te Şura daha Önemli olma Sürec’ine girer.

         Bir Müslüman olarak Ercüment Bey, Güncel İç-Dış, Toplumsal-Siyasal Gelişmeleri izlemek, Güc’ü yeterse etkilemek, bu Konu’da kimi Araçlar’dan yararlanmak isteğindedir. Ama bu Araçlar’dan Yararlanma’nın Bedeli ve Sınırı her An İnsan’ı bir Açmaz’a götürebilecek Nitelik’tedir. Yine bu Açmaz’ın Bilinci içinde bir İnsan olarak Huylu Huy’undan vazgeçmez.

         Ömrünün Son Yılları’nda Türkiye'deki Siyasal Gelişmeler nedeni ile bir Çaba içine girmiştir. Bu Çaba’nın Gerekliliğini tartışacak değilim. Sonuçta Kişisel bir Tercih Sözkonusu’dur ve Her Kişisel Tercih’in kendince savunulacak ya da eleştirilecek Yönü Sözkonusu olabilir. Fakat bu Tercih’inde Öncelikler’den Mühim ve Farklı olan Nokta şudur: "Acele"cilik taşımasına rağmen Ahır'a Öncelik tanıyan bir Niyet ve Tutum Ön plan’dadır. Önceki Deneyimler’inde Önemli Yeri olan Siyasal İktidar Mücadelesi’nin Yerini Gaybi bir Amac’a bırakmaya başlamasıdır.

         Şöyleki Siyasal Mücadele’nin Dar Sınırlar’ını ve Amaçlar’ını aşarak, bir Birey olarak yapabileceğinin en İyisini Allah için yapmak, Allah'ın Takdir edeceği Sonuc’a Razı olmak. Çünkü Her Mü’min gibi Ercüment Kardeşimiz de Gönül’den inanıyordu ki, Allah için Cihad edenlerin Yollar’ını yine Allah kendi Yol’una Hidayet eder.

         Cenaze Namazı’nda bulunamadım. Ama Mü’minler, Said Hoca gibi bir Mü'min’e yaraşır bir şekilde Allah'a Dönüş’ünde Ercüment Kardeşimizi Yalnız bırakmadıklarını söylediler."

[14]       "20 Yıllık bir Geçmiş’e dayanan Dostluğumuz ile İftihar ettiğim , gerçekten bir çok Faziletler’i Şahsında toplamış bir Güzel İnsan’dı. O, İnsani Değerler’in Qıyım’a uğratıldığı, Bütün Müsbet Vasıflar’ın Adeta Suç sayıldığı Günümüz Ortam’ında Sarsılmaz İman’ı ile Salih Amel ile taçlandırdığı İlmi  ile, Ciddiyet’i ve Aqliyet’i ile adeta Yürekler’imize Su serpen, bize "Hamd olsun böyle İnsanlar da varmış" dedirten bir Örnek Kişi, Düşünce ve Aksiyon Ufkumuzda silinmez İzler bırakan bir Öğretmen’di...

         Kendisi ile Yıllar önce Kabataş'ta bir Gurup Ciddi Müslüman ile birlikte yaptığımız Günler süren Tartışmalı Toplantılar’dan sonra Organik Birlikteliğimizi bozmuş ve O'na bir Hayli Sert Tenkitler yöneltmiştik. Ercüment Abi Toplantılar’ın Akabinde o Ciddi, Samimi, daima Nazik ve hiç bir Zaman Kırıcı olmayan Hali ile Pardesesünü ve Çantasını alıp Ankara'ya dönerken şöyle demişti: "Ne yapalım Arkadaşlar, Mücadele Adamı’nın Qaderi bu işte.."

         Buna rağmen Ercüment abi hiç bir zaman bize darılmamış, İlgi’yi kesme Yol’una gitmemiş, aksine, sanki hiç bir Şey olmamış gibi, daima Müslümanlar’ın birlikte olması gerektiğini öğretircesine bizi Her gördüğü Yer’de ve her Ziyaret’imizde kucaklayarak hep Kapıları Açık bırakmıştır."

[15]       Hamza Türkmen/ Hak Söz : "İlk Evreler’ini yaşamaya başlayan Türkiye İslami Hareketi, Çok Değerli bir Öğretmen’ini kaybetti. Türkilyeli Müslümanlar; Yalın olarak "Müslüman" Kimliğinin Bilinc’ine erdiğinden beri, Ömrü İslami Mücadele’yi Hayat’ın Her Sahası’nı  kuşatacak bir ilkelikle tTaşıma’nın Gerekleri için Çaba sarfederek geçen Büyük İnsan bir İman ve Mücadele Adamı’nı kaybetti. O Bilgi’yi İnanc’ı ve Eylem’i Birlikte Yaşama Şahitliğini gözeten, Sabr’ı, Çile’yi, Acı’yı, Katlanma’yı, Soruşturmayı, İşkenceleri, Hapisleri, dışlanmaları, İftiraları İmtihan Vesilesi addeden Büyük bir Gönül ve İlke Adamı’ydı. Yitirdiğimiz Kişi, Vefat’ı nedeniyle Taziye İlanı verme İmkanını oluşturanların Dil’iyle ,"Türkiye' deki İslami Uyanış’ın Büyük Emekçi’siydi."

[16]       MNP 1970 de Odalar Birliği Genel Başkanlığı’nı Demirel’e rağmen seçilen Erbakan bu Görev’inden Polis Gücü ile indirilmesinden sonra kuruldu. 1969 Seçimler’inde AP'den Adaylığı Veto edilmişti. Konya'da Bağımsız Aday olarak Meclis’e girdi. 1972 Parti kapatıldı. 1873 de Selamet kuruldu. 1974 de CHP ile Koalisyon kurdular.

[17]       Ad’ını ilk defa sanırım 1967 de Gazete Manşetler’inde gördüm; Fırtınalar kopuyardu o zamanki Türk Medyası’nda. Medya, Düşman’ı olduğu İslam'ın ve Müslümanlar’ın Nihayet beklediği açığı yakalamıştı. Yalman'a yapılan Malatya Suikastı’ndan sonra Medya İslam Düşmanlığı Histeri’sini, Rahmetli’yi Merkez’e oturtan bu Olay’da göstermişti. Kökü dışarda Hizbu’t-Tahrir Adlı Gizli Örgüt’ün Ülkemiz’deki Baş Temsilcisiydi, Birlikte Bütün Elemanları Devlet’i Yıkma Faaliyeti içindeyken Suçüstü yakalanmıştı Medya’ya göre. İsmini ilk kez  bu Olay’la duyurmuştu Türkiye'de.

         O sıralarda Hilal Dergi’sinde Radikal ve Fundanmentalliğin Fikri Temeller’ini atmakla Meşgul’dum. Doğrusu Lübnan gibi Kozmopolit bir Ülke’de ortaya çıkmış Örgüt’e Ben de Kuşku’yla bakmıştım ve ilgilenmemiştim. Böyle olunca da Dergi’de Dil’e getirmiştim Olay’ı.

         Aradan Yıllar geçmiş ve Ad’ı geçen Örgüt ve tabii ki Rahmetli unutulmuştu. Çengelköy Çınaraltı Çaybahçesi’ndeki Sohbetlerimiz bütün Hız’ıyla Devam ediyordu. 1974 de. Rahmetli, önünde Çaybahçesi Çalışanlarından biri, birkaç Kişi’yle birlikte oturduğum Masa’ya yaklaştı, Çayhane Görevlisi Rahmetli’ye beni göstererek "İşte İsmail Kazdal Ağabey" demiş ve çekilmişti. Rahmetli "Ben Ercümet Özkan. Size Musa Çağıl Ağabey’den Selam getirdim" deyip Musafaha için El’ini uzatmıştı. Hemen arkadan "Yalnız konuşmalıyız" diye de İlave etti. Masamdakiler sessizce ayrıldılar yanımızdan.          

        Rahmetli Kısa bir Süre önce Hapishane’den çıkmış ve hemen Cemaatleşme Teşebbüsler’ine girişmişti. Beni de katılmaya Davet için gelmişti.. Kendi Seviye’sinde bir Makam’a Davet ediyordu beni Cemaat içinde. Ev’imi hemen Cemaat Merkezi Ankara'ya nakletmeli idim. Yani İş Ciddi’ydi. O Zaman’ın Meşhur İsimler’inden, aralarında bazı Milletvekilleri’nin de olduğu Cemaat Listesi’ni sıralamıştı bana. Bütün bu Açıklamalar’ı Rahatlıkla ve Açıklıkla söylüyordu bana. İki Alternatif’le başbaşa bırakmıştı beni. Ya reddetip Hain olacaktım, yahut da Kabul edecektim Davet’ini kesin tavrına bakıldığında. Tabii reddedip Hain olmayı seçmiştim. Fakat Gerekçelerimi de bir bir sıralamıştım.

         İslam Anlayış’ında ve İtikat’ında bir Birliktelik oluşmadan, Yeterli Sayı’da Cemaatleşme Şuur’una Sahip Elemanlar Teşekkül etmeden yapılacak Cemaatleşme Hareketinin, Müslümanlar’ı Tehlike’ye atacak Macera’dan başka bir Anlam’ı olmayacağını ve böyle bir Sorumluluğu Kabul edemeyeceğimi söyledim. Rahmetli İtikat ve Anlayış’ını İfade etti bana Net Hatlarıyla. Sadece Qur'an ve Sünnet'e Referans veren bir İtikat’tı açıkladıkları. Hiç bir İhtilafımız yoktu İtikat’a. Belki Teferruat’ta Ayrılıklarımız vardı ve Zaten de olmalıydı.

         Köşe’ye sıkışmıştım.. Kurtuluş yoktu. Kaçış Bahanesi uydurmak da Mizacım değildi. Düşüneceğimi söyledim, ayrıldık. İşte ilk Temasımız böyle olmuştu.

         15-20 Gün sonra El’inde Hediye Paket’iyle ( 6 Porselen Tabak, 2 Küçük Çocuğuma Kazak) Ev’ime geldi. Tabii Karar’ımın ne olduğunu öğrenmek için gelmişti. Menfii Karar’ımı açıkladım. Karar’ımı Stratejik Açı’dan vermiştim. Ben Iqra Ayeti’nin henüz inmediğine inanıyor ve savunuyordum. Yürekler’in ve Düşünceler’in İslamlaşması Sürec’inin yeni yeni başladığını, Mekki Dönem’in başında bulunduğumuzu düşünüyordum. Kafalarımız ve Gönüllerimiz’i dolduran Sahte İlahlar’a henüz La demediğimiz kanaat’indeydim. La dememiştik ki İlahlar’a, illallah demek Hakkını elde etmiş olalım ve Tevhid Toplum’un Siyasi Amaçlı Özel Cemaat’ini kurma Noktasına gelmiş olalım.

         Tebliğ Dönemi’ydi henüz ve Tebliğ için  Çağ’ın Bütün İletişim Araçlarını kullanacak Durum’a gelme ve Tebliğ Dönemi’ni bitirmek gerekmekteydi İtikad’ıma göre. Tebliğ için oluşmuş Münevver Zümre’nin El’indeki İletişim Araçları’yla, Doğru İtikadı yeteri kadar yaymadan, İtikat Birliği oluşturmadan Cemaatleşme’ye gitmek İslam'a ve Müslümanlar’a yapılacak en Büyük Kötülük’tü.

         Yani kısacası Rasul’un Mekke'de Tebliğ Dönemi bitmeden, Medeni Site Devleti’ni omuzlayacak Dirayetli İnanç Zümresini oluşturmadan, her Türlü Siyasi İçerikli Cemaatleşme Macera’dan başka bir Şey olamazdı benim için.

         Bu Düşünceler’imi açıkladım Detaylıca. Sanıyorum beni anlamıştı ve bundan sonraki hiçbir Buluşmamız’da bana Cemaatleşme’den bahsetmedi. Zaten Kısa bir Zaman sonra, eski bir Kupurcü’den aldığı Kupür Arşivleme İş’inin verdiği Maddi Manevi Avantaj’la İktibas’ı çıkarmaya ve Genel Anlam’da Tebliğ Eylemi’ne başlamıştı. İşte Rahmetli Dostum’un Fikir ve Düşünce Hayatı’na Girişi böyle olmuştu. Önceleri Çoğu Sayfaları İktibas Yazılar’ıyla Dolu’yken, yavaş yavaş Rahmetli’nin Solo Enstrüman’ına dönüşmüştü Dergi. Zaten onun İnanc’ında olan biri için Solo yapmak kaçınılmazdı.

         Doğrusu bu Dergi bir İtikat’ın Erkek Sesini Temsil ediyordu. Doğru Yanlış değerlendirmesi yapmadan inceleyecek olursak Dergi’yi her ne düşünüyorsa ve nasıl düşünüyorsa, Dümdüz, Sağa Sola sapılmadan, Sansürsüz Söyleme’nin Tebliğ Organı olarak görürüz. Bir İnsan’ın düşündüğünü saklamadan söylemesi, her Zaman ve Şart’ta Fevri ve Katı olarak görülmüştür İnsanlar tarafından. Hele de İfade edilen Düşünceler, gelenekleşmiş Düşünceler’in dışında ise. O'nun Söylem’ide Çırılçıplak’tı ve Geleneksel Telakkiler’e Aykırı’ydı. İnanç Öfkesi’nin Tabii Sonucu’ydu İfade Tarzı.

         Onu Sivri ve Atak gösteren, Düşman kazandıran Asıl Sebeb Asırlardır İslam’ın iki Büyük Müesse’sinden biri olmuş olan Tekke’ye ve ona Zemin hazırlayan Tasavvuf’a Karşı oluşuydu. Bu Müessese’ye Karşı Tavır takınan kim olursa olsun Tarih Boyu lanetlenmiştir, Toplum’un Dışına atılmıştır. İbn Teymiyye bile. Fısıltı Gazetesi kullanıldı Yıllar Boyu.

         Bugün Müslümanlar Her Tabu olmuş Düşünce, Telakki, Müessese ve Kişileri sorgulayabilir Durum’a geldiler. Ama Asla sorgulayamadıkları bir Kaç Tabu’dan biri Tasavvuf’tur. Devlet Kavramı bile Tabu olmaktan çıkarıldığı Devletsizliğim savunulmaya başlandığı Ülke’mizde Tasavvuf sorgulanamıyor.

         O'nun İtikat’ında olanların kaçamayacakları Kader’dir bu Sorgu.

         Sapına kadar Kuralcı’dır Rahmetli. Qur'an ve onun Yorumu ve Uygulanması olan Sünnet Yegane Dayanaklarıdır. İnsanlar’a bu Kaynaklar’ın söylediklerini vazgeçilmez Kurallar olarak Takdim eder, sunar. O Kurallar’ın Tehir ve Takdim’ini bile Kabul etmezdi.

         Bundan 7-8 Ay önce Telefon Konuşmamız oldu. Ev’imin Telefon’unda "Selamun Aleykum Muhterem" diyen Ses’ine Karşılık verdikten sonra, Bombardıman’a başladı: "Çık artık İnziva’dan, gel benimle birlikte çalış da şu Televizyon İstasyonu kurma İş’ini sonuçlandıralım."

         Her Yeni Teşebbüs’te olduğu gibi Büyük bir Heyecan Dolu’ydu sesi. "Sana bu Düzen Kanal verir mi be Kardeşim?" İtirazımı Ağzıma tıkadı: "Yahu ben Avrasya Kanalı’ndan Türki Cumhuriyetler’e Konuşma yapıyorum, Haber’in yokmu yoksa?" Doğrusu Haberim yoktu. Şaşırdım. "Allah Allah. Sen mi Radikallik ve Fundamentallik’ten vazgeçtin yoksa Düzen mi değişti benim Haberim olmadan" deyivermişim. Öfkelendi. Ama Cedelciliğimi bildiği için üstelemedi. Randevulaştık ama buluşamadık. Son Konuşmamız bu oldu."

[18]       İlk Sayısı 1970 Şubat’ında çıkardılar. Aykut Edipali, Yavuz Aslan Aygun, Necmettin Erişen'ler Kurmaylar’ıydı. Milli Kültürü savunuyor, Beynelmilel Yahudilik’le Mücadele ediyorlardı. İlmi Sağ, İnkılap İlmi'nden bahsediyorlardı.

[19]       İnanmak ve Yaşamak. 1988 de İktibas’taki Yazılar’ını Bazı Tashih ve Tehirler’le derleyip kitaplaştırmak üzere Baskı’ya hazırladığımzda, bu iki Kelime’nin O'nun Görüşler’ine Vurgu yaptığı kadar Yaşam Çizgisini de yansıtacak en Uygun İfadeler olduğu Düşünce’sindeydim. Sonunda bu iki Kelime O'nun ilk Kitab’ının İsmini oluşturdu. O'nun  Mücadele Çizgi’sinde gerek Fikri, gerek Metodik Farklılıklar olmamış değildi. Ama O gerek Düşünce ve gerekse Mücadele Anlayış’ında ulaştığı Kabuller’ini hiçbir zaman Söz’de bırakmadı. 1960lı Yıllar’da kazandığı İslami Kimliği ile Ömrü boyunca, düşündüğünü yaşamlaştırmaya ve İnanc’ını Yaşam’ıyla örneklendirmeye çalıştı.

         Ercümet Özkan İsmini ilk kez olarak 12 Mart 1971 de gerçekleştiren Askeri Darbe Günler’inden sonra YMM Hareketi içinde iken beraber olduğumuz O'nun bir Akraba’sından duymuştum. O Zamanlar YMM Hareketi’ne, Inqılapçı Tavır ve Duygular içinde Stratejik Merhalelerden geçerek İslam Devleti’ne ulaşılabilecek bir Kadro Hareketi olarak bağlanmıştık. Sonraları Söz’ünü ettiğim Akrabasını Sarıyer'de Ziyaret’e geldiğinde Ayaküstü karşılaşmış ve tanışmıştık. Bizden YMM Hareketi’nin Lideri ile Görüştürülmesini istiyordu. Ancak Amerikan Sigarası içmesi Can’ımızı sıkmıştı. O zamanki İslami Duyarlılığımız içinde Lüks Tüketim’e Karşı Tavır Sahibi idik. Bununla birlikte Yerli Mallar’a Bağlı bir Millilik Saplantımız da vardı. Lakin çok Kısa süren o Diyaloğumuzda Özkan'ın söylediklerinden çok, Söyleme Tarzı Dikkat’imizi çekmişti. Diyalog için Üst Kademe’den Olumsuz ve Sinirli bir Karşılık gelince de Özkan İsmi bende daha çok Merak uyandırmıştı. Ama 1978-1979 a kadar bir daha kendisi ile doğrudan veya dolaylı herhangi bir İlişkimiz olmadı.

         1975-1976 arasında gittikçe Milliyetçi, Devletçi ve Pragmatik bir Çizgi’ye kayan YMM Hareketi içinde az Aayı’da Arkadaş’la Ciddi bir Muhalefet başlatmıştık. Kısa bir Zaman içinde yaygınlaştı. Ancak biz Hareket’i o zamanlar kavrayabildiğimiz İslami İlkeler Çerçevesinde İslami bir Kimliğe döndürmeye çalışırken ve bunu yapamazsak İslami Duyarlılığı Ön Plan’da olan Arkadaşlar’la Hareket’i Tasviye etmeye niyetlenirken; gerek hHareket’in Önderliği, gerekse yaygınlaştırdığımız Muhalefet’in İnsiyatif’ini Ele alan Abiler tarafından ,Tehdit, Santaj, önemsizleştirme, Rüşvet Teklifi gibi Kirli Ayak Oyunları Sayesinde Tasviye edildik.

         Ercüment Özkan ile bu Olay’dan  sonra Tekrar Tanışma İhtiyacı duyduk. Temel Zaaf’ımızın Mücadele Azmimizle, Kadrolaşma ve Teşkilatcılık Becerimizle değil, İslam Ad’ına taşıdığımız Bilgiler’deki Zaaf ve Eksiklikler’le Alakalı olduğu Tespit’ine ulaşmıştık. O halde İslami Kimliğimizi yeniden Göz’den geçirmeli, İslami Disiplinler’e ve Usuli Bilgiler’e yeniden eğilmeli, yararlanacağımız İslami Çevre ve Kişiler’le Diyaloglarımızı geliştirmeliydik. ve 1977-1978 Yıllar’ından sonra Ayakta kalabilen 3-4 Arkadaş Özellikle Evrensel İslami Söylemi taşıyan ve Tevhidi Mücadele’den yana olan Kişi ve Çevreler’le Temel gördüğümüz Meseleler hakkında Diyalog kurabilmek, İslami Bakış ve Hareket Anlayışları Açısından da İkna olduğumuzda bütünleşebilmek Amac’ıyla Ciddi bir Arayış’ın içine girmiştik. Ama tüm bu Açılımlar’ımıza Rağmen bizi en azından Düşünsel Plan’da kuşatacak Ciddi bir Oluşum ve Proğramlı bir Bakış Açısı’yla karşılaşamadık. İşte Ercüment Bey'le Tanışıklığımız böyle bir Talep Dairesinde yeniden gerçekleşti. Ve Diyaloglar’ımızı zenginleştirmek Konusunda bizde İz bırakan 2-3 Çevre veya Kişi’den birisi oldu.

         Sahip olduğumuz Tecrübe ve Taleb ettiğimiz Konular Ercüment bey'in çok fazla Dikkat’ini çekmiş olacak ki, Diyalog Talebimizden sonra Ankara'dan kalkıp peş peşe Sarıyer'e geldi. Sabahladığımız bir çok Gün oldu. O daha Ziyade İslami bir Dönüşüm için Sahip olunması gerekenler üzerinde duruyor ve her ne kadar fikri liderlik dediği ilkelerde mutabakat Konusuna değinse de, Yapısal Beraberlik üzerinde Israr ediyordu. Biz ise Yapısal Beraberlik’ten önce Düşünsel Mutabakat içinde olmanın Önem’ini Ön Plan’a çıkartıyorduk ve Uzun Süre Diyaloglarımız bu Mihval üzerine gelişti. O'nun Söylemi ile Sahip olduğumuz Bazı Düşünce Formları arasında çoğu zaman Paralellik kurabiliyorduk. Bu Benzerliğin Kaynağını çözmeye kalktığımızda karşımıza  Hizbu’t-Tahrir'in Çalışma Metinleri çıktı.

         Ercümet Özkan da YMM de yararlandıkları bu Metinler’in Kaynağını genellikle gizleyip, o Kanal’dan edindikleri Tespitler’i adeta kendi Özgünlüklerine atfediyorlardı. Lakin Özkan Hizbu’t-Tahrir’den elde ettiklerini kendisine maletse de O tüm bu Birikim’ini Bağımsız bir İslami Kimlik oluşturmak Amac’ıyla kullanırken, YMM bu Birikim’i Türkiye'deki İslami Potansiyeli Milli Hedefler’e Kanalize edebilmek gibi Münafıkça bir Hedef Uğruna İstismar etmişti.

         Özkan ile gelişen Diyalogumuzun en Uyumlu Kısmı, İlişkilerimiz içinde edindiğimiz Tecrübe ve Malumatlar’ı birbirimize aktarmamız ve Karşılıklı değerlendirmelerimiz oluyordu. Ancak O, Diyaloğumuzun Devamı için Sürekli Formel Şartları İleri sürüyor, bizde kendi Yapısında gördüğümüz Eksik ve Zaafları İleri sürüyorduk. Ancak O'nun Fedakarlığı, Egemen Sistem’e ve Geleneksel Din Anlayışına karşı Kimlik Kazandırıcı Heyecanı, Gündem oluşturucu Ataklığı ve Kabiliyeti O'na karşı Sevgi ve İlgimizi güçlendiriyordu. İran Devrimi’nin Bütün Canlılığını içten bir Sahiplenme ve Heyecanla izlediğimiz bu Yıllar’da, Devrim’in Sıcaklığı ile birlikte Evrensel İslami Birikim’in Sözel ve Çeviriler Yoluyla Türkiye Müslümanları’na kazandırılması Duygusal Tavırlar’ın yaygınlaşmasından öte Ciddi’ye alınacak bir Silkinme’yi ve Oluşum’u gerçekleştirmeye Yeterli olmamıştı. Bununla birlikte Tüm Eleştirilerimize rağmen o Dönemler’deki İslami Çevreler içinde gerek Fikri gerek Siyasal Tespitler Açısından en Tutarlı Çizgi’yi Ercümet Özkan ve Arkadaşlarının taşıdığı İnanc’ına varmıştık. Bu, Yetersiz ama Samimi ve İstikrarlı bir Çizgi’ydi. Ve 1980 e yaklaşırken bu Çevre ile Esnek bir Beraberlik içine girdik. Aramıza Ankara'dan bir iki Arkadaş gelip katıldı ve İstanbul'u fethetmek bize bırakıldı.

         Ancak Hareket’in Çalışma Metinleri - kazandırdığı bazı Detay Bilgiler olsa da- bize oldukça Yüzeysel geliyordu. Bu Metinler ve taşınan Söylem, Kafamızda canlandırdığımız bir İslami Mücadele’yi hem Yeteri kadar besleyemez, Üretim sağlayamaz ve hem de Muhataplar’ımızı Gereği gibi Tatmin edemezdi. Yine Filistin-Ürdün Şartları’nda oluşturulmuş Metodik bir Şablonu Türkiye Şartları’na Taşıma’nın getirdiği Aşırı Gizlilik Tavrı Aşırı bir Abartı’ydı. Bu Sıkıntı görünüyordu; ancak Bağlayıcı Metin’de, Metod’un Aqaid’den çıkan bir Kesinlik taşıdığı Kabul’u Olay’ın tartışılmasını güçleştiriyordu. Oysa İlkeler’deki Kesinlik ile Mücadele Safhasının belirlenimindeki İçtihadi Zannilik aynı Şeyler değildi.

         Bizden Çevre İlişkileri kurmamız ve Eleman kazanmamız isteniyordu.  Hem bu Gerekliliğe inanıyor, ama hem de Tatmin olamadığımız ve Çözümleri geçiştirilen Sorular’ımızla Psikolojik Çelişkiler yaşıyorduk. Lakin kurduğumuz Şlişkiler’imizde Mevcut Söylem’de de Önemli Kişiler’le Yakınlık oluşturabiliyorduk. Ercüment Bey'in o zamanlar İşyeri olarak kullanılan Beşiktaş Setüstü'ndeki Bürosu bu Konu’da Hareketli Günler yaşıyordu. Hele bu Günler’de Sistem dışı bir Temel ve Bağımsız İslami Kimlik Oluşturma Çabasında bulunan İslami Çevreler’i "Marjinallik" ile suçlayan Sivil toplumculaşmış  Bir Araştırmacı-Yazar’ın o Günler’de  Ercüment Bey'in Öncülüğündeki Oluşum’la, gözetilen bir Konum’da bütünleşmek için Rahatsız edecek kadar Dil dökmesini hatırladığımda, dikkatim hep Savrulma Nedenleri üzerinde yoğunlaşmaktan kurtulamıyor. Bu tür Bütünleşmeler 12 Eylül Askeri Darbesi ile Akim kaldı. Ancak Değişik Kollar’la ırmaklaşan Türkiye'deki Tevhidi Bilinçlenme Süreci Adam etmeye çalıştığı Kişiler’den  genellikle İlkeler ve Adanmışlık Bağlam’ında beklenen Karşılığı alamadı.

         İstanbul-Ankara arasında Karşılıklı Ziyaretlerimiz ve Tanışıklıklarımız artmıştı. Düşünsel Sorunlar yanında ne yapıldığını ve kimlerle yapıldığını Görüşmeye başlamıştık. Bizce Konu’nun daha Ciddi bir Şekilde El’e alınması Gereklilik’ti. Ve 1980 Yaz’ında Ercüment Bey'le İstanbul'da sınırlandırılmış bir Katılım’la 8 Günlük Yoğun bir Görüşme Maraton’una başladık. Ercüment Bey'in Sorun olarak getirdiğimiz Konular’la İlgili Açıklamalar’ını uzun uzun dinledik ve biz de Son Gün, eleştirdiğimize önceki Tecrübeler’imizden çok, Ercüment Bey'in pek Sıcak bakmadığı ama aramızda Çoğunun Proğramını belirleyip Disiplin’le gerçekleştirdiğimiz Mukayeseli Tefsir Usulu, Hadis Usulu, Aqaid Usulu, Fıqıh Usulu, İslam Tarihi ve bazı Qur'an Çalışmalarında kazandığımız Perspektif Kaynaklık ediyordu.

         Özellikle Ercüment Bey'in Arkadaşlarının İleri sürdükleri Tezler’in Qur'an ile İrtibat’ını Zayıf buluyorduk. Önemsenen Temel ve Bağlayıcı Çalışma Metni "Emirname" Yakın Tarih ile Vurgular dışında Hizbu’t-Tahrir’in "İslam Nizamı" Kitab’ının Aynısı idi ve Klasik bir Fıqıh Kitabı’nı andırıyordu. "Düşünme Metodu", "Mülkiyet", "Kamulaştırma", "Şehadet" gibi Başlıklar’la Takdim edilen Kitap ve Broşürler’in de tamamına yakını Taqıyuddin Nebhani'nin Eserler’inden Çeviriler’di. Siyasi Gündem hakkında Özkan'ın arada sırada Kaleme aldığı Siyasi Yorumlar dışında - ki İran Devrimi hakkında Kaleme alınan Yorum Önemli bir İşlev görmüştü-, Basın’dan Seçme İktibaslar’la  Boşluk doldurulmaya çalışılıyordu. Önemli bir Kadrolaşma İddiasına rağmen Ercüment bey'in taşıdığı Tezler’i Tatmin olmuş Düzey’de aktaracak, karşılaşılacak Sorunlar’a Cevap üretecek ve bu Fikirleri Temsil edebilecek Yetişmiş İnsan Unsuru ise Adeta yoktu. 1-2 Kişi dışında Göz dolduran İnsanlar ise sadece geliştirilen İlişkileri değerlendirme Becerisine Sahip olanlardı.

         Ama Gizliliğin Merak uyandıran Güc’üne sığınılarak yapılıp edinilenler Çok Abartılı bir şekilde Takdim ediliyordu. Bu Abartı’da dinleyenlerin de Ümit uyandırmaktan çok, Başarı’ya Ulaşma Konusunda Haksız bir Hayalcilik geliştiriyordu. Velhasıl bizim o zamanki Bilgi ve Görüşümüze göre yüzlerce İnsan’la ilgileniyordu ama ortada İddia edildiği gibi ne Ciddi bir Yapı ne de bir Özgünlük vardı. Sınırlı bir Daire içinde kendini ve çoğu kerede Mesaj’ını gizleyen, Realite’den Uzak, Netice getirmeyecek ve Yeterliliği de oldukça Sınırlı olan Uğraşılar’la Emekler ve Zaman Verimli kullanılamıyordu.

         Yapılması gereken şuydu: Öncelikle Hizbu’t-Tahrir’in Söylemi birçok Konu’da aşılmalı "Emirname" gibi Fıqhi Söylemler bırakılmalıydı. Sorunlar’ımızın Çözümü Konusunda Usul Bilgisi Önemli’ydi. Qur'an Usulü, Fıqıh Usulü ile İlgili İyi incelenmiş ve yazılmış Görüşlerimiz olmalıydı. Konular’ına göre Qur'an Çalışmaları öncelenmeliydi. Resmi Çizgi’ye dayanan İslam Tarihi Hakkındaki Bilgiler Gözden geçirilmeli ve yeniden Mukayeseli bir Tarih Etüdü yapılmalıydı. Gerekli Alanlar’da uzmanlaşılmalıydı. Tebliğ’de Açıklık İlkesi Esas olmalı ve Önceliklerimizi Fıqıh Külliyat’ından değil, Qur'an'dan kalkarak iyice belirlemeliydik.

         Ancak böylesine bir Alt Yapı Çalışmalarından sonra Ciddi bir Kalkış yapılabilir ve Gündem’i belirleyebilirdik. Yoksa İktibas Bilgi ve Şablonlar’la Uzun Soluklu ve Üretici Yol alamazdık. Bu Çalışma için biz vardık. Ercüment Bey'den de bir Abi olarak Başımızda olmasını ve diğer Çalışma Arkadaşlarından bu Sorumlulukları taşıyabilecek Abi ve Kardeşleri de Olay’a katmasını istiyorduk. 2-3 Yıllık Yoğun bir Çalışma hedeflenmeli ve ancak böylesi bir Alt Yapı’ya dayanarak Dışa Açık Faaliyetler’e kalkışmalıydık. Bu Merhale aşılmadan Yapı olarak İnsanlar’a gitme Gayreti Başarısızlıklar’a Mahkum’du.

         Sarıyer'de Mustafa Hoca'nın Ev’inde Sabaha kadar bu Görüşlerimizin Önemini Ercüment Bey'e anlatmaya çalıştık. Hararetli Tartışmalar oldu. Ve Sonunda Ercüment Abi Görüşlerimizi Kabul etti. Yapıp ettiklerimizin Kısa bir Özeleştirisini yaptıktan sonra Teklif ettiğimiz Çalışma Projesi’ne göre davranacağını İfade etti. Ya Mevcut Zaaf ve Eksiklikler’den arınmak için bu Çalışma Projesi’nin uygulanmasına Önderlik edecekti; ya da ayrışacaktık. O'nun Olumlu Yaklaşımı, Türkiye'deki İslami Potansiyel’in Geleceği Açısından yaygınlaştırılabilir Ciddi bir Hamle’nin Başlangıc’ına Kapı aralayabilirdi. Çünkü O 1960-1970li Yıllar’da İslami Uyanış Hamlesi’nin etkilediği birçok Kimse’nin tanıdığı ve güvendiği Ortak İsim’di. Ve bu Süreçte de Önemli Emeği vardı. Sevinçli’ydik. Namazlar’ımızı kıldık ve yattık.

         Ancak Öğleyin bizi Kötü bir Süpriz bekliyordu. Herhalde Olay’ın Önemini iyice anlatamamış olmalıydık veya Ercüment Bey'e 10-16 Yıllık Öncelikler’inden vazgeçmek Kolay olmamalıydı ki alışılmış Çizgi’sinde Devam etmenin Önemli olduğunu tekraren Telkin etmeye başladı. Bu Tavır Ercüment Bey ve Ekib’iyle Huquqi Alan’da İlişkilerimizin Kopma Nedeni oldu.

         Fakat birbirimizle İstişare’nin Önemi ve anlaştığımız Konular’daki Dayanışma’nın yaygınlaştırılması için Fiili İlişkilerimizi, Gündemli Konuları tartışmak üzere 2 Aylık Görüşme Periyodlarına bağladık. Bu Kopuş’tan sonra 12 Eylul Darbesi geldi. Ancak Biz Periyodik Görüşmelerimizi sürdürdük.

         Ortak ve Temel Çalışma Projemiz gerçekleşmemişti; ancak planladığımız Periyodik Görüşmeler Sırasında Ercüment Bey'in Önemli Tespit ve Tavırlar Konusunda kendini yenilediğini görüyorduk.

         Özellikle Gizlilik Konu’sunda tartıştığımız Metodik Şablonu, Bazı Özel Tevillerine rağmen- 12 Eylul Sonrasında İktibas’ı çıkararak kırdı. Gittikçe Qur'an'ı önceleyen Temel Sorunlar’ını öncelikle Qur'an'dan kalkarak çözmeye çabalayan bir Tavır içine girdi. Bu Konu’da Bağlayıcı Metin "Emirname"de geçen bazı Fıkhi Şablonları terketmeye başladı. Sünnet Konusunda ve Bilgi Kaynağı olarak Gayri-Metluv Konu’sunda Kur'an Bütünlüğünde Çözümler’e yöneldi. Ve daha sonra da "Emirname" gibi İktibas Metinleri Birliktelik için Bağlayıcı Ders Metni olmaktan çıkarttı.

         Ercüment Bey'in Ön Kabullerinde Değişmeler yaşadığı bu Dönemler, 12 Eylül Askeri Cunta’sının sorgulamalarında ve Mahkemeler’inde  başının Dert’te olduğu Seneler’di. Ancak 1967ler’deki Duruşmalar’da ortaya koyduğu Net Tavrı daha gelişmiş ve Zengin Kimliği ile 12 Eylül Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde tekrarladı ve Cuntacılar önünde Mesaj’ını eğip bükmedi.

         Askeri Cuntacılar’la başı Dert’te olduğu ve Periyodik Görüşme ve Tartışmalar’ımızın sürdüğü Yıllar’da Ercüment Bey bir çok Anlayış’ını yeniledi. Ancak bu Yenilenme kendi Çevre’sinde birlikte yapılmış Çalışmalar’ın Neticesi olmadığı için 80li Yıllar’ın ortalarından sonra Yakın Çevresinde Önemli Sıkıntılar yaşadı. İlişkilerimiz’de Sürekli kendisini anlaması gerekenler Açısından Gerekli İlgi’yi görmediğini ve Yalnız olduğunu vurgulamaktaydı.

         Ancak aramızda zorladığı Birliktelik Konusunu da gene Eski Şablonlar Çerçevesinde bakıyordu. 1980 de Ciddi bir Mücadele Hattı oluşturmak ve İstişari Temelli bir Birlikteliği gerçekleştirmek için öne sürdüğümüz Konular’ın bazılarında aramızda bir Aynılık oluşmuştu; ama Önemli bir Kısmı da hala Askı’da duruyordu.   

         Aramızdaki İlişkiler’i değerlendirmek ve Otokritiğe Tabi tutmak Amac’ıyla yaptığımız tanımlanmış bir Oturum’da Ercüment Bey'den bazı İsteklerimiz olmuştu. Taşıdığı Doğrular Nedeni ile kendisinden kaynaklanan Hatalar’ı Tashih etmesini bekliyorduk. Özellikle İslami Kaygılar’la Çaba gösteren Çevreler’e ve Eski Mücadele Arkadaşlar’ına Yönelik değerlendirmelerinde Şahsi Suçlamalar’dan ve Spekülasyonlar’dan kaçınmalı, Doğrular’ını Kazanıcı ve Islah Edici bir Uslup’la savunmalıydı. Hala kurtulamadığı ve ortaya konan Emeğe rağmen Başarılı olamadığı Eski Şablonlar’la yürüttüğü ve Örtülü tuttuğu Alt Yapı Faaliyetlerini, daha Sahih İlkeler Çerçevesinde yeniden tanımlayıp Ehil olanlara bırakmalıydı. Kendisine düşen Türkiye'deki İslami Uyanış Sürecine katılmış Çevre ve Çalışmalar’ın Müslüman Kamuoyu’nda Sesi olması ve Sahip olduğumuz Mesaj’ı Kamuoyu’nda Gündem’e sokan ve Tebliğ eden Temsilcilik Görevini üstlenmesiydi. Temel Konular’da İnceleme ve Araştırmalar yapmalı, Sahih Yaklaşımlar’ı kitaplaştırmalıydı. Ve özellikle her Konu’da tek Belirleyici İstişare Anlayışını terketmeliydi; çünkü bu Tutum’u Çevresi için Üretim’i ve Katılımcılığı engelleyen en Önemli Unsurlar’dan biriydi.

         Yaklaşımlarımız’a genellikle Olumlu Karşılıklar almıştık. Arkadaşlarımız’ın Dergi için yaptığı Katkılar’ını Zenginleştirme Konusunu bir Proğram’a bağlamıştık. Fakat Ercüment bey Felç ve Kalp Krizi gibi Ağır İmtihanlar’a Muhatap oldukça daha çok acelecileşmiş, Ömrünün Son Dönemler’inde daha Kalıcı ve Yaygın izler bırakabilmek Niyetine rağmen bu Yoğun Tempo içinde daha Gerilimli ve kendini daha merkezileştiren Pratikler sergilemeye başlamıştı.

         Bütünsel bir Mücadele Anlayışı’nda anlaşmakla birlikte bizim Çağdaş Ebu Leheb'lere, Karun ve Haman'lara karşı geliştirmek istediğimiz Tavırlar’a Nedenini anlayamadığımız bir Tepkisellik’le Eleştiriler yöneltirken, O daha ziyade Çağdaş Samiri ve Atalar Dini’ne karşı Tavır alış Halini önceliyordu. Bu Konu’da Yaşar Nuri gibi Çağdaş Karun ve Haman'ların Dostu olan birisini Qur'an'ın anlaşılmasını ve Geleneksel Din Anlayışını eleştirmesi  Konularındaki bazı Doğrular’ı nedeniyle olumlayarak Sorumluluk Duygusu taşıyan İslami Çevreler’e Lanse etmesi önemli bir Yanlışlık’tı. İslami Çevreler’le İlişkilerinde olumlu özelliklerinden kalkılarak diyalog geliştireceğine, bu çevrelerin Eksik ve Zaaflarını Ön plana çıkartılarak Diyalogsuz bir Eleştiri’ye tutulması önemli Yaklaşım Yanlışlığıydı ve bu Çevreler tarafından Yanlış anlaşılmasının da Başlıca Nedenlerindendi. Ve İslami Mesajı taşıyabilmek için Amatör bir Heyecan ve Heves’le oluşturmaya çalıştığı Radyo ve TV gibi Sistem İçi Araçların Yöneticiliğine Sahip olduğu İlkeliliğe ve Netliğe Sahip olmayan Eski Tüfek bazı Arkadaşlar’ını getirmeye çalışması da içine düşdüğü Aceleciliğin Hatalarındandı. Sistem İçi Araçları Kimliğimizi saptırmadan, İlkelerimizi sulandırmadan kullanabileceğimiz Konu’sunda "Parti" kurma anlayışı, paylaştığımız Çizgi’nin daha Somut Konular’da netleşmesi ve Çözüm’e dönük Düşünceler içinde olması Açısından Önemli bir Kazanım olmuştu; ama böyle bir Teşebbüs’ün Alt Yapısızlığına ve Mücadele Safhası Açısından Yanlışlığına Dikkat çekenlere ve giderek kendisinin Türkiye'deki İslami Hareket’in Önderi olarak algılanmayışına Kırgınlık göstermesi; Toplumsal Dönüşüm Konusunda da başka bir Aceleciliğiydi.

         Ama o hep İnançlar’ı ve Hedefler’i uğruna adanmış Müslüman Kimliği ile bir Örneklik sergiledi. O'nun Hataları Ciddi hiçbir Risk üstlenmeden Eleştiri’ye kalkanların, eleştirdikleri Hatalar’ı içinde taşıdığı Doğrular’ın Katkısı kadar bile, İslami Mücadele’ye Katkıları olup olmadığı tartışmalıdır. Yakın Dönem Tevhidi Uyanış Çizgisi’ne Afgani'lerin, Abduh, Benna, Nenhani veya Kutuplar’ın Önemli Katkıları olmuştur. Ancak onların Hata ve Eksikliklerinden arınmak ve onların Çizgisini geliştirmek Durumunda olmalıyız.

         Ercüment Bey'in 1960lı Yıllar’dan bu yana Küfür Sistem’ine ve tüm Cahil Anlayışlar’a karşı taşıdığı İstikrarlı Tavır, Türkiye'deki İslami Uyanış’a Önemli Katkılar sağladı. O bildiği Doğrular’ı taşımak ve örneklendirmek Konusunda Şahitliğini gerçekleştirdi. Önemli olan O'nun Doğrular’ını sahiplenmek; ama Eksik ve Zaaflar’ını aşan bir Bilinç ve oldunlukla Tevhidi Uyanış Çizgisi’ni kalınlaştırmak ve İslami Mücadele’yi yükseltmektir. Ercüment Bey'i sevenler O'nun Hatırası ve Mirası ile oyalanmayı değil, O'nun kendini adadığı İslami Mücedele Yol’unu daha çok aydınlatmak ve güçlendirmenin Sünnet’ini yakalamayı öncelemelidirler. Sahih Birikimler’imizi sahiplenip, Yanlışlar’ımızdan arınmak ve Proğramlı bir Mücadele Hattı oluşturmak Sorumluluk Bilinci’ne Sahip hepimizin Görev’i ve İslam'ı Yaşama  Yükümlülüğümüz olmalıdır. Bu sürece Katkılar’ından dolayı Ercüment bey'i Rahmet ve Sevgi ile anıyoruz.

[20]       "Geleneksel  Din Anlayışı’nı Sorgulama’nın Nasip olduğu 1976 Yılı Sonlarıydı. NFK ile başladığım bu Yolculuk’ta Çeşitli Cemaatler’e, Tarikatlar’a, İslam diyen her Şahsa koşarak gidiyor, Sorgulama ve Araştırma Süreci içinde bulunuyordum. Fakulte’den  bir Arkadaş’ımın Ev Sahibi olan Postacı Emeklisi bir Zat’la tanıştım. Sohbet Esnasında Mucur'lu olduğumu öğrenince hemen E.Özkan'ı tanıyıp tanımadığımı sordu. Tanımadığımı söyleyince bana Sitem’de bulundu. Ve "Nasıl olur da Ercüment Bey gibi bir İslam Mücahid’ini tanımazsın" diyerek ekledi: "Hizbu’t-Tahrir Davası’nda Hakim’e söylediklerini hala unutmadım ‘dedi.

         Yıl 1976. Tam Anlamıyla Şoke olmuştum. Zira benim Bilgi’me göre böyle Yiğitler Mısır'da, Suriye'de, Pakistan'da yaşarlardı. Türkiye'de hem de yakınımızda böyle birisinin bulunması Büyük bir Nimet’ti.. Hemen Özkan'ı tanımama Ayıb’ından kurulmak üzere Hareket’e geçtim. Ve Uzun bir Uğraş’tan sonra Adres’ini buldum. Muhayyile’mde şekillendirdiğim Şalvarlı, Sakallı, Yaşlı olduğunu sandığım bu Zat-ı Muhterem’i Ziyaret’e gittim.

          Tam Tersi Takım Elbise’siyle, Kravat’ıyla Şık ve Temiz birini gördüğümde Hayal Kırıklığı’na uğradığımı söyleyemem. Ancak Kısa bir Süre sonra Takıntımı unutturacak derecede Özgün bir Kişilik’le karşılaştığımın Farkına vardım. Sonra o zamana kadar hiç Kimse’den duymadığım Netlikte ve Sistematik içinde Qur'an'dan, Qur'an'ın Hayat’a geçirilmesinde Vazgeçilmez Örnek olan Rasulullah'tan ve O'nun çok İyi tanınmasının Elzemliğinden Söz etti.

         Ne yazık ki orası bir İşyeri’ydi ve benim ayrılmam gerekiyordu. Ama kendisi çok Rahat’tı, sanki Gerçek İşi İslam’ı Tebliğ etmekti... Babacan bir Tavır’la El’ime bir kaç Kupür tutuşturdu, hangi Kitaplar’ı okumam gerektiğini Soru’ma Cevap olarak bir Kitap Fihristi verdi; sık sık gelmemi, çekinmememi istedi. Daha sonraki Ziyaretler’imde de her türlü Soru’ma bıkmadan Cevap veriyor, konuştuğumuz Hususlar’da Ufku’mu açacak Kitaplar Hediye etmeye Devam ediyordu. Yine Ziyaret’ine gittiğim bir sırada onu Meşgul buldum. Beklememi istedi. Bir yerlere gidip uzun uzun konuşabileceğimizi söyledi.

         Kurtuluş Parkı’na gittik. Hem geziyor, hem de daha önce hazırladığım Sorular’ımı kendisine yöneltiyordum. Yıllar sonra Farklı Sünnet Anlayışı Nedeniyle kendisini Sünnet’i İnkar etmekle suçlayan İnsafsız Zavallılar’ı görünce Buruk bir şekilde hatırladığım şu Soru’yu yönelttim: "Türkiye'de Demokratik Yöntemler’le bir yerlere gelmek isteyenler var. Mısır'da ve diğer Arap Ülkeleri’ndeki İhvan Teşkilatı ise İslam'ı Hakim kılmada daha Farklı bir Yöntem’e Sahip. Size göre İslam'ı Hakim kılmada Sahih Geçerli Yöntem nedir?" "Kardeşim, Sen Namaz kılarken, Oruç tutarlarken, kimi Örnek alıyorsun? Qur'an'ı bütün Boyutlar’ıyla yaşamaya çalışırken Mihengin kimdir? Rasulullah değil mi? Öyleyse Yöntem’imizn Esasları da ondan alınmalı" dedi.

         O'nun Uslub’unun Sertliği Mü'minler’e Şevkat’indendi. Küçük Büyük demeden Herkes’in Ayağına gider, Doğrular’ı öğretmek için çırpınıyordu. Kin tutmazdı, affederdi. En Yakınlar’ının Vefasızlığıyla, Oportunist Tavırlar’ıyla, Hafta İftiralar’ıyla yaralandı, kırıldı... Ve bu nedenle zaman zaman onlara karşı hırçınlaştı, hırpaladı bazılarını. Bence Öz’de Haklı’ydı da. Zira bizim de Şahit olduğumuz Büyük Haksızlıklar’a uğradı. Bütün bir Ömrü aksine Şahit’ken O'nu Demokratik, Legal Parti kurmakla Mahkum etmek isteyenler oldu. O İslamizasyon Politikalar’ının İçyüzü’nü ortaya çıkarmak istiyordu.

         Hayat’ın  Bütün  Boyutlarına Tekabul edecek Nitelikli Elemanlar’ın yeterince bulunmaması, Yönlendirici İnsanlar’ın Seçim’inde Şartlar Gereği yeterince Titiz davranılmaması, Yapı’nın Ekonomik Boyut’unun çok Zayıf olması vb. nedenlerle Somut Projeler Hayat’a geçirilememiştir. Bu nedenle, zamanla ortaya çıkan Tıkanıklıklar’ı Aşma Yolu’ndaki Çabalar Başarılı olamamış, Değişik Nedenler’le Kopmalar Meydana gelmiştir. Gelişmeler’de O'nun Hassasiyet’inin Dahlinin de Sözkonusu olmasıyla birlikte, Arkadaşlar’ının O'nun gösterdiği Sabr’ı, Fedakarlığı ve Çaba’yı gösterememeleri Olumsuzluklar’ın önüne geçme İmkan’ını ortadan kaldırmıştır. Aynı zamanda Çalışmalar’da Meydana gelen Tıkanıklıklar’ın aşılması Yön’ündeki Çözümler’in uygulanamaması, Orta ve Uzun Vadeli Proğramlar Çerçeve’sinde ileriye Yönelik Talebler’i karşılayacak Projeler’in üretilmesi yerine Genel Bilgiler’le donatılmış İnsanlar yetiştirilmeye Devam edilmesi de Yapı’nın Cazibesini azaltmıştır. Ancak Yapı bir çok Boyut’uyla Seviye’sini korumayı bilmiş, İlkeler’ine Sahip çıkmış ve en Güzel’ini bulma Arayış’ından hiçbir zaman vazgeçmeyecek Potansiyel Güc’ünü Muhafaza etmiştir. Söz Konusu Çalkantılar sırasında Yapı’nın içinde bulunanlar ile ayrılanlar arasında İlkesel Düzey’de çok Ciddi Ayrılıklar yoktur Başlangıç’ta. Ancak bu Tıkanıklıklar’ı Aşma Yolları Konu’sunda Farklı düşünülmekte ve bazılarının Kişisel Sıkıntıları Gelişmeler’de Dominant olarak karşımıza çıkar. Tartışmalar’ın kişiselleştirilmesinden Yarar uman Arkadaşlar’ın bir kısmının Gerçek  Niyet’inin bazı Şeyleri Kamuoyu’ndan gizlemek olduğu da bilinmektedir. Zira bu Arkadaşlar’ın, Haklı Eleştiriler’le Yol’a çıkmalarına rağmen bazı Arzularını İkbal Arzular’ının önünde Engel gördüklerini daha sonraki Gelişmeler’den anlarız.

         Allah Rızası için İktibas Okuyucular’ını Polis’e İhbar edenler görüldü.

         Çok eleştirilen bir Yönü de İstişare’ye Yaklaşım’ıydı. Benim Kanaat’ıma göre, daha çok bir Eylem Adamı olarak, Yetki’nin dağılmasından kaynaklanacak Zaaflar’dan duyduğu Kaygı ve bir Lider olarak kendine fazla Güven’i nedeniyle O'nu danışma olarak değerlendiriyordu. bazılarının zannettiği gibi Emevi Sultanları’nın Din’e rağmen kendi Heva ve Hevesler’inin önünü açma Arzular’ının ortaya çıkardığı Saptırma Eğilimi değil. Son Yıllar’a kadar Yakın Arkadaşlarınca da Ciddi bir şekilde sorgulanmamış ve bu Düşünce’nin Dayanakları üzerinde tartışılmamıştı da. Nitekim Yakın bir Geçmiş’te, kendisiyle varolan birlikteliklerini daha da netleşrirmek isteyen bir Gurup Arkadaş’ıyla İstişare Konusunu derinlemesine tartışmışlar ve bir Mutabakat sağlamışlardı.

         O'nun Yetki’nin Bölünmesinin doğuracağı Sakıncalar’ının altını çizmesine Arkadaşlar’ı böyle bir Anlayış’ın Kötü Niyetli Yöneticiler El’inde İstismar edildiğini anlattılar. Mesele’yi İki Kategori’de ele alıyorlardı. 1. Günlük Cari ve zamana Mütehammil olmayanlar...İlkeler Çevresinde Yönetici’nin Uzmanlar’a danışarak Sonuc’a varmasında bir Mahzur olmadığı gibi bir Zorunluluk da vardı. 2. Zamana Mütehammil olan Temel Konular. Meseleler İstişare Heyeti'nde Ciddi şekilde Müzakere edilerek "Ağırlıklı Düşünce"ye ulaşılmaya çalışılmalıydı. Çoğunluğun Düşüncesi değildi bu. Bu Düşünce Başlangıç’ta Azaınlık tarafından savunulsa da, deliller’iyle ve Olay’a İntibak’ıyla ulaşılabilecek en Olgun ve Geçerli Düşünce’yi İfade ediyordu. Ve "Ağırlıklı Düşünce " Kabul edilecekti.

         Bizlere göre daha İsabetli ve Özgün bu Yaklaşım’ı uzun uzun tartıştık. Sonunda Genel bir Mutabakat hemen hemen oluştu. Özkan, herkese tek tek sorarak hangi Yaklaşımı doğru bulduklarını sordu. Orada bulunanların hepsi "Ağırlıklı Düşünce"yi önemseyen Yaklaşım’ı Doğru bulduklarını söylediler. Şöyle dedi: "Eğer Temel bir Yanlış içermiyorsa ben Arkadaşlar’ıma rağmen Hareket etmem." Belli ki İkna olmuştu. İyi anlatıldığı ve Gereği yapıldığı Taktir’de başkalarının Düşünceler’ini benimsemekten kaçınmazdı. Ancak, çoğu zaman kendine Güven’i ve Arkadaşlar’ının Düşünceler’inin Takipçisi olmamalarından doğan Fiili Boşluklar O'nun kendi bildiğini okuduğu İntiba’ını veriyordu.

         İran'ın Humeyni'den sonra giderek yoğunlaşan Populist Politikalar’ıyla pek Mutabık değildi. Devrim’i yapanların ulaşabildiği en Üst Yöneticiler’e kadar Eleştiriler’ini iletti. Kadro ve eğitilmiş İnsan Eksikliğine Dikkat çekiyordu. Devrim'in Global olarak İslam'ın yeniden Hayat’ı yönlendirebileceği Yön’ündeki Kanaatlar’ını, güçlendirici Etkisinin altını çiziyordu ama Herşey’in Devrim ile başlamadığının Farkında olan az sayıda Müslümanlar’dan biri olarak, onun Gelişmeler’e İvme Kazandırıcı Etkisini de gözden kaçırmıyordu.

         Arkadaşı M. Gündüz Sevilgen'e bir Yemek sırasında MNP'yi nasıl kurduklarını sorar. Sevilgen şöyle der: "Bir Heyet olarak Erbakan başta olmak üzere A.Tevfik Paksu, Korkut Özal, Fehim Adak, Recai Kutan ile önce Kolordu Komutanları’ndan, sonra İstanbul, Konya, Erzurum'da bulunan Ordu Komutanları’na, daha sonra da Ankara'da bulunan Kuvvet Komutanları’na Heyet Halinde gittiklerini ve gittikleri her yerde Memleket’in Ahlaq’ının bozulduğunu, Devlet’in bu gidişle pek Ayak’ta kalamayacağını, işte Ahlaq’ı Düzgün Nesiller’e İhtiyaç olduğunu, efendim Ahlaq’ı Düzgün Nesiller yetiştirebilmek için de bunlar gibi Mazbut, Muhafazakar Kimseler’in de Siyasi Arena’da Yer İşgal etmeleri gerektiğini, buna Sayın Paşalar’ın ve buyuracaklarını sorduklarını, onların da Gayet Olumlu bulduklarını anlattı" demişti.

         Erbakan 12 Eylul Mahkene Heyeti’ne "Biz Laik TC kurulduğundan bu yana Rejim’e Soğuk bakan Müslüman Halkı bu Rejim’e ısndırmak için kurulmuş bir Siyasi Parti olduğumuz halde mi Sayın Savcı tam aksi bir Amaç taşımakla bizi İtham ediyor?"

[21]       Kendisine sormuştum: "Tarihi Büyük Şahsiyetler mi yapar, yoksa Sosyo-Ekonomik Şartlar mı?"  Büyük Şahsiyetler diye cevapladı. O  bu Soru’yu aynı Şartlar içinde yaşamasına rağmen, bazı Şahsiyetler’in diğerleri arasında Mümeyyiz olduğunun İnkar edilmez bir Gerçeklik olarak karşımızda durduğunu, bu yüzden bu "Büyük Şahsiyet"lerin Tarih’inin izlenmesiyle İnsanlık Tarihi’nde daha iyi anlaşılabileceği şeklinde cevaplandırmıştı. Rasulullah bu Bağlam’da Sürekli Örnek olarak gösteriyor ve Tez’inin doğruluğuna Kanıt olarak sunuyordu. Çağdaş bir Örnek olarak da Humeyni'nin bu Rol’ünü önemsiyordu. Büyük Toplumsal Dönüşümler’de, Büyük Şahsiyetler’in Belirleyicilik Rol’ünü oynadığını, Mücadele’nin Başarısının, Kitleler’in Desdeğinden ziyade Liderler’in Basiret’i ve Feraset’ine daha Bağlı diye düşünüyordu.

         Liderliğe inanmış bir Şahsiyet’ti. Bu İnanc’ının Köklerinden birisi, Sahip olduğu Doğruları, bu Doğrular’a Sahip olmayanlara ulaştırmada kendisini Öncelikli Sorumlu görmesiydi. Yani Genel Kitle’nin bilmediği pek çok Gerçeğin Bilgisine Sahip birisi olarak, bu Gerçekleri İnsanlar’a Ulaştırma Görevi olduğuna inanıyordu. ve bu İş’i hakkıyla yapmaya çalışan birisi olarak, bu İş’te "Öncülük" yapma Sorumluluğunu da taşıdığına inanıyordu. Doğrular’ın başkalarınca da paylaşılması Arzusu, ilk Adım’ı onun atmasını gerektiriyordu ve bu da hem onu Müslümanlar arasında Önemli bir Mevki’ye oturtuyor, hem de bizzat kendisini "Liderlik" yapmaya zorluyordu. Aslında bu Doğal bir Süreç’ti. Herhangi bir Yarış’ta da, Yarış’a önce başlayan, Kural olarak İp’i önce göğüsler. Özkan'ın da böyle bir Meziyeti/ Avantajı vardı. O, Türkiye'de "Sahih bir Aqıde"ye Dayalı, Siyasi Bilinci Yüksek bir İslami Çaba’yı ilk başlatanlardan biriydi ve belki de İlki’ydi. 30 Yıl’ı Aşkın bir süre Doğrular’ından Taviz vermeden, İstikrar’lı bir Çizgi Takip etti ve aynı Yol üzerinde Ömrünü tamamladı. Bu, O'nun Türkiye'deki İslami Hareket'in Tarih’inde, silinemeyecek bir İz bırakmasının başlıca Sebeplerindendi.

         Büyük Şahsiyetler’de bulunan Özellikler’in  pek çoğunu üzerinde toplamıştı. Hitabet’i Etkileyici’ydi, İkna Kabiliyeti Yüksek’ti. Görüşlerini açıkça İfade eder; Muhatab’ının Ruh Dünyasında Etki bırakırdı. Eleştireler’e Konu olan Uslub’u aslında Şahsiyet’inin Açık Yürekliliğinin, Korkusuzluluğunun Gösterge’siydi. Ve gerçekte, bu Uslub’u, Muhataplar’ını kolayca İkna etmesinin Temel Nedenler’inden birisiydi. Bu Uslup, İkna Sanatı’nın en Önemli Unsurlar’ından olan "Örnekler’le Açıklama’yı kolaylaştırıyor ve böylece Meram’ın çabucak kavranmasını sağlıyordu ve Doğrular’ı "Tebliğ" etmeyi, Hayat’ının en Büyük Gayesi olarak görerek bu Uslub’u Bilinçli olarak seçiyordu. Kimi zaman Cedelci, kimi zaman İkna edici, kimi zaman "Kafaları çatlatırcasına", kimi zaman da Gönül Okşayıcı bir tatzda konuşuyordu. Onu dinleyenin ondan İstifade etmemesi Mümkün değildi. Ve çoğunlukla bunu başarırdı.

         Mutatab’ına mutlaka birşeyler vermek, O'nun "Fikrine Fikir katmak" isterdi. Eleştiriler’e Muhatap olan Uslub’u İbnu Teymiyye'nin Uslub’una benzerdi. Aslında bu Eleştiriler, her iki Şahsiyet’in Fikirler’inin, Toplum’un Geneline Hakim olan Düşünce ve İnançlar’a Aykırı olmasından kaynaklanıyordu. İkisi de aslında "Düşünceler’inin Sertliği" Yüzünden Tenkit ediliyorlardı. Düşünceler’i Kitle’yi Temel’den Sarsıcı özellikte olmasaydı, Dil’i çok daha Sert ve hatta Yakıcı olan NFK gibi Geniş Halk Kesimlerince benimsenirdi. NFK ya hiç yüklenilmemesi O'nun  özellikle Geleneksel Çevreler’in İnançlar’ını sorgulamamasıydı. Özkan Doğru’yu Odun gibi bile olsa söylemeyi Tercih ederdi. İnsanlar’ın Yanlışlar’ının ortaya konulmasını Allah'a olan bir Yükümlülük olarak görürdü. Hele Toplum önüne çıkmışlarsa.. RP ye Fülen Gülen'e, Aydın Menderes'e Eleştiriler’i bu Cümle’dendi. Ebu Cehl'i eleştirmenin Kolaycılık olduğunu söyler, Asıl Kale’yi içerden fethedenlerin Deşifre edilmesi gerektiğine inanırdı. Çaba’sının Semeresini de alırdı.

         Aydın Menderes'in estirdiği Fırtınalar’a karşı Müslümanlar’ı uyarması Sonuc’unda, Müslümanlar’ı Rejim’e Angaje edecek Planlar’ın boşa çıkmasında Büyük Katkısı olmuştu. O'nun bu Tavizsiz Tavrı en çok Tasavvuf’ta görüldü. Ama biz Kafir sayma Memuru değiliz, derdi.

         Ben O'nu Celadet, Dirayet ve Feraset’iyle Hz. Ömer'e, Cedelciliği, Uslub’u ve Cevvaliyet’iyle İbnu Teymiyye'ye, Mücadeleciği ve Düşünce Çizgi’sinin Gelişim’indeki benzerliği ile Malcolm X'e benzetirim.  Kendisi Hz.Ömer'i zaten Sahabe içinde ayrı bir yere koyardı. İbnu Teymiyye'yi ise Hurafeler’e karşı çıkmış olduğu için önemserdi. Malcolm X ile kendisini kıyasladığını ise hiç işitmedim. Ancak şu varki İslam’ı seçip, Mücadele’ye atılmasından HTizbu’t-Tahrir’'den ayrıldığı Yıllar’a kadarki Yaşam’ı ve özellikle yaşadıkları Ülkeler’de İslami Hareket içindeki Konumlar’ı açısından benzeşir. X, Müslüman olduktan sonra nasıl ki kendisinin "Hidayet’ine Sebep olan Cemaat’ine ve Dava’sına Büyük bir Sadakat’la Hizmet etmiş ve çok kısa bir Süre’de Cemaat’in Liderliğine soyunacak Etkinliğe ulaşmışsa, o da Hizbu’t-Tahrir’e girdikten çok Kısa bir Süre sonra Dava’sına Sadakat’ı ve Sağlam İnancı Nedeniyle Cemaat’in Türkiye Temsilcisi Pozisyon’una yükselmiştir. Bu her ikisinin de, Davalar’ının çok Samimi Bağlısı olmalarının ve İkna Kabiliyeti Yüksek, Cevval, Mücadeleci Kişilikler’inin Sonucudur. Nasıl ki Malcolm X, İslam Milleti Cemaati’nin Yanlışlar’ını görüp onlardan uzaklaşmayı ve yeniden ve Sağlıklı bir İslami Cemaat oluşturmayı her türlü Riskine rağmen Tercih etmişse, Özkan da bunu yaptı. Farkları X'in Sahih bir Çizgi’de fazla Uzun bir Ömür sürememesidir. X'in Siyahi Müslümanlar arasında Özkan'ınki gibi Önemli bir Rolü vardır. X'in Irkçılığa yaptığını, o Tasavvuf’a yaptı. Her ikisi de Bozuk İtikad’ın Reddinin, başlarına getireceklerini bilmelerine rağmen açıksa savundular. Her ikiside Tecrid edildiler. E.Özkan için tam Anlam’ıyla Özgün bir Kişilik’ti diyebilirim. Tempo’suna yetişmek Zor’du. Bu Özelliği onu hep bir Adım önde kılıyordu. Müslümanlar’a bıraktığı Miras’ın en Önemli Unsurlar’ından birisi Dava Adamlığı Örneğiydi.

         İslam’ın Türkiye’deki Akıncı Beyi’ydi. ‘Sur’da Gedik açan’ biriydi. "Bu Topraklar’da İslam’ı, Aslına uygun olarak başlatan ve Temsil eden İlk Hareketiz" derdi.

         Rivayetler’de Seçmeci davranırdı. "Buhari yapınca Sevap alıyordu, biz yapınca Günah mı oluyor" derdi. Sahih gördüğü Rivayetler’le Amel ederdi. Namazlar’ın Cem'i konusundaki gibi. İyi Tasavvuf olacağına inanmazdı. Sanki Rejim’i bırakmış, Müslümanlar’la uğraşan Aykırı bir Tip gibi algılandı.

         Eylem Konusunda Müslümanlar’ın belli bir Seviye’ye gelmesini Gerekli görür, Ebu Hanife gibi Temhin’i önerirdi. Şiddet’i Devrim’e Beş kala Meşru görürdü. Dava’nın Haklılığının savunulduğu Mekki Ortamlar’da Şiddet’e Başvurma’nın Dava’nın Meşruiyet’ine Halel getireceğine inanırdı. Güç Sahibi olmadan Şiddet’in Zarar getireceğini vurgulardı. Öncelikle Güçlü bir Teşkilatlanma’nın Şart olduğunu söylerdi. Değişim’in Taban’dan Tavan’a olmasını söyler Rad 11 i hatırlatırdı. Meşru Amaçlar’a ancak Meşru Yöntemler’le ulaşılabileceğini söylerdi. Demokratik Yöntem’i reddeder, Sistem’in Çarkları arasında kaybolmakla Eş Anlamlı görürdü. Rejim’in hiçbir Makam’ına Talip olunmamasını gerektiğini söylerdi. Bir Müslüman’ın Meyhane’de Garsonlık yapmasına benzetirdi. Yusuf'un tüm Yetkileri El’inde toplamış bir Yönetici olduğunu söylerdi. Osmanlı'ya İslam’ı Avrupa'ya götürdüğü için İyi Gözle bakardı.

         Eylem Adamlığı yanında Özgün Fikirler’e de sahipti. İbrahim Qıssası, Ikra ve İnşirak Sureleri, "Sadikikum" Ayeti, Meryem'in Sofrası gibi Konular’da Diyanet'in yapacağı Kollektif Tefsir Çalışmasında Görüşleri istenmişti. O Qur'ani Zihniyet’in İnşa’sında bir Ekol oluşturmuştu. İktibas Bugün Türkiye'de İsim yapmış pekçok Yazar ve düşün Adamına Fikri Kaynaklık İcra etti. O bu Topraklar’da silinmeyecek İzler bırakmış bir Hoş Seda’nın Sahibiydi.    

[22]       Kaç Gün’dür Telefonlarım Kesik olduğu için Dış Dünya’dan Doğru Dürüst Haber alamıyordum. Geçen Hafta Sabah Gazeteleri gelmişti. Hanım Yeni Şafak'a ben de Zaman'a bakıyordum. Zaman'da herhangi bir Şey yoktu. Birden Hanım "Aaa "deyiverdi." Ercüment bey Vefat etmiş." Gazete’yi El’inden kaptım. Doğru’ydu. Yeni Şafak, 1. Sahife’nin Sağ Alt Köşesinde Ercüment Bey'in Küçük bir Resmi altında Vefat Haberini vermişti. İlk anda İçimi Derin bir Teessür Duygusu kapladı. Daha önce 1-2 defa Hriz geçirmişti, demek ki bu seferki Öldürücü oldu.

         Ercüment Bey, sadece Salih Ameller’le bulunmakla yetinen bir Zat değildi şüphesiz; Bütün Hayat’ını İslam Davası’na vakfetmiş, Seçkin bir İnsan’dı. Ben O'nu 1976 da tanıdım, bizi Ortak Dostumuz Ömer Özbay tanıştırdı. İlk Tanışma’mızda Araba’sıyla Ankara Kalesi’ne çıktık. Orada yaklaşık 3-4 Saat Sohbet ettik. Benden kendisiyle Çalışmamı istedi. Ben Kabul ettim. İlk Görüşmemiz’de bana Güven Telkin etmişti. Konuşması, Giyimi, Dünya’ya ve İslami Meseleler’e Bakışı bana çok Tutarlı gelmişti.

         Zannedersem Beraberliğimiz 1-2 Sene sürdü, sonra ayrıldık. Ayrıldık derken, Kavga Gürültü Falan etmedik. Ben, Ercümend Bey'in kendi Ben'i Şahsına Münhasır bir İnsan olduğunu farkettim. Ayrı ayrı Çalışma’yı daha Yararlı buldum. Kimseyle kolayca çalışan bir İnsan değildi; fakat kendi başına bir Ekol gibiydi.

         Ondan sonra da kimi zaman Sık, kimi zaman Seyrek hep görüştük, çok tartıştık. Son Zamanlar’da bazı Konular’da Ciddi bir Görüş Ayrılığı içinde olduğumu anladım. Bilhassa Hadis, Tasavvuf, Demokrasi, Gelenek, Sivil Toplum, Medine Vesikası vb. Konular’da anlaşamıyorduk. En son Geçen Sene(1994) Bursa'da Qur'an Sempozyum’unda 2 Gün Birlikteydik. Orada da aramızda bir Tartışma çıktı; bu Tartışma’yı yıllarca Büyük Sabır ve Kararlık’la yayınladığı İktibas'ın iki Sayısında özetleyerek Okuyucusuna duyurdu.

         Şüphesiz O uzun zaman konuşulacak, Fikirleri tartışılacak Değerli bir İnsan’dı. Bazı Görüşlerini paylaşmasam da onda çok Takdir ettiğim Hususlar vardır. Keşke her Müslüman'da aynı Hasletler olsa. O, Bütün Hayat’ında Müstakim bir İnsan’dı. Uzun Yıllar Hapis yattı, çok sayıda Dava açıldı hakkında; Tehdid edildi, Önü kesilmek istendi. Ama hiç kimseye en Ufak bir Taviz vermedi. Bildiği Doğrular’ı Mertçe ve Cesurca söyledi, Herkesin önünde savundu.

         Geçen Sene Başörtüsü Konusunun El’e alındığı Dinamit Adlı bir TV Proğram’ında Kelli Felli Bilim Adamları, Proflar, Akademisyenler Başörtüsü Konusunda Kemküm edip bir Türlü "İslam'da Başörtüsü Kesin ve Amir bir Hüküm’dür, Müslümanlığı Kabul etmiş bir Hanım Başını örter" diyemezken, o, hiç sakınmadan, gayet Net, Açık ve Somut Cümleler’le İslam'ın bu Konu’daki Kesin Hükmünü Dil’e getirdi, hepimizin Yüreğine Su serpti.

         Kullandığı Dil, Uslub’u tartışılabilir, ama onun İslam Davası’na duyduğu Derin Bağlılık asla tartışılamaz. İsteseydi o da Mal Mülk toplar, Din’ini Dünyevi Amaçlar’a Tahvil edebilirdi. Ama öyle yaşamadı, sadece İslam için çalıştı, Çalışmalar’ına bir Gün dahi olsa ara vermedi.

         Onun yine bir Tebliğ Görevini yerine getirmek üzere gittiği Adana'da Vefat etmesi bunun en Güzel Kanıtıdır. Ne Mutlu ona, Sefer Halinde iken Son Nefesini verdi. Şimdiden onun Boşluğunu hissetmeye başladım bile. İktibas'ın Yeni çıkacak Sayısında "Bakalım Ercüment Bey, yine bana giydirmiş mi?" diye bir Beklenti içinde olamamam ne Kötü bir Şey! Bunu defalarca yapmıştı ve ben hiçbir zaman ona gücenmedim. Ben ona Hakkımı Helal ediyorum, en Büyük Dileğim onun da Hakkını Helal etmiş olmasıdır.

         Bir kere daha Allah Rahmet etsin diyorum. Ve Allah bizi bu -İslam Emekçisi"nin değil- Salih ve Mücahid Kul’unun Şefaat’inden Mahrum etmesin, demek istiyorum, ama Eminim Hayat’ta olup da benim Dileğimi duyacak olsaydı, hemen "Şefaat" ile İlgili Rijid bir Yazı döşenirdi."

[23]       Bir Dava Adamı’nda bulunması gereken Meziyetler’le donanmış biriydi. Onunla Yakın bir Gönül Bağımız vardı. Vefat’ına kadar Sıcak Muhabbetiniz artarak sürdü. Seyrek görüşürdük. Birayaya geldiğimizde bu Muhabbet’i zedeler Korkusuyla olabildiğine Dikkat sarfediyorduk Karşılıklı. Bu yüzden olsa gerek, başkaları için Cehennem kesildiğine birkaç kez Şahit olduğum Özkan benim için Cennet Bahçesi gibi oldu.

         Malatya'ya geldiğinde arar bulur ve bir Ağabey Kardeş Muhabbet’iyle, birlikte birkaç Gün geçirirdik.

         Vefat’ından bir Ay kadar önce, Mihmandarlar’ıyla birlikte Sağlık Müdürlüğü’ndeki Büro’ma gelmişti. 2 Saat süren Sohbet’ten sonra, Akşam buluşmak üzere ayrıldık. Mesai Sonunda beni beklediği Dükkan’a gittiğimde Gençler’le Sohbet ediyordu. Akşam Vakti idi, Yemek yemek üzere Lokanta’ya Davet eden Gençler’e "Lokanta Yemeği’nden bıktığını, şöyle Acılı bir Turşu, Peynir, Soğan türü Şeyler yemek istediğini" söyleyerek Genç Arkadaşlar’ımızdan İzin istedi. Dükkan’dan çıkarak Ev’e yöneldik. Hava hayli Soğuk ve Kirli idi. Kirli Hava’nın onu etkileyeceğini düşünüyordum ki Konuşmasını keserek birden Yürüyüş’ünü yavaşlattı. Rahatsızlandığını Tahmin ettim." Bir yerde oturalım mı" dedim. "  Hayır, ağır ağır gideriz" dedi. Ev’im, 200-300 Metre Merkez’e yakındı. Saat 17..30 da Ağır bir Tempo’yla Ev’e geldik, Molalar vererek 4. Kat’a çıktık. Kendisini Koltuğun üzerine bırakıverdi. Çenesi ve Dudaklar’ı Mosmor olmuştu. Doktor istemiyor, "şimdi geçer" diyordu. El’i Göğsünde 15-20 Dakika dinlendi. Rahatsızlığının Ciddi olduğunu Tahmin ediyordum. Saat 19.00’daki Konferans’ına bir Saat bir Süre kalmıştı. Biraz rahatlamış olmalı ki Yemek hazırlanırken, Yazı Makinası aldı; Yazılı hiçbir Hazırlığı olmadığından az sonraki Konferans için, ,hiç değilse Başlıklar Halinde birkaç Not yazmaya başladı. Bir El’iyle de zaman zaman Sol Söğsünü sıvazlıyordu.

         Bu kadar kısa zamanda ve böyle Ciddi bir Rahatsızlık’la zorlanacağını düşünerek "Dinleyiciler’den Özür dileyip, Mazeret Beyan etmeyi Teklif ettim, Kabul etmedi.

         Hayati bir Rahatsızlık geçirdiği böyle bir Esna’da, çok İnsan için Önem’ini yitirecek ya da Önem’ini 2.Plan’a düşecek olan Konuşma’yı aksatmama Gayret’i onun pekçok İnsan’dan Farklı yanını ortaya koyuyordu. Konuşmasını hem de Sert Tartışmalar’la uzatarak yaptı. Yiyit Adam’dı veselam.

         Aynı Zamanda Nazik ve Mesuliyet Sahibi’ydi. 8 Sayfalık bir Yazımdaki bir tek Kelime’yi değiştirmek için Ankara'dan Malatya'ya Telefon edecek kadar Nazik ve Sorumluluk Duygusuna Sahip, Hak gözeten biriydi."

[24]       Yaşadığın Temiz Hayat’ın Örnek Mücadelen Işık tutuyor bize ama ben yine de senin Gür Sedanı özlüyorum.

         İlerleyen Yıllar’da tanışıklığımız Dostluğa, Mütevekkil, Vekil İlişkiler’e dönüşmüştü. Karınca kararınca O'na Yardımcı olmaya çalıştım . Gerçi O'nun bir Vekil’e bir Avukat’a İhtiyac’ı yoktu, çünkü o hiç bir zaman Sözünü gizlemiyor dimdik yürüyordu.

         Hüzün’le ve Saygı’yla andığım bir çok Müşterek Hatıram var. Mehmet Çoban hakkında 163.Madde’den Dava açılmıştı. O da Sanık’tı. Çetin geçen bir Seri Duruşma’dan sonra Dava artık Karar Aşamasına gelmişti. O zamanların Bıçkın Savcısı Ülkü Coşkun Ayağa kalktı. Mahkeme Başkanı’ndan Söz alarak ve El’indeki bir Dergi’yi göstererek: " Sayın Başkan, bakın bu El’imdeki Dergi’yi Almanya'da C. Kaplan çıkarıyor. Dava Konusu Yazı’yı bu Dergi İktibas ederek yayınlamıştır. Bu durum Sanıklar’ın Yurt dışı’nda da Bağlantısının olduğunu gösterir.." dedi.

         Başkan Ona Söz verdi: "Sayın Başkan, Savcı bey’i Ciddiyet’e Davet ediyorum. Çünkü Hukukculuk Ciddi bir İş’tir. Ne yapalım şimdi, biz bir Yazı yayınlamışız. Almanya'da birileri de çıkıp bunu İktibas etmiş. Yani bize ait olmayan bir Eylem Sözkonuzu. Başkalarının Davranışlar’ı dolayısıyla Savcı’nın bizi Sorumlu tutması Aqlın ve Hukuk’un Kabul edebileceği bir Durum değildir. Tabi bu Yazı’yı Pravda İktibas etseydi Komunistlik’le mi İtham edecekti?" dedi. Savcı O'nun Cüret’ine şaşırmıştı.

         "Sayın Başkan Sanık kim oluyor da böyle konuşabiliyor" deyine "Ercüment Bey bu Son Sözler’inizdeki Kastınız nedir, açıklar mısınız" deyince Başkan "Sayın Başkan, Savcı bey’in bu büyüklenmesini anlamak Mümkün değildir. Sonuçta o da ben de Allah'ın Kullarıyız. Devlet’in verdiği Rütbeler gelip Geçici’dir. Kendisine Hakaret Kastım yoktur. Bu Nama ve taşıdığım İnancıma yakışmaz. Ben  bir Yanlış’ı ortaya koymak istedim" demişti.

         İskender Evrenesoğlu ile İlgili yazdığı Yazılar’dan dolayı aleyhine açılmış olan Hakaret Davası vardı. Risalet’ini İddia ediyor, el altından kendine Vahyedilenleri dağıtıyordu. Kendisini Fikirler ile savunayınca Ercümet Özkan’ı Mahkeme’ye vermişti.

         Bir Gün Büro’ma uğramıştı. Gel şu benim Belalı Savcı’yı Ziyaret edelim dedi. Birlikte DGM ye gittik. Ülkü Coşkun Dosyalar’a gömülmüştü. Göz Ucuyla bize doğru bakar bakmaz adete 40 Yıllık Dostunu görmüş birisi gibi Ayağa fırladı "Vay Ağabeyciğim Hoş geldin, Şeref verdin" diye koşup kucakladı. Oturduğumuz iki Saat boyunca Ona Qur'an'dan, Tevhid’den bahsetti. Bir Öğretmeni dinler gibi dinledi. Ayrılırken de "Lütfen bizi unutmayın, sizin Nasihatlar’ınıza çok Muhtacım, sıkca beklerim" diyordu.

[25]       İlk Safha’da üretilen ve Belirli Çevre’de Tedavül’de bulunan Fikr’in, Geniş Çevreler’e yayılmasının başladığı Safha.  Bu Peygamber’in Hayat’ındaki Kitleleşme’ye Tekabul eder. Bu Safha’nın başlatılması için Uzun uzun İstişareler yapıldı, günlerce aylarca tartışıldı. Hatta kendisiyle bu Konu’yu düşünmek, konuşmak için Mersin/Erdemli'de 10 Gün Karavan Hayatı yaşadık. Sonuç’ta Muhtelif Dost ve Kardeşler’in de Müsbet Kanatlarıyla İktibas'ın çıkmasına Karar verdik.

         Dergi İlk Yıllar’ında gerçekten Kollektif Aqlın Ürünü olarak Yayın Hayatı’na başladı. Temel Arzumuz Doğrular’ı İnsan’ımıza ulaştırmak, Yanlışlar’dan da  Güzel bir Uslup ile İnsan’ımızı uzaklaştırmak istiyorduk. Bunu Belirli Ölçüler’de de olsa başardık. İlk 5 Cild’i Mesaj Ağırlıklı, Polemik’ten oldukça Uzak bir Boyut sergiledi.

         Dergi’nin Popularitesi arttıkça bizler 1980 Öncesi Kalitemizi kaybediyorduk.  Ve Fikr’in Akışı Tekil Boyut’a Doğru olmaya başlamıştı. İnsanlar Fikirlerini övmekle, Şahıslar’ı övmeyi birbirine karıştırır Hale gelmişlerdi. Bu Durum Özgün olmayan bir Takım Yakın Çevre Oluşum’unu da beraberinde getiriyordu. Benim gibi İş’in Mutfağına Vakıf Dostlar teket teker dökülmeye ya da Sessiz de olsa Tavır almaya başlıyorlardı. Öyle bir Gün geldi ki Ercüment Bey'in Doğrular’ına Evet, Yanlışlar’ına Hayır diyenler horlanmaya başlandı ve her zaman Evet diyen bir Tabaka oluşuverdi.

         Sonraları bir Takım Sorunlar yaşandı. Ve İslami Öğreti’mizde Temel Kavramlar’dan Kabul ettiğimiz Fikri Liderlik Boyut değiştirmeye ve yer yer Şahsi Liderlik Düzey’ine ulaşmaya başladı. Tabii bu Hususta beraberinde Bünyesel Rahatsızlıklar doğurdu. Yer yer Anti Tez’le uğraşılar Tez’in önüne geçmeye başladı. Uslup’ta Sertleşmeler ve Dışlamalar öne çıkmaya başladı.

         Tasavvuf ve Parti Tenkitleri, Bilimsel Taban’dan çok Yüzeysel  Tahlil ve Tahkir’e götürüldü. Şahıslar’ın, Cemaat Önder ve önde gelenlerin Kişilik Tahlil’inde Yanlışlar yapıldı. Mesela 120. Sayı’nın Yorum’unda bunu Net görürüz. Bu Yaklaşım’ın Düzeyi gittikçe azalmak yerine Artış kaydetti. Doğrular’ın Doğru bir Uslup ile ortaya konulmamasının getirdiği Olumsuzluklar Mesaj’ın Umumiliğinin önüne Set çekti. Özellikle Ercüment Bey’in Mukteseb Kültürü ve sonraları Qur'an üzerinde yoğunlaşması O'nun daha çok Kitleler’e  Mesaj ulaştırması için Yeterli iken, Uslup’ta Yanlışlar buna Engel oldu.

         3.Safha. Ercüment Bey'in Dizgi Makinası alması ile başladı. Yanlış bir Karar Sonucu alınan Makina onun Sağlığında ve Titizlikle üzerinde durduğu Borç Ödeme Taahhudlerinde Aksamalar’a neden oldu. O ise bunu hazmedemiyordu. Sonunda Felç geçirdi.

         Bazı Meseleler’e Yaklaşım’da Ciddi Yanlışlar oldu. Mesela 189-190. Sayılar’ın İktibas'a Mektuplar Kısmında Arapça ve Arapça bilenler Konusundaki Yaklaşım Hangi nedenle olursa olsun Toptancı,  Dışlayıcı bir Mantıq Ürünü olarak Karşımıza çaıkıyor.

         Ya da 184. Sayı’nın Selam ile'sinde gördüğümüz gibi Aydın, Üretken bir Genc’in Başına  gelen bir Felaket nedeniyle ki onun ve beraberindekilerin yaptıkları zannedilen Bayazıd Eylemleri kasdedilerek Hakaratemiz Boyut’ta Konu’nun El’e alınması gibi daha birçok Konu ve Şahıs Tahlilinde Tepkisellik belki de Doğrular’ın  daha Geniş Kitleler’e ulaşmasının önündeki en Büyük Engel’di. Bu Uslub’un öne çıkmasında Editör’ün ve Dergi’nin kendisini yenileyememesinin Önemli Rolü vardır. İktibas İmzalı Yazılar’ın çoğunda Tepkisellik görülüyordu.

         Kollektif Çalışma’yı önemsiyordu ancak İstişare Konusunda Emevi İçtihadı’nı benimsiyor gibiydi. Yani Halife’nin Reyi Gizli Aşikar Bütün İhtilafları ortadan kaldırır. Şura İstişare’nin Bağlayıcılığı Konuları sıkça tartışıldı. Bu Konu’daki  Son Tartışma’yı Hüsnü Aktaş, Eflatun Saygılı Ben ve Ercüment Bey birlikte yaptık. Hüsnü Hoca Konu’yu Deliller’i ile ortaya koydu. Fakat Ercüment Bey'in Tercihi Konusunda da Rivayetler olduğu için bildiğinde diretti.

         Türkiye'de Fikir olarak Son Zamanlarda Y.N.Öztürk'e önem veriyordu. Önseinde ise Hayrettin Karaman , M. Said Hatipoğlu Önemli Ölçü’de Değer verdiği Hocalar’ımızdandı.

         Siyasiler’den Fazla hoşlanmazdı. Yaptıkları işi kendi Deyim’i ile pek Hoş bulmadığı için Uzak durmayı Tercih ederdi. Ancak Tüm Tenkitler’ine rağmen Özal'ı Aqıllı bulurdu. Hatta 12 Eylul Sonrası Özal Kabine’de iken, O'nunla İran-Türkiye Ticaret İlişkileri ile Petrol Boru Hattı Konusunda uzunca bir Görüşme yapmıştı. Konuşma’yı aktarırken de Özal için "Vallahi bu  Adam Cin gibi, vay vay Para’yı Peşin görünce nasıl da sevindi" demişti.

         Kulağında Cimri, Dil’inde Cömert ve yer yer Sert Mizaçlı idi.

         O da Erol Güngör, Ahmed Davudoğlu, Said Ertürk ve Ahiret’e İrtihal edenlerin ardındn yazdığı Yazılar’da Faziletler’inde Yanlışlar ‚ından da bahsediyordu.

         Zaman zaman Hemşehrisi Osman Bölükbaşı'yı anar ve ondan Misaller verirdi.

 

[26]       1994 Ramazan Ayı’nın Son Günler’inde Qalp Krizi sonrası yattığı Hastane’de şöyle Dua eder: "Ya Rabbi, Birikimler’ime Toprağın altındakilerin İhtiyacı yok, eğer Ömür verir de yaşatırsan Toprağın üstündekilere Din’ini anlatmaya devam edeceğim. Takdir senindir Şüphesiz."

         Tanışalı 14 Yıl oldu. 1980li Yıllar’ın o Hızlı Radikal Değişim Rüzgarları’nın  estiği Dönemler’de, Cuma Namazları, Namaz İmamları, Daru’l-Harp, Devlet’e Memuriyet gibi Konular’ın Yoğunluk kazandığı Günler’de ortaya atılan Görüşler’de Ümmet’e bir Takım Hatalar işletenlerden olmadı. Bilakis Otobüsler’e Biletsiz, Telefonları Jetonsuz, Elektirikleri TEK’ten kullanmanın İslam Ahlakı ile  bağdaşmayacağını yazdığında Tepkiler almıştı.

         Radikalizm’in Tükeniş’i, Radikal Kavrayış’ın Tarih’e karışması, Sivil Toplum Projesi’nin Piyasa’yı kaplaması, Çok Hukuk’lu, Çok Din’li Topluluklar’ın birarada ve birlikte Nasıl yaşanılacağının Formuller’inin  tartışılması Fantazi olarak Güzel geliyor da, Radikalizm’e Alternatif olarak gösterilmesi üzüyor. İslam Toplumu, İslam Egemenliği, İslam Siyaseti, İslami Toplum Düzeni gibi Temel birtakım Kavramlar görmezden geliniyor.

         Özallı Yıllar’da Rejim’den önce davranmak gerekir, diyerekten ve bu Konu’da önceden Çalışmalar yaptığı bilindiği halde İslami Parti Kurma Çalışmalar’ını, Müslümanlar’a İstişare’ye açtığında, Müslüman Kamuoyu’nun onu anlamak istememesi, Yazar ve Çizerlerimiz’in en Kayınları dahil olmak üzere Proje’yi tamamen Gerçeğin dışında tanıtmaları, o Günler’i hatırladıkça ne kadar üzüldüğümü hatırladım. Oysa Eleştirenler dahi çok iyi biliyorlardı ki bu Proje Radikaller’i için Yakın Tarih dahil ortaya konmuş Tek Proje’ydi. Sırf O Gündem’e getirdiği için, sırf onun için Karşı çıkanlar artık Tarih’in çok Uygun bir Zamanında ve kendileri tarafından Tesbit olunmuş Gün’ünde açıklarlar her halde.

         İnsanlar’a ne kadar da güvenirdi, onların söylediği her şey’de Ciddiyet bulur, onları kaal’e alırdı. Kaal’e alırdı çünkü İnsanlar’a Değer verir onları severdi. Çok Çabuk Projeler üretirdi, çok Şeyleri birarada yapmak, hemen yapmak Arzu ve İştiyak’inde idi. Çok Fazla Hesap yapmaz., Ticari  Konu’da söylenenlere inanır ve hemen Atılım’a geçerdi.

         Son TV Olayı’da böyle Cereyan etmişti. Söylenenlerle Yol’a çıkmış, Küçük Meblağlar’la bu İş’in yürüyeceğine inandırılmıştı. Sonraları İş’in Parasal Boyut’u halledilemeyince o çok Arzu ettiği ama bir Türlü gerçekleştiremediği Olay’ı andıkça ne kadar hayıflandığını hatırlıyorum. Yılmaz ve Atasoy abiler ile bu Konu’da birlikte Çalışma’yı  ne kadar istemişti de bir türlü Kısmet olmamıştı. İstanbul'da birileri Mali Desteği birtakım Referanslar’a Bağlı tutunca nasıl Karşılık verdiğini yazmaya gerek bile yok.

[27]       "Ben Ankara İlahiyat’ta 1965,1958 de okudum. Ercüment Bey'i Asistanlığım Zamanında gördüğümü Tahmin ediyorum. Çünkü kendisi Fakulte’ye gelir giderdi. Kendisinin İlahiyat Tahsili olmamasına rağmen İslami İlimler’e Fevkalade Yakınlığı vardı. İçinde taşıdığı İslam'a Hizmet Aşkından dolayı İlahiyat Çevrelerinin bulunduğu Yerlere girer çıkardı. Kendisini o Seneler’de pek sevmiş olduğum halde Nadir görüşebilmiş olmam, Büyük Talihsizlik benim için. Nadir buluşabildiğimiz Devreler’de, kendisi gelip Görüşme İmkanı yarattı. Ben Araştırma yapmak için Kütüphane’me çekilmiş olduğumdan kendisini Ziyaret edemiyordum.

         Bizlere karşı Derin bir Sevgisi vardı. Çünkü Karşılıklı olarak Din’imize Millet’imize Hizmet Aşkıyla doluyduk. Bizlerin Yazılar yazmamızı, bol boş Konferanslar’a katılmamızı Arzu ederdi. Benim  Araştırma Faaliyetlerim Sebebiyle, bu Faaliyetler’i aksatmamdan dolayı bazı Ağır Eleştiriler’ine Maruz kaldım.

         Maalesef kendi Dergi’sinde hiçbir Yazım çıkmadı. Fakat bir Ramazan Günü zannediyorum, Arkadaşlar yollamış Ev’imde Sünnet Konusunda bir Söyleşi’de bulunduk. O'nu yayınlamıştı.

         O benim için, İslam’ı Aktuel olarak Hayat’a geçirebilme Sevdalısı bir Mücahid’di. Fevkalade Temiz Kalpli’ydi. Qalbi de İslam'a Hizmet Aşkı’yla Dolu’ydu. Klasik bir İlahiyat  Tahsili görmediği halde Türkçe Eserler’den bilebildiği Türkçe Yayınlar’dan İstifade ederek bilhassa Türkiye’mizde Yerleşmiş bulunan bir takım Hurafeler’e karşı çıkmayı Vazife edinmişti. Hiç kimseden Korkusu, Pervası yoktu, Tek Korkusu Allah'tı. Allah'ın Din’ini herkese karşı Mücadele ederek Hakim kılmayı Hedef edinmişti.

         "1982 Şubat’ında, İran'daki Arapça Öğretim’in mahiyeti üzerinde İnceleme’de bulunmak üzere, Fakulte Dekanlığı’nın Girişimi Sonucu , 2 Öğretim Üyemizle birlikte İran'a Davet edilmiştim. İran Uçağı’na binmek üzere Ankara'dan İstanbul'a Hava alanı’na geldiğimizde baktım ki pek çok tanıdık orada. İçlerinde Senelerdir görmediğim Ercüment Bey'e rastlayınca , Bayağı sevinmiştim. Onlar da İran İslam Devrimi'nin 3.Yıldönümü Merasimleri’ne Davetli’ymişler. Meğer Ankara'daki İran Büyükelçiliği bizim de bu Merasimler’i görebilmemiz için Fakulte’nin Taleb’ine Cevabını bu Tarih’e rastlatmış. Bundan ben şahsen son derece Memnun kaldım. Kendilerine hala Şükran Dolu’yum.

         Orada geçirdiğimiz Günler benim için pek Değerli Müşahedeler’e İmkan verdi. Kitaplar’da bulunmayan Gerçek Hayatı tanımak için bilhassa İlim Adamları’nın İmkan Nispetinde Seyahat’a çıkmaları gerektiğini en çok İran'da hissetmişimdir. Türkiye'de iken tanışamadığım, görüşemediğim Davetli Zatlar’la birlikte oldum. Bunların arasında Ercüment bey'in ayrı yeri vardı.

         Tahran Radyosu’nun Türkçe Yayınlar Bölümü’nün Canlı Proğramına ikimiz birlikte çıktık. Hatırladığım kadarıyla Merhum, Konuşmasını, İran Devrimi’nin Değeri ve Tesirleri üzerinde yoğunlaştırmıştı. Ben ise Şah Devri ile Devrim sonrası Günler arasında gördüğüm bazı Müspet Farklılıklar’ın üzerinde durdum. Zira Ankara İlahiyat’ta okurken, 1956 Yazı’nda, Ramsar Sayfiyye Şehri’nde düzenlenmiş Gençlik Kampı’na Davetli Ankara Üniversitesi Talebeleri olarak Kara Yolu’yla İran'a gidip gelmiş, hususiyle Tebriz ve Tahran'ı görmüştüm. O sıralar Kamp’ta Türk Asıllı bir Subay vardı. Bizim Türkçe olarak sunduğumuz Dilekler’i karşılıyor, fakat bir Kelime olsun Türkçe konuşmuyordu. Dönüş’ümüzde Tahran'a uğramıştık. Ertesi Gün Cuma'ydı. Bir Camii'e gittim Cuma kılayım diye. Fakat ne kadar beklediysem de kılamadım, çünkü Cuma kılınmıyordu.

         İşte Ercüment Bey'le çıktığımız Radyo Proğramı’nda, Çeyrek Asır evvelki bu vb. Tesbitler’imi nakletmiş, bu defa bunların tamamen değiştiğini, Türk-İran Kardeşliği’nin Müsbet Yön’de geliştiğini görmekten Nüyük Memnuniyet duyduğumu belirtmiştim.

         Misafir kaldığımız Eski Hilton Oteli’nde Diğer Ülkeler’den gelen Müslümanlar’la da Görüşme İmkanımız oluyordu. Birgün Ercümet Özkan, Lübnanlı bir Gazeteci’nin Israrla benimle Röportaj yapmak istediğini söyledi ve birlikte konuşalım, Teklif’inde bulundu. İstemeyerek olur dedim. Gazeteci geldi, Cerbezeli bir Şii idi. Selam’dan sonra Teyb’ini açtı, başladı Sorular’ına. Daha ilk anda anladım ki benim söyleyeceklerimden hoşlanmayacak ve Görüşler’imi yazmayacaktı. Teyb’ini kapatır mısın önce Teybsiz konuşalım dedim. Biraz sonra  Beklenen Mehdi İnancını Dil’e getirdi.. Ben İslam Aqıdesi’nde böyle bir İnanç olmadığını söyleyince Lübnanlı Gazeteci: "Sizin Sünni Hadis Kitapları’nda da Mehdi İnancı var" dedi. ben ise: " Bu dediğin  Kitaplar’da olması onun Gerçekliğini göztermez deyip" Misaller vermeye geçtim. Doğrusu o ana kadar Ercüment Bey'in de onun gibi düşünebileceğini zannediyordum. fakat Merhum bir patladı, pir patladı. Hem beni şaşırttı, hem Röportaj’ı bitirdi. Böylece ben O'nun İslam’a yamanmış Yabancı Düşünceleri Temizleme yolunda hususiyle son Seneler’de açtığı Kültürel Cidal’in İlk Müşahhas Misalini görmüş oluyordum. Merhum’un Göz’ünde İran Devrimi, İslami Hakikatleri Temsil ettiği müddetçe Muhterem’di. Bu sebebledir ki kendi İnanc’ına Ters düşmüş bir Ateşli İran Taraftarı’na karşı çıkmaktan çekinmiyordu. Ercüment Bey bu Ruh Salabetini ölünceye kadar Muhafaza etti. O'nun Yazılı Mücedelelerine İktibas’ta olsun Katkı’da bulunmamış olmama Mazeret arayacak değilim."

         Memleket’imizde Son Zamanlar’da birtakım kimselerin Peygamberlik gibi birtakım Misyonlar’a Sahip çıktığını görünce neredeyse Deli olacaktı. Hatta o İslam Aşkı’nın Neticesinde bu Sapık Düşünceler’i, düzelttirebilme Gaye’siyle, Diyanet'e bile Müracaat’ta bulundu. Kendisini Peygamber addeden, kendine Vahiyler geldiğini İddia eden bir Zat’ın "Vahiyler" Kitabının değerlendirilmesini Diyanet'ten alabilmek, Ercüment Merhum’un sayesinde olabilmiştir. O sayede Diyanet'in Kanaatini Türkiye öğrenebilmiştir.

         O'nunla benim birleştiğimiz Nokta, Etrafımızda gördüğümüz İslam Ad’ına ortaya çıkan Hurafeler’le Mücadele etmekti. Ben bu Hurafeler’in Menşelerini Tesbit edip, Gerçek İslami Değerler’le onları İzale Gayesi içindeydim. Dolayısıyla Klasik İslami Eserleri okumaya Ağırlık verdim.

         Ercüment Bey ise bir Hayat Adamı’ydı, bir Toplum Adamı’ydı. Etrafıyla Meşgul olma Durum’undaydı. Bizim gibi Kütüphaneler’e kapanıp, Klasik Eserleri Tetkik etmeye Müsait değildi. Belki de o Tahsili görmediği içindir ki kendisine bu Yolu seçmiştir. Fakat benim yaptığım bu Çalışmalar’dan kendisinin Haber’i vardı. Onları okumak istiyordu. Herkesin de okumasını istiyordu. Bu da onların basılması ile Mümkün’dü. Fakat ben daha fazla Araştırma yapabilme Düşünce’siyle, bunların hemen Basım’ına Taraftar olmadım.

         Bu Hurafeler’e karşı hem Qur'an Düşüncesini, hem Peygamber’in Düşüncesini ortaya koymak gerekiyordu. Bu İncelemeler’in Neticesi pek çok Alim’in Hatalı Düşüncesinin de Tabiatıyla Düzeltilme İmkanı olacaktı. Ercüment Bey bunları okumuş, ne olursun derdi, bunları bizim Dergi’de bahis Bahis yaz, bunlara çok İhyiyaç var. Ben hep inşallah diye geçiştirmeye çalıştım. Çünkü daha çok Araştırma yapmak daha az Hatalı İncelemeler ortaya çıkarmak Endişe’siyle bu Yolu tuttum. Keşke O'nun Sağlığıında bir kaç Yazı yazabilseydim, Dergi’sinde yayınlayabilmiş olsaydım. Tabii şimdi Esef etmenin hiç Anlamı yok.

         Maalesef fazla bir arada olamadık. Uzaktan haberleşiyorduk, nasılsın iyimisin? Yani bir iki defa ancak gidebilmişimdir İdaresine bütün 30 Sene içerisinde. Fakat o Fevkalade Canlı bir Yapı’ya Sahipti. Seriul Intıkal denilen bir Zat’tı. Haksızlık karşısında durması Mümkün değildi.

[28]       Kendisi ile İran'a yaptığımız bir Seyahat’ta bir Otel’in 13. Katında kalıyorduk. O, Sabah Namazı’ndan sonra genelde uyumaz ve uyuyana da kızardı. Yine bir Sabah Namazı’nı kıldık, ben Yatak’ta okumaya, o da Balkon’da okumaya koyuldu. Gün ışıyınca Balkon’dan içeriye: "Süleyman hele gel" dedi. Yanına vardığımda bana Aşağıyı gösterdi. "Bak şu hale tüm Masalar donatılmış, bugün Önemli bir Zuhurat var herhalde, haydi giyin de Aşağı inelim" dedi. İndik bir taraftan Pasta yiyor, Kahvaltı yapıyoruz. Diğer yandan Ercüment Bey soruyor. "Hayrola bu Zuhurat neyin nesi, Kiminiz doğdu Kiminiz öldü bugün? Azeri Garson : "Ağa bugün Mehdi a.ın Doğum Günü’dür" dediğinde; o gayet sakin Kahvaltısını devamla: "Biz yiyelim, Karnımızı doyuralım siz ise Avucunuzu yalayın. Mehdi neyim gelmeyecek, Hammısı gitti, Haberin  yoksa olsun Emi.." deyiverdi. Kendine Has bir Uslup ile Mehdiciliği oracıkta reddediverdi. hem kimsenin de Sesi Soluğu çıkmadı.

         Bir Gün Tahran'da kendisi ile bir yerde  konuşuyorum. Aramızda İranlı  kimseler’de var. Fikri Siyasi Konular tartışıyor. Bir ara Konuşulanlar’dan Rahatsız olmalı ki  Yüzü buruştu ve İranlılar’a dönerek şu Soru’yu yöneltti, hem de tam Mucur Ağzıyla: " Ulan Arkadaş Allah Aşkına Şah'a  karşı bu Devrim’i siz mi yaptınız" ve devamla "Şu Şavakalığınıza bakıyorum bir Devrim’e bakıyorum, Alaqa kuramuyorum. Allahım sen Aqlıma Mukayyed ol" dedi.

         Yaşadığı Çağ’da en çok önemsediği İslami Şahsiyet İmam Humeyni idi. Daha çok O'nun Siyasi kKmliğine Önem verirdi. İslami Anlayışını fazla önemsemezdi. Bunun da nedeni Qur'an'a getirdikleri Tevil, Hz.Fatıma Konusundaki Yaklaşımları, Masumiyet, Velayeti Faqih, Mehdilik gibi. Türkiye'de ve İran'da bu Konular’ın Tartışılmasının Canlı Şahitlerindenim.

         İhvan-ı Müslimin dolayısıyla Seyyid Kutup, Said Havva vb.ne Fazla İlgi göstermezdi. Ebu Zehra'yı oldukça önemserdi. Mevdudi'yi Tenkit ederdi. Güney Lübnan'daki İslami Yapılanmalar kendisini fazla ilgilendirmiyordu. Özellikle Mısır'dan Ebu Zehra ile birlikte Hüseyin Heykel'in Siyer’ine çok Değer verirdi. Bunu tanıştığımızn  ilk Yıllar’ında hemen tüm Arkadaşlar’ına okuttu. Sevdiği Kitap ile sevdiği Yiyeceği mutlaka Dostları ile paylaşırdı. Fikir’de ve Para’da Cimri değildi.

[29]       Öldüğü Yer’den binlerce km. uzakta, Tesadüfen girdiğim bir Türk Lokantası’nda, Masa üzerinde gördüğüm bir Gazete’yi karıştırırken öğrendim.

         Uzun Yıllar’dan beri tanırdım. O Meş'um 163 ün O'nu yakaladığı Günler’den beri. Yıllarca Hapishane’de yattıktan sonra, İktibas’la tekrar Müslüman Toplumuna katılmış, onun Dertler’iyle dertlenmişti.

         O kadar Enerji Dolu idi ki, Davası için Parti Açma Girişimlerini bile başlatmıştı. Bazı Konular’da Anlaşmamamıza rağmen, Dostluğumuz hep Devam etti onunla.

         Daha bir kaç önceydi. Bir Konferans için geldiği Sakarya'da, bizleri hatırlamış, Ziyaret etmişti Fakulte’de. O zaman biraz Yorgun görmüştüm kendisini. Buna rağmen, yine Malum Konular’da Karşılıklı olarak Bilgi Alışverişinde bulunmuş, Minik bir Münazara bile yapmıştık. O, kendine Özgü Tebessümü ile "Azizim Süreyya Bey" Deyişi hala Kulağımda bir Hatıra olarak çınlamakta.

         Zavallı Süreyya, ne bilsin ki bir kaç Ay sonra bu Tatlı Tebessümlü Ziyaretçi’nin Ebedi ve Sonsuz bir Yolculuğuna çıkacağını."

[30]       Ad’ını ilk kez 1982ler’de duydum. Adana'da İslam’a İlişkin Sohbetler’in çokça solunduğu , hemen hertürlü Görüşler’in konuşulup tartışıldığı ve de en son akunup duyulan Anlayışlar’ın dillendirildiği bir yerdi burası. Adeta  Sohbet’in bir tür Harman Yeri’ydi.

         O Günler’de genelde olduğu gibi  Konu; Tağut, İmamet, Beyat, Cemaat, Cuma, Hadis, Mezhep, Tarikat vs. Bütün yapıp edilen Şey her zaman olduğu gibi, yine Geçmiş Zamanlar’da söylenen Harman’ın savrulup durulmasıydı. Çoğu zaman olduğu gibi tartışan Gruplar birbirlerini hiç dinlemiyorlar, Galip gelmek, Baskın çıkmak için, adeta birbirlerine Silah çeker   gibi  yine  Geçmiş Zamanlar’da Harman’ın savrulup durulmasıydı...

         Öfke Yürekler’imizde o Günler’de en Başat Şey’di. Her defasında Kavga’ya Ramak kala kalkıp ayrılıyorduk. O Gün de Kavga etmenin Bütün Şartları oluşmuş, bir Çıngı’yla Ortalık Yangın Yeri’ne dönüşmek üzereydi. Ancak içimizden Medrese Menşeili biri Ses’ini yükselterek herkesleri susturdu... Ankara'da okuyan, sonradan Dost olacağımız biri Garson’u çağırıp Çay söyledikten sonra "Yahu Hocam, Siz Devlet olmadan Müçtedid olmaz diyorsunuz. Ama Ankara'da biri var "Yahu Arkadaş yapmayın. Hep Ölü’den mi Müçtehid olur, işte biz de Müçtehidiz. Aslında şimdi Müçtehid çıkmaz diyenler de İçtihad yapmaktadırlar" deyinde oradakilerin Bakışları Hoca'ya dönmüştü. Hoca ciddi mi diye sorunca "evet Hocam dedi.

         Ben de tanıştım. Adı Ercüment Özkan, İlginç biri. Hemen her Konu’da okumuş. Yıllarca Hapis’te yatmış, Her Meşrep’ten tanımadığı, tartışmadığı Ünlü yok gibi. Kimseye de Metelik verdiği yok. Üstelik Mukallit’ten Adam çıkmaz, diyor, onlar Gözü Bağlı Beygirler gibi, diyor. Hep aynı Yol üzerinde gidip gelirler. Kopyeci’dirler. Yaşıyacakları Kalıpları Ölüler’den alırlar. Güdümlü’dürler. Hep Güdümlü’ye Teşneli’dirler" diyor deyince Hoca'nın Tansiyon’u iyice yükseldi ve dayanamadığı gülümsemeye çalışarak; Arkadaş’ın,  El’ini Avuc’unun içine alarak Dizi’nin üstüne koyup "Bak Dostum. Gözümüzü dört açmalıyız. Şimdi beni iyice dinle. Anlattığın bu Adam çok Tehlikeli. Aman hep Teyakkuz Halinde ol. Böyleleri maalesef her Çağ’da zaman zaman çıkıyor. Qur'an Müslümanlığı diye Bozuk bir Fırqa’dandırlar.....

         Aradan Aylar geçti. 1982 nin bir Güz Sonu’ydu. Arkadaşlar’dan biri, Ankara'da Ercümet Özkan diye bir Yazar gelmiş, Akşam Falan’ın Ev’inde Sohbet varmış, bizi de Davet ediyorlar" dediğinde Yüreğimde Tanımsız bir Duygu yekiniverdi.

         Uzunboylu, Yakışıklı biriydi. Tanıştık. Yanımdaki Arkadaş Şair yanımdan Söz etti. İlgilendi. Aramızda Sımsıkı bir İlişki başlayıverdi. Aanki Arı Çiçeğini bulmuş gibiydi. Orda eksik kalmış bir Şiir’in adeta Son Sözcüğü gibiydim.

         Az sonra Akşam Yemeğine oturduk. Ev Sahibi Arkadaş çok Hoş, Bol Renkli bir Sofra hazırlamıştı. Yere Diz kırıp ya da Bağdaş kurup oturduk. Nerden geldiyse Aqlıma bir Tasavvuf Büyüğü’nün Menkıbesi geldi. Hemen Dil’e getirdim.

         Nankörler, diyordu. Allah yeyin için İsraf etmeyin der, ama  bunlar Nankör.. dedi.

         Kalkıp Üçlü Kolduğa oturdum. Ağabey’de gelip yanıma oturdu ve bir Sigara yakıp "Bak Arkadaş biz birbirimize Yardım etmeliyiz" dedi. İbnu el Farid, İbnu Arabi, Hallac, Ebu Yezid Bistami, Abdulkrerim el-Cili hakkında konuştu. Kim bu Celalettin Rumi? Bakın ne diyor Mesnevi’si için diyor , anlatıyordu..

         O Gece "Sen kimsin" diye sorduklarında Hayat’ını Hikaye etmişti. Gerçekten de anlattıkları kadar Hayat’ı da İlginç ve Çarpıcı’ydı. Kısa Yaşam’ına ne çok Şeyler sığdırmıştı.

         Geç Vakitte yanından ayrılığımızda, yanımdaki Arkadaş’la Sabah’a kadar Yollar’da tartışıp durduk. Bütün bildiklerimiz Allak bullak olmuştu. Alışılmışlığın dışında birisiydi. Biliyordu. Zeki’ydi ve de Yürekli’ydi.

         Ama ne olursa olsun, O'nu ancak kendini Ciddi’ye alanlar yani kendisine Saygı duyanlar Sonuna kadar dinleyebiliyordu. Bir başka Söyleyiş’le, Hayat’ta Sorusu olmayanlar Tahammul edemiyorlardı.

         O Gece’den sonra biz Atalarımız’ın Zanlar’ını Din sanmış, çoğu Kuruntular’da Din arayanları unutmamış, yüreklendirmiş ve her defasında arayıp, Tanışlar’la Selamlar göndermişti.

         Onu ne zaman görsem hep Genç İnsanlar’la birlikteydi. Bir Çoğu Oğlu yerindeydi.

         El’i öpülürken onu hiç görmedim. Dostça Kucaklar, herkesle içinden geldiği gibi konuşur ve tartışabilirdi. Değer verdiği İnsanlar’ın Tutarsızlıklarına çok serzenir ve alttan alta Espiri yaparak Üzüntüsünü yansıtırdı. Ölmeden 8 Saat önce "Benim Kişisel hiç kimseye bir Düşmanlığım yoktur, bütün Amacım Yanlışların karşısında olmaktır" demişti.

         Adana'ya her Geliş’inde yanına adeta Büyük bir Coşku’yla koştum. Birlikte ve Yalnız olduğumuzda çok İlginç Anılar’ın Tanığı oldum. Bir keresinde "Bunları, yaşadıklarını yazmalıyız" dediğimde, kimi Şeyler söyledi. Ben de o zaman hiç olmazsa bunları Roman Dili’yle anlatalım demiştim.

         En Son Adana'ya geldiğinde, ancak Gece’nin 23lerinde kaldığı Ev’de görüşebildik. İçeri girdiğinde beni görünce Ayağa kalkıp "Al işte güya Roman’ımızı yazacak. Biz ölüp gittikten sonra" dedi ve kucaklaştık. Oturduktan sonra Salon’dakilere: " Bana Sözü var! Vay Gardaşım vay" dedikyen sonra, dönüp Hal hatırını sordu. En Son yazdığım Azgın Romanını çok beğendiğini, Tashih için bana gönderdiğini, hemen geri İade etmeni istedi. Ve yine ardından "Ama bu Gidişle sıra bize gelmeyecek" dedi. Ben de " Abi, Vallahi size hep Mahçup oluyorum. Bu Yaz İnşallah Sizi Rahatsız  edeceğim, dedim. beni en çok düşündüren sizin Hayatınız bir Roman’a sığmaz ki. Nereden başlayacağımı, nasıl anlatacağımı bilemiyorum" dedim. Bana Cevap vermeden, ordan birileri Söze girdi.

         İran'a  gittiğinde, orada Ev’inde kaldığı bir Molla’yla Gece boyunca konuşmalar’ını kaldığı yerden anlatmaya Devam etti.

         Dikkatle yandan Yüzünü inceliyordum. Hiçbir Hastalık Emaresi gözükmüyordu. Ne kadar da Coşkulu anlatıyordu. Ses’indeki Canlılık unutulur gibi değildi. Yüreğimden kopup gelen bir Arzu’yla " Rabbim bu Kuluna, 10-15 Yıl daha Ömür ver. Attığı Tohumlar’ın Boy verdiğini araladığı Kapılar’ın Havasını solusun.." diye içimden geçirirken, adeta sezmişcesine, Koltuğunu yana çekerek, tam Karşıma aldı ve Yüzüme bakıp "Seni böyle daha Rahat görebilirim" dedi.

         O an çok duygulandım. Dokunsalar ağlayabilirdim. O yine kaldığı yerden Devam etti. Duygularımı bastırıp dinlemeye çalışıyordum.

         Diyordu ki: "Bu İranlı Molla, Hz. Ali'nin Peygamber'den sonra, Halife olduğuna dair Qur'an'da 273 yerde İşaret var. Ali'nin İmamlığı Ayetler’le Sabit" diyordu. Ben Molla’nın Ağzından Lafı aldım ve Molla’ya "Bak Molla orada Sözü edilen Hz. Ali değil Ercüment Özkan dedim. O 272 Yerde de Halifelik Ercüment'e İşaret etmekte" deyince Adam

         - Ama senin İsmin orada Yazılı değil ki, dedi. Ben de Yahu Ebu Talib'in Oğlu Ali diye Yazılı mı ki, dedim. Bu Konu’yu kapatalım dedi.

         Yarın Gündüz görüşmek üzere ayrıldık. Araba’ya bindik. İlk kez Ercüment Ağabey’i dinleyen bir Genç Çok Dolu’ydu. "Herşeyi silip süpürdü. 1500 Yılı ezip geçti. Ne Mezhep koydu ne de Tarikat. Varsa yoka kendi" dedikten sonra, bana dönüp "Abi siz nasıl buluyorsunuz" dedi.

         Bak, dedim. Biz Haber’den Haberli olduğunu sanan bir Toplum’un Üyeleriyiz... Ercüment abi’yi tanımaya çalışmasını Salık verdim.

         Ev’e geldiğimde, Ev’in önünde, Bahçe’ye epeyi durdum. İçimden bu Yaz uzun uzun görüşmeliyim dedim. Ne yapıp edip artık bilmediğim Yanlarına dair Notlar almalıyım, dedim. Konuşmak için Ev’in Önünü, Çiçekler’in arasını planlayarak içeri girdim.

         Gece Sabah’a  Yol alırken uyudum. Sabah kalkıp İş’e gittiğimde Uykusuzluğun Etkisiyle İzin alıp gidip uyumayı düşünürken, Telefon Sesi’yle irkildim. Telefon’daki Ses Ev’inde Konuk olduğu, Vedat bey’in Ses’iydi.

         Ağabey. Ercüment Ağabey biraz önce kötülendi, şimdi Orta Doğu Hsatanesi’nde.. Donup kaldım.

         Bir Süre sonra kendime geldiğimde Araba’yı kullanamayacağım Endişe’siyle, yanıma İşyeri’nden O'nu da tanıyan bir Arkadaşı alarak Yol’a koyulduk.

         Azgın Roman’ımın Ebe’siydi, Mimar’ıydı.  Okuduğunda daha bitirmeden beni aramış, Karar’ını vermiş ve 15 Sayfa kaldığını söylemişti. " Beğendim" diyordu, hemen Özgeçmişimi, bir Resmimi göndermemi istiyordu.

         Roman’da "Başkahraman Beşir çok tanıdık biri sevdim onu" diyordu. Ben de "Ağabey, o senin Beyninin, Yüreğinin ürettiği, doğurduğu birisi.." dedim."

[31]       12 Eylul Sabahı Ev’e gelen Polislerce tutuklandık. 35 Gün Ailemizle ve dışarıyla Haberleşmemiz kesildi. Askeri bir Bina’da Sorgulama dışında boş’uz. Asker beni, ben kendimi sorguluyorum. Gözlerim Bağlı, Hakaret ve Tehdidler’le sorgulanıyorum... Tutuklamalar ve Sorgulamalar kısa Aralıklar’la sürüyor. Sorgulamalar sürdükçe ben kendimdeki Eksikliğin Farkına varıyorum. Sorgulandığım İslam’ı ben ne kadar tanıyorum?

         Sene 1981 İktibas’la tanışıyorum. Bir süre sonra Mehmet Çoban beni Ankara'ya Ercüment Bey'in Ev’ine götürüyor.  Saatler süren Özel bir Görüşme oluyor. Bana bir "İslam" Türü anlatıyor daha önce hiç bilmediğim. Benim daha önce İslam’ın Temel Dayanakları olarak gördüğüm Bazı Kişi, Kurum ve Kuruluşlar’ın Allah'ın Din’inin dışında olduğunu öğreniyor, Şok oluyorum. Ne inanabiliyorum ne Red edebiliyorum. Çok Olumsuz İntibalar’la ayrılıyorum.

         Ömrümüm 7 Yılı İmam Hatip Lisesi’nde geri kalamı İslami Kurumlar’da Mücadele ile geçmesine ve onbinlerce Sahife okumama rağmen Allah’ın Kitab’ını bir kere tam olarak okumamıştım. Ve Cehalet’imden utanıyordum. Onun sayesinde 30uma yaklaşırken bunu yaptım. Anlattıkları bu Kitab’da vardı.

         14 Yılı aşan bir Süre  birlikteliğimiz oldu. Benim Yapı’mdan kaynaklanan Nedenler’le hiçbir Zaman tam O'nun Çizgisinde olamadım.

         20.01.1983 de yine Polis Ev’ime Baskın yaptı. Önce beni ve Kardeşim Ahmet'i, sonra üç Yakın Arkadaş’ımızı Evler’inden birer birer topladı. İlk defa Araba’ya Beni aldıkları için ben dolaşma esnasında Telsiz’le Merkez’e verilen Bilgiler’i dinliyordum. Hizbu’t-Tahrir Örgütü' nün Isparta Hücresi’ni çökerttik, diyordu. 5 Kişi’ydik, meğer Hizbu’t-Tahrir’in Hücreleri 5 Kişi’den oluşurmuş. Sorgulanmamızdan sonra tutuklanıp Kapalı Cezaevi’ne gönderildik.

         Karlı bir Kış Gecesi üzerimde İnce bir Kıyafet’le beni Bina’nın dışına Ek olarak yapılmış bir Karakol Hücresine koydular. Sanki Soğutma Tertibatı var.

         Ercüment bey onları İslam’la sorgulamaya başlar. Oda 2 Ay kadar Zoraki Misafir oldu. 24.19.1983 de Son Duruşma’da bir Saat’e Yakın Güzel, Etkileyici bir İfade verdi, Beraat etik.

         O Gün’den sonra Isparta'nın O'nun yanında Özel bir Yeri oldu. Bir Sabah Ev’de O'nun Telefon’uyla uyanmıştım. Çok bunalmış olmalıydı. Alışık olmadığım bir Ses Tonuyla konuşuyordu. Sitemkar’dı aramadığımız için. Çok üzüldüm.

         Bir Süre sonra Isparta'da bir Toplantı’ya katılması için aradım. Diğer Randevülerini İptal ederek geldi.

[32]       Ercüment Bey'i İktibas'ın ilk Sayısı ile tanıdım. Bana pek de Cazip gelmedi. Dergi’de bazı İlginç İktibaslar vardı ama beni fazla sarmamıştı. Zamanla Dergi’de özellikle de Kavramlar Köşesinde bir Değişim’i farkettim. Dolayısıyla ısınmaya başladım. Birkaç Yıl sonra da Ercüment Bey'le tanıştım.

         İlk Ciddi Rahatsızlığı Dönem’inde Dergi’ye Katkı’da bulunarak kendisi ile daha yakından Tanışma Fırsat’ını buldum. Bu İlişkimiz pek Sıcak olmasa da Vefat’ına kadar sürdü. Kendisi ile çok tartıştık. Çok konuştuk.. Anlaştığımız Konular kadar anlaşamadığımız Konular da oldu. O şimdi aramızda değil bize Cevap verme, bağırıp çağırma, kızma Şansı yok.. O'nun için Kişiliği Konusunda Hayır dışında bir Şey Konuşmamız Sözkonusu olamaz. Yaptıkları, yapmak istedikleri ve Fikirleri üzerinde konuşmak daha Doğru olur.

         Sağlığında hiç anlaşılamayan bir Müslüman’dı. Bu Kanaatım en Yakınında olanlar için de Geçerli’dir. Çünkü Yakınındaki herbiri O'nu Farklı bir Şekilde görüyor, bir kısmı ise O'nun Karizmatik bir Lider olduğunu söyleyebiliyorlardı. Bir Kısmı ise bu Düşünceler’e katılmayarak O'nu Yılmaz, Bükülmez bir Hareket Adamı olarak görüyorlardı. Elbette O'nun Karşısında da çok Yoğun bir Muhalefet vardı.

         Ercüment Bey Acaba bunların Hangisiydi? Şeyh uçmaz, Mürit uçurur, Deyimi gibi, kendisini çok sevenlerin İddia ettikleri gibi bir Alim veya Karizmatik bir Lider miydi? Veya her ikisi miydi? Aceba O da kendisini böyle mi görüyordu.

         Ben Şahsen kendi Ağzından böyle biri olmadığını, bu Donanımlar’a Sahip bulunmadığını ,böyle bir Taleb’inin de Beklentisimin de olamayacağını işittim.

         Qur'ani bir Çizgi’de olduğu hem Yandaşları hem de Karşıtları tarafından dile getirilmekteydi. Ama bir Gerçek vardı. O, hem kendisinin  dışında Qur'ani Çizgi’de olduğu bilinen İnsanlar’la, hem de Sünnet Taraftarlığı yapan İnsanlar’la Kavga Halindeydi. Gerek Dergi’sindeki Yazılar’ıyla gerekse, Sohbet ve Konferanslar’ıyla bunu açıkça ortaya koyuyordu. Bir çok İnsan, Yazılar’ından birçoğunu Örnek göstererek Sünnet Savunucuları’yla aynı Çizgi’de olduğunu, Qur'an'a Bakışının da onlardan çok da Farklı olmadığını açıkça İfade ediyorlardı.

         Aslında O ne Klasik Anlam’ıyla bir Qur'an Ehli’ydi, ne de Hadis Ehli’ydi. Bu Konu’daki Düşüncesi henüz netleşmemişti. Ama o İnsanlar’ın Qur'an'a dönmesini istiyordu. Qur'an'a göre bir Düşünce ve Yaşantı oluşturmalarını istiyordu. Ama bu Düşünce ve Yaşantı’nın içinin nasıl doldurulacağı Konusuna gelince, Tartışma ve Proplem başlıyordu.

         Qur'an ve Hadis İlimleri Konusu’nda çok Derin bir Bilgisi yoktu. Ama çok Pratik bir Zekası, Algılama Gücü ve Anlatma Kabiliyeti vardı. Çok Güçlü ve Büyük bir Demogog’tu. Bunu Olumsuz Anlamda söylemiyorum. Düşüncesini anlatırken veya biriyle tartışırken bu Özelliğini çok Güzel kullanırdı.

         Onu öne çıkaran en Önemli Özelliği Düşmanlık Noktasına varan Tasavvuf Düşüncesi’nin ve Geleneğinin hiçbir Çeşit’ine ve Ton’una Tahammul edemezdi, hoşgöremezdi. Kendisi ile bazı Müşterekleri bulunan fakat bazı Noktalar’da Tasavvuf’a Sempati ile bakan İnsanlar’a bile Hoşgörüsü yoktu. Bu tür İnsanları "kıvırmak"la İtham ederdi. Bu Konu’da Yoğun bir Bilgisi ve Derin bir Birikimi vardı. Kendini Haklı çıkarmak için Malzeme Kıtlığı da çekmiyordu. Konu ile İlgili Geniş  bir Materyali vardı. Hiç kimsenin Dikkat etmediği Noktalar’a Dikkat etmiş, kimsenin Parmak basmadığı Noktalar’a Parmak basmıştı. Söylem’ini her Gün biraz daha keskinleştirmişti. O belki de Türkiye'de gelmiş geçmiş en Büyük Tasavvuf Karşıtı İnsan’ıydı.

         Tasavvuf Konusundaki Engin Birikim’ine rağmen, bu Konu’daki Tavizsiz Tutumu bu Kültür’ün ve Literatür’ün kendine Özgü bir Uslub’u ve Dil’i olduğunu, Kelimeler’in ancak o Kültür ve Literatür içerisinde Gerçek Anlamını yansıtacağını da örtüyordu. Bunu Dergi’deki hem Çeşitli Makaleler’inden hem de Tasavvuf’un "ne menem Şey" olduğuna dair Tasavvufi Metinler’den yaptığı Alıntılar’dan anlıyorduk. Tasavvuf Düşüncesi’nin ve Tarih’inin çok daha Tutarlı ve Bilimsel Tenkidi yapılabilirdi. Onun daha çok bir Hareket Adamı olması bu Konu’yu bu şekilde ortaya koymasını gerektirirdi sanırız. Önemli olan da bundan sonra Hamasi Duygular’ı aşarak Tasavvuf Düşüncesi’nin ve Tarih’inin çok Ciddi ve Kalıcı Tenkidinin yapılabilmesidir. Ercüment bey'in Devam ettirdiği bu Çizgi’nin daha İlmi bir şekilde sürdürülebilmesidir.

          Öne çıkaran Özellikler’inden biri de Politik Anlayış’ıydı. O kendisini Büyük bir Siyasetci olarak görüyordu. Bunu İslami Kimliğinin bir Gereği ve Sonucu olarak açıklıyordu. O'na göre İslam’ın kendisi Siyaset’ti. Bu Namaz kılmak, Oruç tutmak, hatta Allah'a inanmak gibi bir Şey’di. İslam bu Anlam’da bir Bütün’dü.

         "İslamiyet baştan ayağa Siyaset’tir. Peygamberimiz de bir Siyasi Örgüt’ün Lideridir". O bu Konu’da kendisi gibi düşünmeyenleri, Qur'an'ı anlamamakla suçlamış, O "İslamcı olanın Qur'an'ı anlayanın Siaysi olmamasının Qur'an'ı anlamamak" olarak değerlendirdi. Kendisi gibi düşünmeynlerle bütün Köprüler’i atabilmiştir.

         Kendisi ile Qur’ani Anlayış Noktasında birçok Müşterekleri ( bir düşünce için Temel sayılan Müşterekler de olsa) Aynı olduğu İnsanlar’a Tavır almaktan onları dışlamaktan çekinmemiştir. Bu Konu’da Müştereği olmayan İnsanlar’la aynı Yol’da yürüyemezdi. Düşünce’sinde Siyaset o kadar Baskın’dır ki, Qur'an  ve Sünnet Konusunda kendisinden çok Farklı düşünen İnsanlar’la bir arada olabilmiş ama Konu Siyaset’e Bakışa gelince Qur'an ve Hadis hatta Tasavvuf Konusunda kendisi ile hiç bir Uzlaşmaya ve Birlikteliğe yanaşmamıştır. Bu Konu’daki Azim ve Sebatı, belki de Hırs ve İnadı ölünceye kadar hiç eksilmeden sürdü.

         Bu Anlayışına Sahip olmasının Temel’inde Hizbu’t-Tahrir Geleneği’nin Önemli bir Yeri vardır. Burada aldığı Eğitim ve Terbiye’yi daha sonraki Birikim ve Tecrübeler’iyle birleştirerek daha da zenginleştirmiş kendisine göre Fikri Temellerini de bulmuştur. Qur'an'ın bizzat kendisinin bir Sosyal Model önermesinin de bunda Büyük Payı vardır. Bu Kimliğin Oluşmasında elbette Dünya’nın içinde bulunduğu Çatışmalar’ın varolan İslami Hareketler’in, İslam’ın Yükselen Siyasi Trendinin de Katkısı vardır.

         Hizbu’t-Tahrir birçok Cemaat’e göre daha Modern’dir. Diğer Cemaatler’deki bir Yasağın bunlarda olmadığını görürsünüz. Tutuculuk olarak İfade edilen bir çok Konu Hizbu’t-Tahrir Anlayışında kendisine yer bulamamıştır. Modern olarak adlandırılan (YNÖ gibi) arasının İyi olmasının Temel’inde de bana göre biraz da bu Anlayış yatar. Rahat olmasında, Kadınlı, Erkekli, İnanan-İnanmayan her Kesimle Kolay İlişki kurmasının da Temel’inde sanırım bu Geleneğin Önemli bir Katkısı olsa gerekir.

         Düşünceler’ini her Ortam’da Dil’e getirmekten çekinmez, kendi Önceliklerini hiçbir Öncelikle değişmezdi. İnsanlar’ın kızması alınması küsmesi onu fazla ilgilendirmezdi. O hiç kimseden Söz’ünü esirgemezdi. Söyledikleri ve yazdıklarının ilerde Başına bazı Proplemler açacağına fazla Önem vermezdi. Bu Tür Kaygıları pek taşımazdı. Her İnsan gibi bunaldığı, sıkıldığı Dönemler Elbette olmuştu ama bunlar onun Hayat’ında Fazla Belirleyeci olmadı.

         O bir Büro veya Masa Adamı değildi. Fildişi Kulesi’nde Ahkam kesmesini hiç sevmezdi. O Sürekli gezerdi. Bütün Davetler’e İcabet ederdi. Kimse kendisini Davet etmese bile O kendisini Davet ettirmenin Yolunu Mutlaka bulur, herhalukarda Düşüncelerini anlatırdı.

         Yaklaşık 60 Yaş’ında olmasına rağmen kendi Yaş’ında düşüp kalktığı bir Arkadaş’ı yoktu. Hep Gençler’le Arkadaşık ediyordu. Bu nedenle de Sürekli 20 Yaş’ındaki bir Delikanlı gibi Hareket etti. Gençler’le ilgilendi. Onlarla düştü kalktı, onlarla çalıştı, onlarla dolaştı. Onlarla Kavga etti. Onların Havasını Teneffüs etti. Bu nedenle Zihni hep Genç ve Devrimci kaldı. Çünkü birlikte Yola çıktığı Arkadaşlar’ı çoktan yorulmuşlar, Emekli’ye ayrılmışlar, yanından uzaklaşmışlardı. Yavaştan yavaşa O'nu uzlaşılmaz olmakla Tenkit ediyorlardı. Ama O bunlara aldırmadı. 20sinde bir Delikanlı olarak Vefat etti.

[33]       Gelecek Nesiller’e Allah'a kendini Razı ettirme Yol’unda Mücadele veren bir İnsan’ı tanıtmak, O'ndan Örnekler sergilemek için birinci derece’deki Yakınlar’ının Arzusuna İcap ederek, Dava Arkadaşı olmaya çabaladığımız Ercümet Özkan’ı tanıyabildiğimiz kadar anlatmak için çalışacağımız bu Satırlar’da ne çok Sıkıntılı olduğumu anlatmam Mümkün değildir.

         Bazı İnsanlar vardır ki, Nadir olarak Dünya’da yaşarlar ve yaşadıkları Dünya’yı İnançları Doğrultu’sunda değiştirmeye çalışırken, İnsanlar önünde koydukları Performans’la onları şaşırtırlar. Bu Tür İnsanlar’ın Hayat Anlayışları, Cesaretleri, Aqılları, Bilgileri, Dünya’ya verdikleri Değerler, Çalışma Tempoları, daima diğer İnsanlar’a Ters gelip Aqılsızca niteledikleri Şeyler olur. Çünkü yaşanılan Hayat’ın Düzen’ine uymak Tehlikesiz’dir.

         Namaz’ına Oruc’una ve İslami Gelenekler’ine Sahip çıkmak için Mücadele veren ve Dindarlık yapan Neslin Devam’ıydık. Mücadelemiz  Dindarlık Duygularımızın Savunma Hareket’iydi. Bu nedenle Kısır Kaynaklar’dan İslami Kültür’ümüzü geliştirirken, Batı’dan yana olanların yanında Üstün gelmek ve onları kendi Kültürler’iyle vurabilmek için, kendimizi alabildiğine okumaya vermiştik. Böyle bir olgu içinde süren Gelişmeler, Dindarlar’ı siyasi Olgu’ya kadar ulaştırdı. Otomatikman bizler de Siyasi Olgu içinde Duygular’ımızı ve isteklerimizi söyleme Yol’unda Hareket ediyorduk. 1960-1970li Yıllarımız bu Şekilde geçerken, İslasm Inkılabı gerçekleşti. Dindarlar’ın kimi kısmı hayranlıkla, kimi adapte olarak, kimi de Kıskançlık’la izledi. Hatta bazılarının Kıskançlıklar’ı o kadar ileri gitti ki; "Biz daha İyisini yapacağız" dediler.

         Devrim’in bizdeki Yansıması geleneksel İslam İnancını ve Kültürünü Sorgulama Şeklindeydi. Devrim bizlerin Geleneksel İnancımıza ve Kültürümüze Ters gelen Unsurlar taşıyordu. Bizlerin Kafasında Süper Güçler  Tantanası vardı.

         12 Eylul Türkiye'de yaşayan ve Dinlerine göre Hayat bulmaya çalışan Dindar İnsanlar için bir Dönüm Noktasıydı. 1981-1983 Müslümanlar’ın kendilerini ve inandıkları İslam’ı en Hızlı şekilde sorguladıkları yıllardı.

         Görünüm’ü Basit, ilk bakıldığında oradan buradan alınma Yazılar’dan oluşmuş, Zahmetsiz Mihnetsiz hazırlanmış bir Dergi Pozisyon’undaki İktibas'la karşılaştım. Okudukça; oradan buradan Alınanlar’ın hiç de Rastgele alınmadığını, belli bir Metod ve Amaç’la İtinalı olarak seçildiklerini gördüm. Dergi Kısa Zamanda Bütün Sıcaklığı ile sarıverdi Benliğimi. Ama içimi saran bir Duygu vardı. Kimdi bunu çıkaranlar. Ben ki 1969’dan beri İslami Saha’da okumadığını bırakmamış biri, tanışmadığı veya duymadığı biri kalmamış olarak, niçin bu Dergi’yi çıkaranları tanımıyordum. Bu Duygu’mla, İktibas'ı ve Sahib’ini soruştırmaya başladım.

         Isparta'ya Ziyaret’e gelmiş olan 1970li Yıllar’dan Arkadaşım Abdurrahman Dilipak, Yayın Hayatı ile yakından ilgiliydi. O'na sordum. "MSPli değil, Parti tutmaz, ama Samimi, Mücadeleci bir Müslüman’dır, İyi’dir, Dürüst’tür" dedi. Aldığım Cevap Olumlu’ydu ve tanışmam gerekiyordu. Büro’ma gidip yaklaşık 2 Sahife’yi bulan ve içeriğinde, İktibas Aboneliği Talebi ve Kafamda henüz Cevab’ını bulmamış Sorular olan Mektub’umu yazarak postaladım. Şaşırtıcı bir hızla, iki Gün sonra Cevab’ını aldım. Bütün Sorular’ım cevaplanmıştı. Bilgi, Sıcaklık ve Samimiyet Dolu’ydu.

         Kısa bir Süre sonra Ankara'ya giderek tanıştım. Böylece Yeni bir Dönem başladı. Tanıştığım Yıllar’da benden 14 Yaş Büyük, bana göre Tecrübesi çok Fazla ve Bilgi Yüklü’ydü. Büyük bir Açlık’la ve Hırs’la, O'ndaki herşeyi kapma Duyguları içinde, Sabır’la dinliyor, sindirmeye çalışıyor, Ev’e geldiğimde her söylediğini Kaynaklar’la karşılaştırıyordum. Sonuçta; çok Şey öğrendim, Kafa’mdaki Kara Bulutlar dağıldı ve İslami Yaşantı’m Yeni Boyut kazandı.

         Yeterince Gazla olan Genel Kültür’üm yerine oturmamıştı. Okuduklarımızla Ev yapamıyorduk. Ondan Kafa’mızda ve Yaşantımızda , İslam Evi’ni yapmayı öğrendik. Peygamber’i, Ali’yi, Ömer’i, Numan bin Sabit'i daha İyi tanıdık. Kendimize İslam Yolu’nu çizmeyi öğrendik. Onlara karşı olan Tarihsel Sevgimiz, Gerçek Sevgi’ye dönüştü. Özkan’ı ve bizleri hep Yanlış anladılar.   Tarihsel Sevgi ile Geçmiş’e Bağlı olanların Kafa’sında, İslam Büyükleri daima Ütopik’ti.

         Toplum’la Mücadelemizde Sürekli sınanıyorduk. Derken 1983 Yıl’ının Ocak Ayı’nda ilk Ciddi Sınav başladı. Bir Salı Günü 10 Ocak gece 11.30 da Polisler Ev’e geldi. Evimiz arandı ve tutuklandık. Böylece Yeni bir Hayat’a başladık. Emniyet’teki İlk Sorgulamamızda hem biz şaşıyorduk hem de Polisler şaşıyordu. Polisler Herşey’i biliyorlardı. Bana Kalıp bir Müslüman Tipi arıyorlardı. Susacak, konuşmayacak, bildiklerini saklayacaktık sanki.

         Güya Ercümet Özkan bizleri örgütlüyordu. Hizbu’t-Tahrir’e  Üye yapıyordu. 12 Gün Isparta Nezareti’nde geçirdik. Askeri Birliğin içindeki Cezaevi’ne Misafir olarak girdik, sorgulanmak için Mahkeme’ye çıkarıldık. Dört Arkadaş’ım salıverildi, ben Isparta Cezaevi’ne gönderildim.

         5.Koğuş’tayız, Namaz Kılanlar Koğuşu. Allah kurtarsın Sesleri arasında girdik aralarına.163 Mahkumu’yduk. Çoğunluğu Ülkücü’ydü. Kısa Zamanda kaynaştık. Ercüment Özkan’a  Mektup yazdım, zira üzerimde İktibas’ın Bayiliği vardı. Aradan 10 Gün geçmişti. İkindi’ye doğru Mektup aldım. Geçmiş olsun Dileklerini bildiriyor ve yakında Ziyaret edeceğini söylüyordu. Aynı Gün 2 Saat sonra bir Ülkücü Arkadaş’la Yatağa oturmuş Sohbet ederken Ercüment Özkan’ın Gür Selam Sesini duydum. Sarılıp kucaklaştık. Mektub’u açtıktan sonra Polisler gelip tutuklamışlar.

         Ülkücüler, Adi Mahkumlar’la 2 Ay geçirdik. Hemen İslam’ı öğrenmek isteyenleri Guruplar’a böldük. Sabah ve Öğleyin. Bir taraftan O ve ben Sohbetler’imizi sürdürdük. 24 Mart’da  İlk Mahkeme’ye çıkarıldık. Benim Yasak Kitap Dava’sından ayrıca Sulh Ceza’da da Mahkeme’m vardı. O Mahkeme’den Tutuksuz yargılanıyordum. Aşağıda beklerken, önce ben o Mahkeme’ye girdim ve Beraat ettim. Sonra hep birlikte Öğle’ye doğru Ağır Ceza’ya Esas Mahkememiz için gittik. Dışarıdan Tutuksuz yargılanan diğer Arkadaşlarımız da gelmişti.

         İlk Mahkememizin Dinleyicileri epeyce vardı. Ankara'dan gelenlerde vardı. Ercüment Özkan 1,5 Saat konuştu. Dindar bir Hakim’di, Uyku’su geldi, uyudu. Diğer Hakimse Dindarlar’ı sevmiyordu. Tam bir Konferans’dı.

         45 Dakika da ben konuştum. Diğer Arkadaşlar da Kısa Konuşmalar yaptılar. Karar Aşaması’nda, Deliller’in toplanması ve Şahitler’in dinlenmesi içim Mahkeme 1 Ay sonraya atıldı ve Tutuksuz yargılanmamıza Karar verildi.

         Cezaevi’nde Ezan okuyan Bahri Köstekli daha sonra İktibas’ta çalıştı.

[34]       Önce ne Zaman tanıştım o Mert İnsan’la? Üniversite Öğrencisi’yken, Ağabey’imin Vasıtasıyla İktibas’la. Dergi’deki Söylem’i, bizleri Hurafeler’den arındırılmış İslami Yaşantı’yı Arama ve Anlatma Yönünde Teşvik ediyordu. Sonraları hangi Anlayış’a Sahip olmuşsak olalım, o Yıllar’da Dini bu şekilde Anlama Çabasının benim Kuşağımın Din’e yönelmesinde Büyük Katkısı oldu.

         Ercüment Bey  İktibas'da yorulmak bilmeden Din’in Evrenselliğini, Hayat Görüşü olarak Siyaset’ten soyutlanmayacağını, İslamiyet’in Inqılabi Boyut’unu ve Temel Dini Kavramlar’ını anlatıyordu. Arı Duru bir İslam için çırpınıyordu. Yazdıkları ile yaşadıkları arasında bir Perde yoktu. Dobra dobra Konuşması yanında, son Derece İnce bir yanı vardı. Hayat’ını İslam'ı Diri tutma ve bu Din’in İstismar Aracı olarak kullanılmasını Engelleme Davasına adamış ve benzeri Amaçlar’la Yol’a çıkan birçokları gibi Profesyonel bir Müslüman olmamıştı. Mesela Hapis’te yatmışlığı pek bilinmezdi. Okurken, dinlerken, Samimiyet’ini ve İyi Niyet’ini hissediyordunuz. Her Konu’da Aynı Görüş’te olmanız Şart değildi. Onu eleştirebiliyor, Fikirler’inizi anlatabiliyordunuz. Bir İnsan olarak Yardım’ını isteyebiliyor, Fikir sorabiliyor, Öğütler’inin İçtenliğine güvenebiliyordunuz. Gerisi Teferruat’ta kalıyordu.

         İlk defa  Şehzadebaşı'nda, Cadde’de Rastlantı eseri karşılaştık ve bizzat tanışmış olduk. İlk Kitab’ım yayınlandığında, Bir Yayıncılık'ta uzun uzun Sohbet etmiştik. O Günler’de Musa Carullah'ı okuyordum. Ortak Sorunlarımız çoktu. Bana Yapıcı Eleştiriler yöneltmiş çok okumamı ve az yazmamı Tavsiye etmişti. Kadınlar’ın Din Adına Geleneksel, Hurafe’ye dayalı Adetler yüzünden ezilmeleri ve aşağılanmaları Konu’sunda çok Duyarlı’ydı. Yıllar sonra Ankara'da Mukadder Hanım ve kızı Ayşe ile tanıştığımda, bu Duyarlılığının Hayat’ındaki Karşılığını görmüş oldum. Ankara'da ailecek Görüşmeler’imizde, Ercüment Bey'in Düşünceleri ve İnanc’ıyla Tutarlı Yaşantı’sında Eş’inin Rol’ünü anladım. İstanbul'a taşındığımda, "Ankara' ya gelirsen bizim Ev’de kalacaksın, sen bizim Ehli Beyt’tensin" derdi. İstanbul'da da zaman zaman görüştük.

         Son olarak Geçen Yıl Kalp Krizi geçirdiğini öğrenip de aradığımda uzun uzun konuşmuştuk. Sağlığını Tehlike’ye attığı halde bile bile Çalışmalar’ına Devam ediyordu. Çalışma’dan, üreten, Polemikler’e girmeden, bildiklerini ve düşündüklerini anlatmadan yapamayacak bir İnsan’dı. Hiç bir çıkar Hesab’ı olmadığı için Dengeleri gözetme  İhtiyacı duymuyordu, bu yüzden de Doğrular’ı Konuşma İmtiyaz’ını Sonuna kadar kullandı. "Sivil bir Öfke"ydi gerçekten ama, Sivilliği, tek başına bir Değer Yükü taşımayan bir Tutum değildi. Net’ti.

         Herkesle iyi Geçinme Gereği duymuyordu. İki Ayağını Farklı farklı Zeminler’e yerleştirerek Dengeler’i gözetmeye çalışan İslamcı Aydınlar’dan Farklı olarak, o, Bağımsız bir Fikir ve Aksiyon Adamı’ydı. Duyarsız, Bencil, Haksızlıklar Karşısında Suskun kalabilecek bir Kişiliği yoktu. Taviz vermeden, kendi çizdiği Yol’da yürüdü. Ancak, Haksız ve bazen iyice çirkinleşen, Sathi, Önyargı’lı Suçlamalar Karşısında duyduğu Üzüntü’yü içinde biriktiriyor olmalıydı ki sık sık rahatsızlanıyordu. Bu Rahatsızlıklar’ı da kendisine yönelen Çirkin Saldırılar kadar Kalender bir şekilde karşılaşıyordu. Bu Saldırılar’ı ne kadar hakediyordu ki? Çoklarının düşünüp de söyleyemediğini kendi Uslub’unca Dil’e getiriyordu. Kuru bir Mantıq’la Hareket ettiği söylenemez. Değerler’in Kaba bir şekilde kurumlaştırılmasına ve Özlerine Aykırı olarak putlaştırılmasına İtiraz ediyordu. Rasyonalist değil, aqleden Yürek’ti.

         Türkiye'de İslamiyet'in Yeni bir Boyut’ta dirilmesindeki Rol’ü yadsınamaz bir Hakikat’tir. Önümüze bir çok Soru koydu; Akımlar’ın, Gruplar’ın ve Cemaatler’in kendi kendilerine Çeki Düzen vermelerini sağlayabilecek Eleştiriler’ini sürdürdü, Tabular’ı Sorgu Sual altında tuttu, Hayat’ın İman ve Cihat’tan ibaret olduğunu "inanan ve yaşayan" bir Dava Adamı olarak İspat etti. Bu Dünya’da bir Ağac’ın Gölgesi altında bir Süre dinlendikten sonra Yol’una Devam edecek bir Yolcu gibi yaşadı. Mü’min Mü’min’in Aynasıdır, denir ya, Ercüment Bey bütün Mü’minler’e Ayna olmayı istemişti. Ama, ancak görmesini bilenler bunu Takdir edebilmişlerdir.

[35]       Geçmişte Yeni Devir, Milli Gazete’de amatörce yazmıştım. Ercümet Özkan‘ın Israrı ile İktibas'ta yazmaya başladım. Her Sayı’ya yetiştiremiyordum ama, yazıyordum. Bir ara, Medya’mızda 163 aleyhtarı Yazılar yazılmaya başlamdı. Bu Durum bile Müslümanlar’ı suçlamak Amac’ıyla uyguladıkları Politikalar’dan kaynaklanıyordu. Yani 163 aleyhtarı Yayınlar’a veya Şeriat geliyor Yaygaralar’ına karşı Devlet Kurbanlar arıyordu.

         İşte 1985 Ağustos Eylul Aylarında başlayan bu Yaygara Nedeni ile Kurbanlar aranıyordu. 105. Sayı’da yazdığım Yazı’da Din’i Tarif ediyor ve İlkeler’ini anlatıyordum. Ercüment Özkan ve ben tutuklandık. O Yasa Gereği Tutuksuz yargılandı.

         Devlet Kurban Noktasında öyle şartlanmıştı ki Arkadaşımız Yaşar Kaplan DGM’de Yaygara’dan önce Beraat ettiği halde, Yaygara Sonucu Beraat Kararı’nı Yargıtay  bozdu ve onu Cezaevi’ne gönderdi.

         Biz Ceza’yı aldığımız 163.Madde Ceza’yı tamamlamamızdan sonra kaldırıldı. Ankara, Bursa ve İmralı Cezaevleri’ni dolaşarak 2,5 Yıl yattım.

[36]       Nurettin Yücel:10 önce’ydi. Daha önceden Dergi’sinden gıyaben tanıdığım Ercümt Özkan ile tanışmaya gitmiştim bir Arkadaş’ım vasıtasıyla. Gittiğimde  gördüğüm Tablo şuydu: Bir taraftan Gazeteleri okurken, diğer taraftan Personel’ine Sinirli Sinirli Emirler yağdırıyor, öte yandan da gelen Misafirler’iyle Sohbet ediyordu. Gelenlerin Gurur’unu okşayıp onları Onore ederek etrafında İnsan toplamaya çalışmıyordu. Bildiği Doğrular’ı anlatıyor ve onlardan Düşüncelerini öğrenmeye çalışıyordu. Yüz’ündeki Derin Çizgiler Yaşam’ı ne kadar Derin’den ve gerçek Yön’üyle yakaladığının İspat’ıydı sanki. Söylediği Sözler de birer Söz Sanatı’ndan öte Yaşanmış Tecrübeler’in İfadesiydi. Onun içindirki oradan ayrılırken içime Sıkıntı girmiş ve kendi kendime görüşmemeyi Kafama koymuştum. Bana Sıkıntı veren birisiyle neden görüşecekmişim ki? Ama bu Sıkıntı’nın Nedeninin  bozmak istemediğim kendi Statik Yapımdan dolayı olduğunu anlamam Geç olmadı. O, gelenlere Yaşam’ın Gerçek Yüzünü anlatıyor, biz ise Hayal Alemi’nde, kendi kurduğumuz Düş Dünyamızda Mutlu bir Şekilde yaşayıp gidiyorduk. Neden bu Mutlu Hayal Alemi’nden Acılar’la Dolu Gerçek Yaşam’a dönecek miyiz ki diye düşünüyorduk. Onunla ilişki kurmanın birinci Zorluğu buradaydı.

         Bu Basamağı aşanlar artık şöyle bir İnsan’la karşı karşıya kalıyorlardı: Derin bir Anlama-Kavrama Gücü, Kafalar’a nakşedercesine Anlatım Tekniği, Düşüncesi uğruna Hayat’ını düzenleyen, Yaşam’ının bir Anını dahi Boşa geçirmeyen bu Yapı, taa İlikler’ine kadar işlemiş Allah Korkusu’yla birleşince, Hırçın ama ne yaptığını bilen bir Kişilik oluşuyordu. Nasıl Dar, Vucudumuzu sıkan bir Elbise giyince Ruh’umuz daralır, Elbise’yi yırtıp kurtulmak isteriz, işte öylece ona da bu Dünya dar geliyordu. İnsanlar’ın Anlayışsızlığı, Hayal Dünyası’ndan Gerçek Dünya’ya bir türlü inmemeleri onu sıkıyor ve bu Durum Karşısında yaptıklarının anlaşılmaması onu hırçınlaştırıyordu. O'nun bu Yapısını kavrayabildiğiniz zaman karşınızda İnsancıl, Alçak Gönüllü, Yumuşak Huylu bir İnsan görürdünüz.

         İlişkimiz Yıllarca sürdü. Bu Süreçte yavaş yavaş Hayal Dünyası’ndan Gerçek Dünya’ya doğru indim. Bir Gün bir Görüşmemizde yaşadığımız yerlerde neler yaptığımızı sormuştu. Bende bir çoğumuzun yaptığı gibi oralarda beraber çalışabilecek İnsanlar yok, kendi kendimizi yetiştirmekten başka birşey yapmıyoruz demiştim. "İslam İnsan’ın içine düşmüş bir Kor gibidir. İçine Kor düşmüş İnsan yerinde Atıl kalamaz. O İnsan varsa herkes vardır, yoksa kimse yoktur. "demişti.

[37]       Dışardaki Değişimler’i görmek istedim. Mustafa Antalya'lı ile şöyle uzunca bir Halı Satış Turu düzenledik. Gezip dolaştıktan sonra vardığım Durum Berbat’tı. Başbakan Turgut Özal'ın uyguladığı Liberalleşme ve Ekonomik Politikalar, tüm İnananlar’ı Altüst etmişti. Kimi Fikri Açı’dan liberalleşmiş, kimi de Enflasyonlar Karşısında yapacağını şaşırmıştı. Hayat’ın Ekonomik Bedeli Sürekli artmış, İnsanlar İnançlar’ından Taviz vermeye başlamışlar, Aktivitelerini kaybetmişlerdi. Yeni Din Sıkıntılar’ın ve Sıkışıklıklar’ın İslamileştirilmesiydi.

         Kim ne derse desin T.Özal, Türkiye'deki İslami gGelişmeler’in önünü en İyi şekilde tıkamış ve kendine göre Qur'an'dan kaynaklanan İslami Anlayışları, Liberalleştirme Çabası vermiştir. Bunda da Başarı kazanmıştır. Artık o Gün ve bu Gün, Hayat Bedelini ödemek için, Can Derdine düşmüş Müslüman, İslam Derdine düşmüş Müslüman’dan daha çok hale gelmiştir.

         Cezaevi’nden çıktıktan sonra Ercüment Özkan ile Değişik Zamanlar’da bir kaç defa görüştük. Görüşmelerimiz’de eskiden tanıdığım Ercüment Özkan’ın  aynı Şekilde olmadığını gördüm. Onda da bazı Değişiklikler olmuştu. Gerçi Genel Çizgi olarak Aynı’ydı ama, bazı Konular’da çok Farklı Yapılanma’ya Sahip olmuştu. Diğer taraftan, Gezi Turları’nda Toplum’dan edindiğimiz İntibalar da pek Olumlu değildi. Ercüment Özkan ile yakınlığım, İktibas'ta Yazı yazmış ve bu nedenle Cezaevi’ne girmiş olmam nedeniyle Toplum’dan gelen Ercüment Özkan Sorgulamalarının Hedef’i olmaktaydım. Elbette ben Ercüment Özkan değildim. Ancak Sorgulama yapanlar bunu bir Türlü kavramak istemiyorlardı. Gezi Sırası’nda Ankara İzlenimlerim de pek Olumlu geçmemişti. Hemen hemen Bütün Tanıdıklarım şöyle veya böyle Ercüment Özkan’ı sorguluyorlardı.

         Cezaevi’nden dışarı çıkar çıkmaz bu tür Şeyler’le karşılaşmam beni üzdü. Olaylar’ı daha İyi kavramak ve Zaman içinde olacakları gözlemek Amac’ıyla, biraz uzakta kalmayı kendime Uygun gördüm. Bu sıralar Ercüment Özkan ısrarla İktibas'ta Tekrar yazmamı istiyordu. Ama ben pek yanaşmıyordum. Toplum’daki bazı Kesimler de, Arkadaşlar da bekliyorlardı ama, ben Bekleme’yi daha Uygun görüyordum. Zaman zaman, Konuşmalar’ımda Dil’e getirdiğim Nedenler şöyleydi:

         1.Qur'an’daki İslam’ı öğrendikçe Parti ve Partiler, Fırka ve Fırkalar, Cemaat ve Cemaatlar, Tarikat ve Tarikatlar dışında durmayı hedeflemiştik. Ercüment Özkan ile tanıştığımız da, O da Aynı Düşünce’de idi. Hatta bu tür Eğilimler’in Qur'an ve Sünnet Açısından Sakıncalı olduğunu vurgulayıp duruyorduk. Bu Düşünceler’imizle , nice Fırkalı, Cemaatli, Tarikatlı Arkadaş’ımızı Karşımıza almıştık. Bütün Savunmamız ve Söylemimiz Qur'an ve Sünnet Çerçevesindeki İslam'ı anlamak ve kavramak ve yaşamak Kavga’sından İbaret olduğuydu. Gel gör ki Ercüment Özkan Parti Kurma Çalışmalar’ına başlamıştı. Hem de hangi Arkadaş’ıyla konuştu ise, karşı çıkmasına karşın. Ben ve Isparta'daki Arkadaşlarımız da Karşı çıkıyorduk. Gerçi sonradan bazı Arkadaşlarımız, tam Hayır demeseler de, Ses de çıkarmadılar ama, ben kendi Ad’ıma İlkeli olmak Gereğine inanmaktaydım.

         2.İktibas'ın 1.Cild’inde bulunan, "İtikat’ta ve Amel’de Usuli Hükümler" Başlıklı Yazı, Görüşlerimizin ve İslami Kültürümüzün oturmasında Temel Teşkil etmesine karşın, Ercüment Özkan bu Yazı İçeriğindeki Görüşler’ini değiştirmişti. Özel Tartışma’mızda, Sorular’ına Yeterli Cevap vermeyerek "Benim Fikir Değiştirme Hakkım yok Arkadaş" diyerek Olay’ı kapatmıştı. Ancak benim Kafa’mda Olay kapanmadı. Görüş Ayrılığımızsa şu Şekil’deydi:

         a."İnanmak ve Yaşamak’da İtikad’ın Temel Kaynakları olarak sadece Qur'an'ı gösteriyordu. Qur'an'dan başka hiç bir Kaynağın İslam'ın İnanç Kaynağı olamayacağını söylemekteydi. Rasul’un Hadislerinin, Türü ne olursa olsun, İnanç Konusunda Kaynak olamayacağını İfade ediyordu. Son Vardığı Görüş’ün bu olduğunu Beyan ederek, Olay’ı kendi açısından Kapatma Yoluna gidiyordu.

         b.Benim Görüşüm İtikat’ta Mütevatir Haberler’den Anlamları Kesin, Açık ve Net olanların da Kaynak olacağı idi. Gerek bu Yazı’dan gerekse Ercüment Özkan’dan defalarca bu Konu’yu dinleyerek, Aqlımız, Mantığımız buna yatmış ve Görüşlerimiz buna göre oturmuştu. Şimdi durup dururken, Ercüment Özkan Fikir değiştirdi diye, bizim de değiştirmemiz gerekmezdi. Zira, biz Taklitçi değildik ve zaten, Taklitçi olmamayı Ercüment Özkan’ın Öğretiler’iyle Görüşlerimizde kesinleştirmiştik. Ercüment Özkan’ın  ulaştığı Yeni Fikre inanabilmemiz için de, önceden olduğu gibi, Aqlımız, Mantığımız yatmalıydı, ama yatmadı. Cezaevi’nden çıktıktan sonra bu Pürüz aramızda kaldı ve bu Konu benim için Önemli Konular’dan biriydi.

         3.Tanıştığımız Yıllar’da bizzat kendinden, İktibas'taki Yazılar’ından, Güzel bir Dustur, Güzel bir Öğreti öğrenmiştik: "Önemli olan Yanlışlar’la uğraşmak değil, Doğrular’ı öğretmektir. Doğrular’ı öğrenen Kişi, zaten Yanlışlar’ı kendiliğinden çözecektir. Yanlışlar’ı öğretmeye uğraşmak boş yere Zaman harcamak ve Boş İş’le İştigal etmektir. Çünkü; Yanlış Yanlış’tır ve alabildiğince çoktur. Doğru ise bir Tane’dir ve ı da Qur'an ve Sünnet'i öğretmek Tebliğ’in Temelidir."

         "Düşünün Matematik Hocası, Proplem’in Doğru Çözüm Yolları’nı değil de Bütün Yanlış Çözümleri Öğretme Yol’una giderse, fakat Doğru Çözüm Yol’unu öğretmese ne kadar Yanlış İş yapmış olur. Bu nedenle Yanlışlar’la uğraşmayalım. İnsanlar’a Doğrular’ı öğretelim. İnsanlar Doğrular’ı öğrendikçe, Yanlışlar’dan kendileri uzaklaşacaklardır."

         Bu Sözler bizler için Güzel bir Dustur olmuştu. Hatta Zaman zaman bu Sözler’e Aykırı Davranışlar sergilediğimizde, bizleri uyarır ve Samimiyet’ine dayanarak kızardı. 85ler’e kadar bu durum böyle geçti. 85ler’de, Tarikat Karşıtlığı Yazılar’la başlayan, Nurcu Karşıtlığı Yazılar’la Devam eden İktibas Sayfaları, hiç de başta konulmuş Metodik Dusturlar’a uymuyordu. Adeta İktibas Sayfaları, Tarikatçılar’a, Nurcular’a Savaş açan Yazılar’la dolup taşmıştı. Başta konulmuş Dusturlar’ın Doğruluğuna inanan benim gibi bir çok Arkadaş, bu Durum’dan Hayli Rahatsız oluyordu. Bu Durum kendisine defalarca anlatıldı. Bırakalım bu tür Şeyler’i İktibas'ın okunduğu, sevildiği, çok Şey öğrenildiği Eski Politika’ya dönelim denildi. Ama Ercüment Özkan kendine göre kurduğu Mantıq’la, söylenenlere adeta Kulaklarını tıkadı. Dergi’nin hepimizin olduğunu vurgulayıp, Sahip çıkmamız gerektiğini söyleyip durduğu halde, Politikalar’ından Rahatsızlığımızı içeren Konuşmalar’ımız çoğaldığı zaman "Dergi’nin Sahibinin kendisi olduğunu, Yazılar’ının Sorumluluğunun kendisine ait olduğunu, inandığı Doğrultu’da Dergisini çıkaracağını" söyleyip Konu’yu noktalıyordu. Noktalıyordu ama, Rahatsız olanları da, ister istemez kendinden uzaklaştırıyordu. Nitekim bu tür Soğumalar gittikçe çoğaldı. Beraber başladığı bir çok Yakın Arkadaşı, Uzak durmayı kendine Prensip edindi benim gibi. Çünkü; bizim Derdimiz İktibas değil İslam’dı. Bu nedenle, herhangi bir İslami Sohbet’te, Dergi’deki Politikalar’a İtirazları, Dergi’deki yazılan Yazılar’a İtirazlar’ı karşılamak, cevaplamak Zorunda da değildik. Hele inanmadığımız Politika ve İçerikle Dolu ise. Gelişmeler Sonucu, kendi İnançlarımızı, İçeriklerimizi, Politikalarımızı, Ercüment Özkan’ dan  Ayrı tutmayı Uygun görmek Zorunda kaldık.

         4.Bizler İlk İslami Gelişmeler’imizi, Büyük Topluluklar’a hitaben, Kalabalıklar’a karşı Söylenimlerimizi söyleyen, hatta öyle ki, Kalabalıklar çoğaldıkça coşan gürleyen, Kalabalıklar olmasa susan, kendi içine kapanan Psikolojik Gelişmeler içindeki İslami Çalışmalar’la sağladık. Bunların Rahatsızlığına da gördük. Sonra Ercüment Özkan’ ın göstermesi, Qur'an ve Sünnet'ten öğrenerek desdeklediğimiz Bilgiler’imizle, tek Kişi kalsak bile, inandığımız İslam'ı yüklenmek, İleriler’e kadar götürmek Bilinc’ine, İnsanlar’a bire bir İslam'ı ulaştırmanın daha Tutarlı  olduğuna inandık. Bu Metod’u uygulayarak bir Hayli de Yol kat ettik. Ancak Yıllar geçtikçe, Ercüment Özkan Tutarsız gördüğü Tebliğ Faaliyeti’ne doğru dönmeye başladı. İstekleri, Arzuları ve Çalışma Temposu bu Yön’e doğru Hızla kaymaya başlamıştı. İçinden çıkıp geldiğimiz ve Yanlışlığını Yıllar içinde gördüğümüz bu Yol’un terkedilmesi gerektiğine inanmış olarak, elbette bu Durum’u onaylamız Mümkün değildi. O nedenle; Ercüment Özkan'dan bu Yön’de gelen İstekleri hep Olumsuz karşıladık. Tartışma Noktasına varan bu tür Konular da, elbette Farklı Düşünceleri ortaya koyduğu gibi, İnsanlar’ın birbirinden uzaklaşmasını ortaya çıkarıyordu.  

         Artık aramızdaki İlişkiler Sıcak olmadı. Gerçi hiç bir Zaman Dostluğumuzu, Arkadaşlığımızı unutmadık. Hep hatırladık, hep aradık birbirimizi ama, kendi Açımızdan Uzak ve Resmi olmayı daha Uygun bulduk.

         Artısı Eksisiyle yaşadığı Hayat’a Damgasını vurdu. Gençliğinden beri Yoğun bir Çalışma Temposu yaşamış bir çok İnsan’a göre, çok fazla Riskli Hayat’ı olmuştu. Ertafındaki İnsanlar ( ben dahil) hep O'nun gerisinde kalıyorduk. Bu Durum O'nu, hep veren ve hep önde yürümek Zorunda kalıyordu. Kendini dinlemek, dinlenmek için adeta Zamanı yoktu.  Yorgunluğu tanımak, dinlenmeyi tatmak istemiyordu. Ama Vucud’un Takadı da vardı tabi. Bazen tak deyip duruyordu. Etrafındaki Atalat’e Haklı olarak kızıyordu. Bazen kızması Aşırı’ya kaçıyor ve etrafındaki İnsanlar’ı Kırma Noktasına ulaşıyordu. Kendince anlaşılan, artık anlaşılması Basit hale gelen Konuları, anlattığı zaman, anlamayanlara, çokça Tekrar etme Zorunda kaldığı Zamanlar’da hala anlamadıklarında Kızma Zaaf’ını gösteriyordu. Bazen kendi Kapasitesi ile karşısındaki İnsanlar’ın Kapasitesini ayırmayı unutuveriyordu. Kendisine olan Güven’i, bir çok Şey’i kendi kendine başarmış olmanın Tecrübeleri ile her İş’i en İyi şekilde kendisinin halledebileceğine inanıyordu. Bu nedenle her İş’in peşinden kendisi koşuyordu. İşler çoğaldıkça olması gereken Ekip  Çalışmasına bir Türlü Adapte olamamıştı. Profesyonel İdarecilik olarak tanımlayabileceğimiz, Görevlendirme ve Yönetmeyi bir Türlü  Hayat’ına uygulayamamıştı.

         Örneğin İktibas'ta adeta Postacı, Baskıcı, Dizgici, Derleyici, Muhasebeci, Ayakçı velhasıl Dergi’nin tüm İşlerini sırtlanmış yürütüyordu.  Başkalarının yapacağının Eksik olacağı İnancı ile Sürekli Güvensizlik taşıyordu. Belli bir Politika çizip, Politikalar Doğrultusunda Görevlendirmeler yapıp İşler’i yürütecek kendine Zaman ayırarak daha İyi İşler için koşturamıyordu.

         Temizliği, Kılığı, Kıyafeti, Konuşma Mantığı ve Kültür’üyle, Nezaket’i ve Medeni Cesaret’iyle Harikuladeydi. Karşısndaki İnsan’ı etkilemek Onda bilinsizce kendiliğinden olan bir şey’di. O'na karşı olanlar bile, O'nunla karşı karşıya gelmeye Cesaret edemiyorlardı.

         Muhakeme Yürütmesi Harika’ydı. Mantıksız İnsanlar’dan hiç hoşlanmazdı. Örneklemeleri anlatırken uyguladığı Canlı Rollendirmeler Olağanüstü’ydü.

         Sosyal Yönü Aktif ve çok Geniş’ti. Toplum’un her Seviye’sinden İnsan’la konuşmasını bilirdi. Kültür’ünü, İnançlar’ını Toplum’un her kesimine rahatça anlatabilirdi. Vefakarlığı çok Büyük’tü. Dostlar’ı aramadığı zaman Mutlaka kendisi arardı. Okuyucu’yla Diyaloğunu çok Sürekli Tutar’dı. Konu Gereği Okuyucusuna Sayfalar’ca Açıklama gönderebilirdi.

         İnsan olarak Alçakgönüllü, Hoş Sohbet’ti. Her Türlü Yere Adapte olmakta Güçlük çekmezdi. Zengin bir Salon’da, Fakir bir Oda’da Rahat edebilirdi. Kısaca; içinde yaşadığı Halq’ın Refah Seviyesi’nden etkilenmez, her Kesim’de Sıkıntı’ya düşmeden saatlerce, günlerce durabilirdi.

         O Yeri Zor doldurulabilecek biri olarak, yaşadığımız Ülke’nin, yaşadığımız Tarih’ine Damga’sını vurdu gitti.

[38]       Parti kurmak istiyordu. Fakir’i Adam yerine koydu, İstişare’ye Davet etti. Davet’ine İcabet ettik. "Biz zaten Kamu Hakları’ndan Mahrum Kişileriz, bizimle ne Parti kurulur ne de Turşu. Bizimle olsa olsa Dağlar’a gidilir, Çadır kurulur" dedik. Bu kadarla da kalmadık. Refah dururken böyle bir Teşebbüs’ün Yanlış olacağına Dikkati çektik. Güzel konuşurdu. Tatlı Sert konuşurdu. Delil’li konuşmayı sever ve başarırdı. Ne kadar anlattıysa da, bizden kendisine Desdek alamayacağını anlamanın Hüsran’ını içine gömmek Zorunda kaldı. Ayrıldık.

         Derken, Kelevizyon kanalı kurmak istedi. Bir Telefon, iki Telefon yetmedi ta İstanbul'a çıkageldi. İlla, Ankara'ya Nakli Mekan eylememi ve bu Televizyon işinde kendisine Yardımcı olmamı istedi. "Be Birader.." Deyişi hala Kulaklarımda, "..Mapus Damından çıktın, İşsiz’sin. El’inden tutan mı var? Gel şuradan Çoluk Çocuğunun Nafakasını çıkar, diyen mi var? Avare oldun bu İstanbul'da.. Sana İş ise işte İş Teklif ediyorum. Ev’ini barkını Bugün tutup, olduğu gibi Ankara’ya taşıyalım. Be Adam, Allah için çalışacak mısın, yoksa böyle Köşene çekilip kös kös oturacak mısın?" dedi.

         Kem küm ettim. Papuç bırakmazdı kem kümlere, üstüme üstüme, Nasır’ıma basa basa geldi. Bunaltacak ve bana "He.." dedirtecekti. Gerçekten bunalmıştım ama, ne demek yerine pattadak "Abi, biz geçinemeyiz.." deyiverdim.

         "Neden geçinemez mişiz? İşte Qur'an, işte Sünnet" diye Hışımla Kaşlarını çattı.

         Ne kadar severdi her ne olursa olsun Mesele’yi Qur'an ve Sünnet'e Havale etmeyi..Ahlaq’ının en Keskin yanı haline gelmişti bu Uslub. Gıpta etmemek imkansız’dı. Ben yine de;

         "Abi, seninle benzer Mizaçlı’yız. Deli dolu Adam’ız. Çalışmalarımız Zor olur. Hele ki, Mapus Dam’ından hayli Yorgun çıktım. Koş, dersin koşamam. Otur dersin bakarsın kalkmış koşuyorum. Buradan, Güc’üm yettiğince Katkı’da  bulunayım fakat, Sen, beni bu İş’ten Halas et" dedim. Kızdı, "Yazıklar olsun" deyip çıktı.

         Kapı’ya kadar uğurladım. Selam verip gidecek "Sana Beddua etmeye Dil’im varmıyor. Varsaydı, güvendiğin Dağlar’da sürün, derdim. Dememe ne Hacet, O güvendiğin Dağlar seni süründürecek" dedi.

         Bir daha görüşemedik. Baht’ımızda ardı sıra yazmak varmış. Övgüler düzemem.. O şöyleydi, o böyleydi.. diyemem. Sağlığında yapmam gereken yapmadığıma şimdi yeltenmekten Utanç duyarım.

         .. Hakkında  demediğimizi bırakmadık. Ne Deliliğini bıraktık, ne Mezhepsizliğini. Ne Aşırılığını koyduk, ne Ajanlığını. Oysa o, bizden Farklı da düşünse; Allah Yolu’nun Yangın Neferler’inden biriydi. Dil’inin Kemiği yoktu; Sert’ti, Nefisler’imize giran gelse de, bildiğini bağıra çağıra yazar ve söylerdi.

         Belki de Sebep o söyledikleri giran gelen Nefs’imizdi. Yoksa Rahmetli’yle yüzyüze gelip de, O'nun Delil’li Konuşması karşısında Düşünceler’ine daha Sağlam Dayanaklar bulup oturtabilenlere pek rastlamadım. Çünkü varı yoğu Qur'an'dı.

         Sünnet Düşmanı derlerdi ama, hayır, sonraki varı yoğu Sünnet'ti.

[39]        Bu Son Sefer’indede ona Muhalefet ettim. Çünkü Ercüment Bey'in Kişiliği  ile hiçbir Tutarlı Boyutu yoktu. Ama ve varki Mukteseb Kültür’ünde "Kitleselleşme’den sonra Siyasileşme ve Devletleşme geliyordu. Sonuçta Parti kurma Teşebbüsü de gerçekleşmedi. Bu da Sağlığını bozdu.

         Ardından TV  Kurma İş’i  başladı yine yakınında bulunanlar bırakınız caydırmayı bilakis Desdek oldular. Oysa Olay’ın hiçbir Alt Yapısı yoktu, Hayali Rakamlar, Hayali Proğramlar ve Hayali Seyirci’den oluşan Teşebbüs.

[40]       Gonca Kuriş:’O İsmi ilk defa 1988’da bir Arkadaş’tan duymuştum. O zamanlarda ben Nakşibendi Tarikatı’na girmiş, İslam olduğumu zannetmiştim. Arkadaşım ise gittiğim Yol’un Yanlış olduğunu söyleyip bana İktibas’ı vermişti. Dergi’yi okuduğumda Şoke oldum. Bu nasıl bir Dergi? Herşeyi reddediyor sadece Allah diyordu. Tasavvuf’un olmadığını  Şeyhler’den Yardım istenmeyeceğini, Kabir Azabı’nın olmadığını, Ay’ın yarılmadığını, Peygamber'in Qur'an'dan başka bir Mucizesi olmadığını söylüyordu. Allak bullah olmuştum. Bu Adam delirmiş, dedim ve Dergiler’i İade  ettim ama içim Rahat değildi. Beni Araştırmaya itmişti. Qur'an'ı okudukça bu İnsan’ın Doğru söylediğini gördüm.

         Evet artık bem de İktibas’ı okumaya başlamıştım. Bu Güzel İnsan, aslında Bataklık’ta olan fakat İslam olduğunu zanneden bir çok İnsan’ı değiştirmişti. O sanki bir Buldozer’di.

         O Güzel İnsan’ı tanımayı Allah bana 1994’da Nasip etti. Ankara'da okuyan bir Arkadaş: "Ercüment Özkan Mersin'de 4 Günlük bir Kamp düzenliyor, Yardımcı olabilir misin, dedi. Ben hemen Kabul edip yeri ayarladım ve kendisine Telefon’la bildirdim. Telefon’daki Ses ne kadar Babacan ve Sevgi doluydu. 28.11.1994 de Eş’iyle beraber Mersin'e geldiler. Hep beraber kalacakları yere doğru giderken Yol’da iki kez Qalbi sıkıştı. Araba’yı Sağa çekip uzandı, tekrar Yol’a koyuldu. Kararlı’ydı yapacak çok İş’i vardı, yılmıyordu.

         Çok Güzel bir Kamp Süreci geçirdik, çok Güzel İnsanlar’la tanıştık. Bana şöyle demişti: Hz.Ömer'in Dönem’inde Pazar İşini teftişleyen bir Kadın var, Erkekler’e bağırıyor çağırıyor. Deve’ni şöyle çek, diye. Sen aynı o Kadın’a benziyorsun, sen Dağlar’da açan bir Gonca’sın." Mukaddes Abla'ya dönüp " Ayağıma göre bir Ayakkabı buldum Mukaddes" demişti. Artık sık sık Telefon’la görüşüyor, Kamplar’a Davet ediyordu beni de. Yaz Dönemi’nde Bursa'da bir Hafta Ailece Kamp’a gittik. Hep beraberce oturuyor, Yemek yiyor konuşuyorduk. Ne Güzel bir Ortamdı. Orada Kış Dönemi Kampını Mersin'de yapmak üzere Karar aldık. Nerede bilebilirdim Adana'da Veda edebileceğini.. Engellenmemize rağmen Kadın Erkek Cenaze Namazını kıldık.  Ercüment ağabey seni asla unutmayacağız daha çok Tabular yıkacağız."

[41]       "Onu Ev’inde Davetli olduğum Akşam Yemeği’nde tanımıştım. Bu buluşma Fazla Uzun sürmedi. Çünkü acilen bir başka Toplantı’ya katılmam gerekiyordu. Onunla bir daha görüşemedim. Bir Yıl sonra da onun öldüğüne dair Meşum Haberi aldım. Sadece bir Görüşmelik Oturum sonrasında onun hakkında Sağlıklı bir Kanaat belirtmem benim için Yanlış olur. Fakat bu Kısacık zaman Zarfında, Ülke’nizde İslam'a ilgi duyan ve bu İşler’in içinde olan pek çok Kişi’yle olduğu gibi onunla da bazı Fikir Teatiler’inde bulundum. ve burada onun bazı Gözlemlerine katıldığımı ifade edebilirim. Örneğim Modern Zamanlar’da Müslümanlar’ın İslam’ı bozup hakkıyla Temsil edemedikleri Konusundaki Düşüncesi bunlardan biridir. Bu Düşünce’sine Bütünüyle katılıyorum. Öyle ki bu Dönem’de Gerçek İslam’ı, Sis Perdelerini yırtıp da hakkıyla görebilmek zorlaşmıştır. Zira bu Dönem’de Müslümanlar İslam’ı şahsileştirdiler veya modernleştirdiler.  ya da millileştirdiler.

         Özkan ayrıca Ülke’deki Demokratik Laik Sistemi değiştirmek için Şiddet ve Terör Taktiklerine İhtiyaç olmadığınına inanmaktadır. Ben bu Konu’da da O'nunla aynı Kanaat’i paylaşıyorum. Zira Yayın Alanı’nda Düşünce Özgürlüğü Ülke’nizde pek Baskı’ya Maruz kalmamıştır, öyle ki Dünya’da Farklı Kesimler’den pek çok Yazar’ın da İfade ettiği gibi Türkiye'de Yayın Alanı’ndaki Serbestliğin Devam ettiği söylenebilir. Serbest Yayıncılık ise, ister istemez Düşünce Üretim’ine neden olacaktır. İslami Bilinc’in oluşması için ise zaten İslami Düşünce gerekir. Rahmetli Özkan ve diğer Tüm Guruplar bu işin peşindedirler. Bu yüzden İslami Düşünce ve Görüş Beyanına Baskı uygulanmadığı zaman, Şiddet’e Başvurma’nın Gereği yoktur. İslami Guruplar’ın herbiri az veya çok İslam Davası’na katkıda bulunuyorlar. Ümidim odur ki İslami Guruplar birgün ortak Hedefler’de bir araya geleceklerdir. Yine Ümidim odur ki, Türkiye'den İslam Dünyası’nını  Çepeçevre kuşatacak İslam Devrimi’ne Zemin hazırlayacak Büyük Düşünürleri çıkaracaktır."

[42]       23.Ocak 1995. sa.16.30 sularında işyerindeyken telefonun çaldı, arayan idi. Cep Telefon’umdan, Adana'ya Yarım Saat Mesafe’den, Yol’dan arıyordu. Eş’iyle Birlikte geldiğini, bir gece Adana' da kalıp Antakya'ya konferansa gideceğini, dönüşte Mersin'de seminere katılıp tekrar Adana'ya döneceğini söylüyordu.

         Onları kararlaştırdığımız belli bir noktada Eş’im karşılayıp Ev’e getirdi. Ben daha sonra Ev’e gittim. Hasretle kucaklaştık, her zamanki gibi Güzel Giyimli idi. Kıyafet’indeki Uyum, Konuşma’sındaki Kibarlık Zerafet her zaman beni etkilemişti. Kısa bir Sohbet’ten sonra Yemeğe geçtik. Uzun süren Sofra Muhabbet’inde Yemek Yapımından, Sofra Düzenine, Siyaset’ten Ticaret’e bir çok Konu’da konuşuldu. Dikkat’imi çeken şu oldu, Basit, Önemsiz addedilen bir çok Konu’da Derin bir Bilgisi vardı.

         Adana'ya gelmeden Kısa bir Süre önce beni aramış, bir miktar Eski İktibas olduğunu, bunlardan bana da gönderip Tanıtım için dağıtmamı istemişti. Belki birkaç Kişi’ye Yararı olur, demişti. Birkaç Gün sonra İşyeri’min önünde bir Kamyon durdu, Nakliyat Ambarından gelen Görevli, Ankara'dan Ad’ıma gönderilen Çuvalları koyacakları bir yer göstermemi istemişti. Mağaza’daki Uygun bir Bölüm’ü, gösterdiğimde bana gülüp buraya ancak birkaç Tanesi sığar, Toplam 18 Çuval deyince donakalmış, bir yere koymuştuk. Sonra bunları 12 Kişi saatlerce çalışıp Tasnif edip, düzenlemiş, üzerlerini "Tanıtım için" Kaşe’siyle dağıtmaya başlamıştık. Bunları Ercüment ağabeye anlattığımda Mahcubiyet’le Karışık uzun uzun güldü. Dergi’deki Arkadaşlar size olan Muhabbet’imi bildiklerinden olacak bu kadar çok göndermişler diyerek Özür diledi.

         Sabah Antalya'ya geçeceklerdi,  eğer Mahsuru yoksa Arkadaşlar’a geldiğini Haber vermek istediğimi söyledim, o da böyle bir Teklif’i bekliyorcasına hemen Kabul etti. Telefon’la ulaşabildiğim Arkadaşlar Derhal Büyük bir Memnuniyet’le geldiler. Kısa Süre’de Ev dolmuştu. Bu arada o Gün Afyon'dan gelmiş olan Ramazan Yelken ve İstanbul'dan gelmiş olan Ali Kısa da  geldiler.

         Her giren kişi için Ayağa kalkıp gelen Arkadaş’a sarılıyor Hatır’ını soruyordu. Gelenlerin bir ikisi Hariç hepsini yakından tanıyordu. O Gün ilk kez bizim Sohbet’imize katılan Genç bir Müslüman Ercüment Ağabey'e birçok Konu’da Sorular sordu. Belli ki ona karşı Önyargılı’ydı. Tasavvuf’tan Parti’ye, F. Gülen'in o Günler’de yayınlanmakta olan Röportaj’ından Başörtüsü’nün Hükmüne, İslamizasyon’dan Sünnet’e kadar birçok Soru’ya Karşılık adeta Hayat’ının, Mücadelesinin de Özet’i olabilecek bir Tarz’da Qur'an'ı Referans alarak cevapladı. Genç duygulanmış, Özür dilemişti. Daha önce de Adana'da böyle Özür dileyenler olmuştu. Onun hakkında Ağza alınmayacak Çirkinlik’te Dedikodular yaymışlardı.

         Daha önce İktibas’ta yayınladığı Kitaplar’ı Tavsiye etti. Bir defa ona sormuştum. "Neden bu kadar Sert eleştiriyorsun?"  Hiçbisi ile Şahsi Alışverişi yoktu.

         Sabah 01 de Arkadaşlar İzin isteyip gittiler. Ailece bir Saat kadar başbaşa oturduk. İktibas’ın Geleceğinden, Atılımlar’ından, Yeni Çalışmalar’ından bahsetti.

         Eş’im Odaları hazırlamıştı. Her zamanki Kibarlığıyla "Size Zahmet verdik, lutfen şuracıkta yatalım dedi. Eş’imin Özenle hazırladığı Oda’yı görünce Kakkınız nasıl öderiz, deyince ben Mukabelede bulundum.

         Sabah Namazı’ndan sonra Ev’den ayrılıp, Gazeteleri Kahvaltılıkları ve sevdiklerini bildiğim Pideler’i alıp Ev’e bırakıp İşyeri’ne gitmiştim. Kahvaltı’dan sonra benim İşyeri’me geleceklerdi. Antakya' ya giderken Eski İktibaslar’ı yükleyecektik.

         Telefon Farklı geldi. Akşam Namaz kılınan, Sohbet edilen Oda’da boylu boyuna yatıyordu. Oturduğmuz Apartman’daki üç Doktor’un hiçbiri yoktu. Özel Hastane’den gelen Ambulans’la Hastane’ye götürdük. Yakın Dostum Doktor’um yaptıkları Nafile’ydi, yığılmıştım. Eller’i Ellerimde usulca "İnnalillah" Ayeti çıkmıştı Ağzımdam. Eş’ime ve Mukadder hanıma dışarda aynı Ayet’i söyledim.

         Mahalli Barış Radyosu’na Haber verdim, Yayın’ı keserek Qur'an okudular. Ankara'ya İktibas’a bildirdim. Antakya'dan gelenler Şoke olmuştular. Tabut’u Hastane Morg’undan Tekbirler’le alıp Cenaze’yi taşıyacak Araba’ya yerleştirdik. Akşam Ankara Gölbaşı’nda karşılandık.

[43]       S.Aslantaş: ‘Ankara'da Yerel bir Radyo’da Konuşma’m vardı, galiba biraz da uzadı, İşyeri’me döndüğümde Oğlum Mahmut Said Titrek bir Ses’le "Baba, Ercüment Amcam rahatsızlanmış" dedi. "Oğlum yoksa Ciddi birşey mi var" diye sorduğum da Mahmud'un Sessizliği Herşeyi açıklıyordu. Ve 25 Yıllık Kesintisiz bir Dostluk bu Dünya Hayatı için noktalanıyordu. Evet Kesintisiz bir Dostluk ama yer yer Kırgınlıklar’ın yaşanmadığı değil.

         Hey gidi 25 Yıl, neler sığdırdık o Çeyrek Asr’a ve belki de daha neler sığdırabilirdik. Takdir bu, Rıza göstececeğiz.

         Ercüment ağabey’le olan İlişkiler’imizin Aqıdevi, Fikri, Siyasi Boyutu bir yana, ama bir Cümle’yle özetemek gerekirse O'nunla olan İlişkilerimiz’de Karşılıklı olarak Sevinç ve Kederlerimize İştirakte Kusur etmedik. Her ikimizde mutlaka Keder ve Sevinçlerimizi paylaşırdık.           Dostluğumuz birbirlerimizin Doğruları ile birlikte Yanlışlarımızı da onaylamaktan geçmiyordu. Elbette Beşer olarak O'nun da benim de Yanlışlarımız oluyordu. Müştereken aldığımız İslami Kültür, Doğrularımızı Tasdik’e, Yanlışlar’ımızı Tenkıd’e götürüyordu bizleri. Zaman zaman Tenkıdlerimizin Dozajı artıyordu, 3.Şahıslar bunun bir Küskünlüğe dönüştüğünü başladıklarında birbirimizi arar, birlikte Yemeğe çıkmayı kararlaştırırdık. Yine bir defasında böyle bir Görüntü Hasıl olmuştı ve hatta 2000 e Doğru Dergisi "Ercüment Özkan ile Süleyman Arslantal ‘ın arası açıldı" diya yazmıştı. İşte  böyle bir zamanda yine Mutat Yemek yeme Eylemimizi gerçekleştirdik. Yemek’ten sonra da "Gel Süleyman şu Bulvar’da biraz gezelim, gezelim de aramızın Sıkı olduğunu görsünler" demişti.

         25 Yıllık Önemli bir Zaman Dilimi içerisinde çok Önemli Günler, Aylar, Yıllar geçirdik. Müştereken Yurt dışı bir Yığın Seyahatlerimiz oldu. Birbirimize bağırdığımız, güldüğümüz, ağladığımız Anlar yaşadık. Çok Sıkıntılı Anlarımızda dertleşmek için Dedikodu’dan Uzak Mahalleri seçmeye Özen gösterirdik.

         Biliyor musunuz, Ercüment ağabey’le ben en çok dertleşmemizi Mezarlık’ta yapardık. İkimizin de Gerekçesi belli idi; bizler Ölüler’e güveniyorduk, çünkü onların Ayyaşı, Münkiri, Mü'mini, Musini Dedikodu yapmıyorlardı. Mezar Dedikodu yapmayan İnsanlar’la Dolu’ydu çünkü. 

[44]       "Çarşamba Günü EÖ Bey'in Cenaze Namazı’ndaydık. O'nun Ölüm’ü ve çok Sayı’da Muhibbi’nin İştirak’iyle gerçekleşen Cenaze Merasimi bir çoğumuzu Ölüm Gerçeğini bir daha hatırlamamıza Vesile oldu.

         Makamı Cennet olsun. Düşünceler’i kadar İnsanlık Yanıyla da Temayuz etmiş biriydi. Her İnsan gibi O'nun da Hataları ve Zaafları vardı ama Sevabları ve Erdemleri daha Fazlaydı. Herşey bir yana Tevhid Düşüncesi’nin Toplum’da Doğru anlaşılması için çok Mücadele etmiş, kendisini bu Düşünce’nin anlaşılmasına adamış, son Yıllar’daki Rahatsızlığına rağmen.

         Ercüment Bey'in etrafında onu daha İyi anlayan ( sadece Düşüncelerini değil, Psikolojisini de) insanlar’ın Sayısı daha fazla olabilseydi, belki Hizmet’inin önündeki Engeller’in birçoğu daha Kolay aşılabilirdi. Türkiye'nin Önemli Fikir Merkezlerinden gelen ve sayıca azamsanmayacak, ama sayıdan daha da önemlisi, Düzeyli bir Topluluk tarafından Ebedi İstirahatgah’ına defnedildi."/ Beklenen Vakit

[45]       "Doğrusu ben de Ercüment Özkan anlatılanlara  bakarak son Derece Katı, Hoşgörü’den Yoksun, dediğim dedikçi bir Adam olarak Tahayyul ederdim. Tanıştıktan sonra belki Uslub’unun da Yol açtığı bu İzlenim’in aksine son derece Hoş Gönüllü, İstişare’ye Önem veren hatta tamamen Farklı düşündüğü Konular’da bile İstişare Sonucu alınan Kararlar’a uyan, Olgun bir İnsan’la karşılaştım. Kızdığı İnsanlar’a Düşünceler’inden çok Tavırları nedeniyle kızardı. Özellikle İslam İlkeleri’ni Feda etmek bahasına yapılan Uzlaşmalar ona göre İslam İlkeleri son derece Net’tir ve Kızgınlıkları da buna göredir. Ben her Büyük Ölüm’de farkettiğim bir Hatamı bir kere daha İdrak ettim. "Neden bu İnsanlar’ın Kıymetini Sağlıklarında bilmeliyiz."

[46]       "Sevgili Ercüment Ağabey, sizinle yan yana olduğumuz Saatler Sayılı’dır. Ama sanıyorum ki Gönül Gönüle olduğumuz zamanlar onlarla kıyaslanmayacak kadar çoktur. Yıllar önce sırf sizinle tanışmak için Ankara'ya gelmiş ve Dostluğunuzu kazanmış olmayı bir Onur, Uzun süredir görüşemiyorken Hayat’ınızın Son Günlerinde 2 Gün biraraya gelebilmiş olmamızı bir Şans olarak görüyorum. Beni Ev’inizde Konuk ettiğiniz Ziyaretim meğer bir Veda Ziyaretiymiş.

         Gerçi hep korkulan ve beklenen bir Şey’di bu. Qalp Krizleri Hayat’ınızın bir Parçası Haline gelmişti. Buna rağmen değme Sağlam Qalb’in dayanamayacağı bir Tempo’yla Çalışma’ya Devam ettiniz.

         Hiç unutmam, bir Gün Hikmet Zeyveli gelmişti. Çok Üzgün’dü. "Ercüment Bey için Dua edin, Yoğun bakımdaymış, Yakınlar’ıyla bile görüştürülmüyormuş" dedi. Eş’im Ailenize geçmiş olsun demek için aradı ve Küçük bir Şok geçirdi. Çünkü Telefon’u siz açmıştınız. Ertesi gün tekrar aradığımızda bizi Yeni bir Şok bekliyordu. Bu Sefer Telefon’u Eş’iniz açmıştı. Çünkü siz Sabah Ezan’ıyla birlikte  Soluğu Büronuzda almıştınız. Başka bir Sefer’inde, Qalbinizin kim bilir Kaçıncı Teklemesinden sonraydı, gene Eş’inizin Sesini bekleyerek Ev’inizi aradığımda, gene sizinle karşılaşmıştım. Konuşma’ya Mecal’iniz yoktu, her bir Kelime için zorlandığınız anlaşılıyordu. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi Zor zar  toparlayıp Geçmiş olsun Dileklerimi ilettiğimde bana "Hep böyle Hastalıklar’dan sonra mı görüşeceğiz? Dergi’ye de Yazı vermiyorsun" demiştiniz.

         Kendiniz de olduğunuz her Dakika Sorumluluklarınızı, İdeallerinizi, gerçekleşeceğine Yürek’ten inandığınız Hayallerinizi düşünürdünüz. Doktorlar’ın hiç bir Uyarısını dikkate almadınız, İstirahat  etmeniz gereken Dönemler’de Programınızı aksatmamak için o Diyar senin, bu diyar benim Geziler’e çıktınız. Küller’inden yeniden dirilen bir Efsane Kahramanı gibiydiniz. Çünkü inandığınız Şeyleri yapamadığınız sürece Yaşama’nın Anlam’ı yoktu sizin için. Oysa her bir Atak sizden bir Şeyler alıp götürüyordu.

         Bir Mum gibiydiniz. Etrafınızı aydınlatmak için yanan ve yandığı için eriyen bir Mum. Eğer başka Mumlar da olsaydı sizin tükenmeniz gecikecekti belki de. Ama Don Kişot kadar Yalnız’dınız. Büyük Çoğunluğun Yel Değirmenleriyle boğuştuğu bir Toplum’da, siz, Doğru Teşhisleri koyarak, Din Düşmanları’yla olduğu kadar Din’i içinden kemiren Kurtlar’la da savaştınız. Sizi Don Kişot duruma düşüren karşınızdakilerin Çokluğu karşısındaki Yalnızlığınızdı. Bir Deliler Dünyasında Aqıllı kaldığınız için Deli Muamelesi gördünüz.

         Biliyorum ki Dostlarınızın çoğuna olduğu gibi bana da Kırgın’dınız. Sizi yeterince arayıp sormadığım, Dergi’nize Yazı vermediğim , Parti ve Televizyon Çalışmalarınıza katılmadığım için. Bu Kırgınlık’la Vefat etmiş olmanız Kaybımızdan kaynaklanan Üzüntümü arttırıyor. Fakat şimdi hayıflanmanın Anlamı yok. Belki sadece Ders almak için anmakta Fayda var, Dostlar’ımızı Sevgi’yle yadetmek için Ölümler’ini beklememeliyiz.

         Şimdi, Vefat’ınızdan sonra, sizin için, sizi anladığını, aynı Dava’yı paylaştığını, sizi  Takip ettiğini, gittiğiniz Yol’dan gittiğini düşünen bir çok İnsan hakkınızda konuşacak, Övgüler düzecek, Yazılar yazacak. Hepsi sizin Yiğitliğinizden, Korkutsuzluğunuzdan, Bükülmez ve Tavizsiz Oluşunuzdan, Dobralığınızdan, Mertliğinizden, Delikanlılığınızdan bahsedecekler.

         Ama beni Gece’nin 4ünde, Bilgisayar Karşısına geçip Dergi’ye yetiştirilmek üzere sizin hakkınızda yazmaya zorlayan ne kadar Kahraman olduğunuzu tekrarlamak değil. Bunlar, sizi en Sert şekilde eleştirenlerin bile Kabul edecekleri Gerçekler. Benim Korkum sadece bu yanımızla anılmanızdır. Yaşadığımız ve yazdığınız sürece isteyerek veya Mecburen bu Yön’ünüzü Ön plana çıkardınız.

         Böyle de olmalıydı. Çünkü siz İnsanlar’ın Korkak yetiştirildiğini, sindirildiği bir Ortam’da, en Mustazaf İnsanlar’ın, Köylüler’in içinde doğdunuz ve onların çıkan Gür Sesi olmak için yaşadınız. İslamiyet’in sadece Qur'an'ı anlamadan okumak, Namaz kılıp, Fakirler’e iyilip etmekten İbaret olmadığını, hele Köşe’sine çekilip binlerce kere bir Kelime’yi tekrarlamak, Ölüler’den Medet ummak, kimsenin İş’ine karışmadan her denilene Boyun eğerek Zillet içinde Allah'a ulaşmayı  beklemek hiç olmadığını, Müslümanlığın İnsan’ın İç Dünyasıyla Sınırlı kalamayacağını Zulüm Karşısında Tepkisiz halan İnsan’ın tam bir Müslüman olamayacağını anlattınız.

         Bütün bunlar sizin Sert ve Yalın bir İnsan olarak tanınmanıza Yol açtı. Bu İmaj’ın Yanlışlığını anlatmayı bir Görev oalarak Kabul ediyorum. Böyle anılmanız hem size Karşı bir Haksızlık olacaktır; hem de Değişken Ortam’da, Tefrit’ten hızla İfrat’a geçen Toplum’umuzda artık bence vurgulamanın Yönü değişmelidir. Bugün ben Marmara Üniversitesi’nde, Dekanlık’tayken bir Olay oldu. Yüzleri Kan’la kaplanmış iki Genç Dekanlık Kapısını Tekme’yle açarak kendilerine Faşistler’in saldırdığını söylediler. Anlatıldığına göre Ramazan'da Yemekhane’de Yemek yiyenlerin üzerine saldırılmış. Bıçaklar, başka Kesici ve Delici Aletler kullanılmış, çatışmışlar. Yazı’yı yazarken Göz’ümün önünde o Gençler’in Kan’la kaplanmış Yüzleri var. Bir Şeyler dönüyor, bir Yerlere gidiyoruz ve bu Gidiş hiç de sizin Ümit ettiğiniz Yön’e değil. İnanıyorum ki Ömrünüz Vefa etseydi, bir Süre sonra siz de kaynayan Kazanı soğutmaya çalışacak, Kalem’inizi Gençleri İtidal’e Davet etmek, Aile Hayatı’nın Önem’ini, Namaz’ın, Zekat’ın, Fakirler’e ve Yetimler’e İyiliğin Din’in Temel Direkleri olduğu, daha çok düşünmek, daha çok okumak, daha az eylemek gerektiği gibi Konular’da yazmak için kullanacaktınız.

         Savunduğunuz bazı Fikirler’in Yanlış olduğuna hala inanıyorum. Örneğin Halife’nin Hayat boyu Görev’de kalmak üzere seçileceği, bir İslam Devleti’nde Bütün Kadınlar’ın İslami şekilde örtünmesi gerektiği vb. Çünkü bence bunların Qur’ani bir Desdeği yoktur ve belki sizinle daha çok Tartışma Fırsatı  bulabilseydik siz de Fikirlerinizi değiştirecektiniz. Ama  gerek sizi öven bir kısım Radikal, gerekse sizi Radikal bulan bir kısım İnsan hakkınızda yanıldılar.

         Bir Gece Yarısı bu Satırları yazıyorum, çünkü bilsinler istiyorum. Genç ve Yaşlı "Deli"kanlılar bilsinler ki Ercüment Özkan ‘ın Cesareti Delice bir Cahil Cesareti değildi. Aksine  Aqlından, Mantığından kaynaklanan bir Cesaret’ti.  Hiçbir zaman Küçük bir Mücahit Grubuyla ve Allahuekber Nidalarıyla Memleket’i fethetmeyi düşünmedi. Her Zaman, bir Topluluk kendi kendisini düzeltmezse Allah'ın onu düzeltmeyeceğine inandı.

         Bilsinler istiyorum. O hani şu en Radikal Müslüman, Hayat Arkadaş’ına Derin bir Sevgi’yle Bağlı, Sorumluluk Sahibi bir Eş, Şefkatli ve İlgili bir Baba’ydı. Bilsinler ki Ev’inin Raflarını dolduran binlerce Kitab’ın her Satır’ını okumuştu. Sadece Din Konusunda değil, Mümkün olan her Konu’da Meraklı bir İnsan’dı. Sportmen’di. İyi giyinirdi. Aile’sinin de İyi giyinmesini isterdi. İyi konuşurdu. Teknoloji’yi, Konfor’u, Kalite’yi, Estetiği severdi. Gemi’de El Televizyonunu çıkarıp Haberler’i izler, Tebliğ’de Son Teknolojiyi izlemeye çalışırdı. Başarısızlık’la sonuçlanan Televizyon Kurma Girişimi de bunun bir Gösterge’siydi.

         İnsanlar’ın Ailelerini Refah içinde yaşatabilecekleri bir Geçim Kaynakları olması gerektiğini, İnsan içine çıkacak bir şekilde, tabii Lükse kaçmadan, Özenle giyinmelerini, Temiz ve Şık olmalarını, Evler’inin Güzel döşenmiş olmasını savunurdu. Zevkli döşenmiş bir Ev’i vardı. Dergi’sinin Son Sayısında yazdığı gibi Kaliteli Müziği sever, hatta dinlerken mırıldanırdı. Tiyatro’yla da İlgili’ydi, şiveler’i çok iyi Taklit ederdi. Sanırım bunu Kabiliyet’i kadar, çok İyi bir Gözlemci  olmasına ve İnsanlar’ı Can Kulağıyla dinlemesine Borçlu’ydu. Azerbaycan Anılar’ını anlatırken bir Azeri konuşurdu, bir Anadolu Köylüsünü anlatırken Köylü.

         Anarşist değildi, Militan değildi, Marjinal bile değildi. İnce bir Zekası, İnce bir Zevki, İnce bir Espiri Anlayışı, İnce bir Ruh’u vardı.

         Paranoyak değildi. Kendisini Mehdi ya da Peygamber sanmazdı. Kendisini beğenirdi, kendisiyle övünürdü. Ama Haddi aşmazdı. Gurur’unun Sebebi inandığı gibi yaşamayı başarmış olmasıydı. Ercümet Özkan olmsaydı Ercüment Özkan’a  Biat ederdi.

         Eleştiri’ye çok Kapalı görünür, hemen Savunma’ya geçerdi. Onun kadar çok eleştirilmiş bir İnsan için bu Belki de Doğal’dı. Oysa Eleştirileri Kaale alırdı. Yarı Yaşında olmama bakmaksızın benim Eleştiriler’imi dinlerdi. Daha sonra onlardan Aqlına yatanları yerine getirdiğini biliyorum. Türkçesini gözden geçirmem için Faksladığı, daha sonra Dergi’de yayınlanan Parti Tüzüğü buna bir Örnek’ti. Bir çok İnsan’ın kaldıramayacağı kadar Sert Eleştiriler’in Yer aldığı bir Metni son derece Olgunluk’la karşılamıştı.

         Ercüment Bey Sevme’yi bilirdi. Sevgi’de Denge’yi bulmuştu. Sevgi’nin söylenmediği, gösterilmesinin Ayıp sayıldığı bir Toplum’da doğmasına rağmen. Hem İnsanlar’ın kendilerine, Yüzlerine, hem de başkalarına sevdiği İnsanları överdi. Eğer onunla bir Saat Samimi bir Hava’da konuştuysanız, en az bir kaç kere Eş’inden bahsettiğini duyardınız. Uzun bir Yol’a mı gidecek; "Ancak Yenge’nizle çekiliyor o Yollar" derdi. Müşfik ve Mazbut bir Aile Babasıydı. Akşamları Makul bir Saat’te Ev’ine gelen , Dostlar’ını Ziyaret edecekse Karı’sıyla birlikte eden, Yurt içi Geziler’ine Karı’sıyla giden, Çocuklar’ına zaman ayıran, onların Eğitim’iyle ilgilenen, Bebekliklerinde Nazlarını çeken, Kitab’ını okurken bile iki Dizine iki Kızını oturtup öyle okuyan, kısaca Normal bir Aile Hayatı’nı o Yoğun Tempo içinde de Devam ettirebilen bir İnsan’dı. Eş’inin Söz’üne Değer verir, Eleştiriler’ini Kulak arkası etmezdi. Evliliği bir Görev, ya da Kurum olarak görmezdi. Kadınlar’la Erkekler’in birbirisinin Velisi olduklarına inanırdı. Aynı kendisi gibi Üniversite’nin Son Sınıfından Terk etmiş Aqıllı bir Kadın’la Evli’ydi. Tek başına bu bile onu bir çok Erkek’ten Üstün kılar. Çünkü Erkekler’in çoğu kendilerinden Aşağı Seviye’de bir Kadın ararlar. Türkiye'nin en Göz’de Kurumlarından Mezun olmuş, ama kendisine İtaat edeceğinden Emin olmak için İlkolul Mezunu Eş arayan Erkekler olduğunu biliyorum.

         Ah Ercüment Ağabey. Sizin onda biriniz kadar Radikal olmayan, yüzde biriniz kadar Bilgili, bindebiriniz kadar İslamiyet’e Hizmeti geçmemiş , El’le tutulur hiç bir Şey yapmamış Erkekler, Günler Geceler Boyu Peynir Gemileri yürütmek uğruna Çocuklar’ının Tüm Yüklerini Karılar’ının Zayıf Omuzlar’ına yükleyerek Sorumluluklar’ından kaçıyorlar. Öyle ki Eşler’i her geçen Gün derinleşen bir Bunalım içine girerken, Erkek Çocuklar Anneleri gibi Namaz kılıyor, önlerinde bir Baba Örneği olmadan büyüyor. Muhtemelen onlarda büyüdüklerinde Eşler’inin Kıymetini bilmeyecekler ve İyi Baba olamayacaklar.

         Sevgili Ağabey, Hayallerimin bir Köşe’sinde hep Ankara’ya gelmek, İktibas'ın çıkartılmasında size Desdek olmak vardı. Şimdi artık Cennet Hayallerimi süslüyorsunuz."

[47]       "E.Özkan kaybolan, Özgünlüğünü ve Özelliğini yitiren bir Bilinç Dili’ni yeniden Oluşturma Mücadelesi veriyordu. Bilinç Bozukluğu ve Bilinç Tembelliği ile Savaş halinde idi. İslami Alan’da bir Düşünsel ve Kültürel Özgünlüğü temellendirmek için Uğraş veriyordu. Kendisini geçmişle yücelten Sitik Akımlar’ın Bugünü ve Geleceği kısıtladığını düşünüyordu. Kuşkusuz herbirimizin İslami Çabaları, Gereği gibi ancak Rabbimiz katında değerlendirilecektir. Yanlış İnançlar’la içtenlikle savaşan Ercüment Özkan'ı Rahmetle anıyorum."

[48]       İlk tanıştığımız Gün, Yorgunluğumu Çalışma Odasında, Büro’daki Divan’ın üstünde yatırarak ve Üstümü Palto’suyla örterek alan o Sert, o Yumuşak, o Radikal, o Otantik Büyük Harfle Adam'a Selam olsun."

[49]       "Türkiyeli Müslümanlar için 80li Yıllar Qur'an'ı ve İslam'ı Kaynağından Öğrenme bakımından Verimli Yıllar olmuştur. Mısır, Pakistan ve Ortadoğu Müslüman Yazarlar’ın kKitaplarının Tercümesiyle birlikte İslami Uyanış gitgide hareketlenmiştir.

         İktibas her Sayı’sında İslami bir Kavram işlenerek, Din’in Hurafeler’den arındırılmasına çalışılır. Tüm bu Çalışmalar birilerinin Saltanat’ını, Şeyhliğini sallar. Cemaatler birer birer Tepki göstermeye başlarlar. Önce Abonelikler İptal edilir. Dergi’nin okunmaması için Çabalar sarfedilir. Hatta Ercüment Özkan ‘ın Genelev işlettiği bile. Kendi ifadesi ile bunlar "vız gelir tırıs gider."

         Bir Dostum Telefon’u ile Vefat’ını öğrendiğimde bitti, dedim. Soylu ve Onurlu Mücadele Adamları bu Yüzyıl’da Maalesef pek az gelmiştir. Öyle gözüken kimi Aydın ve Alimlerimiz ise İstikrarsız, Kısa Vadeli Hesaplar yapan, Herşey’e rağmen Populist kimseler’di ne yazık ki. Başta çizdikleri Tablo’yu İnkar edenler oldu. Karşı çıktıkları Değerleri savunamadılar ve gerisingeri çekildiler. Doğru bildiğini Sonuna kadar haykıran ve savunan İnsanlar’ı da Marjinallikle suçladılar. Herkes çoktan ve Güç’ten yanaydı. Ercüment Özkan ve Nuri Paktil arasında bu bakımdan bir Benzerlikler kurmuşumdur hep. Birisi Son Yıllar’da konuşarak savaştı, diğeri ise susarak. Nuri Pakdil'in Susuşu da bir Savaş’tı.

[50]       Ankara’da Cenazeler eğer, Askerler’e ait veya Devlet Protokolu değilse, umumiyetle Hacı Bayram Camii’nden kaldırılır. Askerler Maltepe, Protokol Kocatepe Camiileri’ni tercih eder. Ercüment Özkan’ ın Cenazesinin Etlik Merkez Camii'den kaldırılması, bir taraftan, Mutad Cenaze Mahallinde gidenlerin yetişememesi dışında onun Farklılığının bir Göstergesiydi.

         O'nu, İktibas çıkmaya başladıktan sonra tanıdım ve önceki Hayat’ını kendi anlattıkları dışında da pek Merak etmedim. Eski Sağcı-Milliyetçi Kuruluşlar’daki Aktif Rolünü, Cezaevi Maceralarını ancak o Çerçeve’de biliyorum. İktibas’ı çıkardıktan sonra yapıp ettiklerini bilhassa Dergi dolayısıyla daha yakından Takip etme İmkan’ın oluyordu.

         Ercüment Özkan’ın herşeyi kendi etrafında düzenlemeyi Doğru bulan Kişilikler’dendi. Dolayısıyla, Uzlaşmaz ve Münferit bir kimse olarak tanındı. İslam'la İlgili Yaklaşımlar’ında olduğu kadar, Gün’ümüzün Dini Kesimler’iyle de hayli Sert Radikal Tutumlar’a görünürdü. Bunun, onu zaman zaman yanlızlaştırdığını, Tecrit ettiğini Tahmin etmek Güç değildir.

         Ercüment Bey çok kısa zamanda Dergi’yi İktibas Dergisi olmaktan çıkardı, Geniş Ölçüde kendi Tebliğlerini yayınladığı bir Organ’a çevirdi.

         Onun bilhassa Tasavvuf’a, Siyasi Partiler’e, Cemaatler’e hayli sert Yaklaşımları etrafında bir Tedirginlik Ağı örülmesine Yol açtı. Sert Polemikler, Ağız Dalaşları, karşısındakileri ne ölçüde etkiledi bilinmez ama kendisini bir hayli Güç’ten düşürdü.

         O'nu Türkiye Yazarlar Birliği, Farklı bir Renk olarak hiçbir zaman dışlamadı. Görüşler’ini ve Dergisini anlatması için birkaç kere Fırsat Zuhur etti, fakat bu sıralarda ya tutuklandı ya da başka bir Mani çıkmıştı.

[51]       İslami  Öğreti’nin Qur'an ve Sünnet’e Dayalı Anlayışımıza ulaştırmak için İletişim Araçları kullanarak, bildikerini bazı Kesimler’in Rahatsızlık duymalarına ve kendisini ve Çalışmalarını Boykot etmelerine Rağmen Açıkyüreklikle dile getiren; İnsanlar’dan ve Muhtelif Gruplar’dan Davası dışında bir Beklentisi ve Hesabı olmayan Ercüment Özkan "Qur'ani Doğrular’a yönelen, Muharref Din Anlayışından kurtulamamış İnsanları Islah etmeye çalışan, Müslümanlar’a Fikri ve Siyasi Bilinç ve Devrimci bir Sorumluluk aşılamaya çalışan Değerli bir Mücadele Adamıydı.

         Karşılaştığı her İnsan’a Sorumluluk yükleyen, yükleyemediğine hatırlatan bir İnsan’dı. Sorumluluk, Qur'an Hamur’uyla yoğrulmamış Nefisler’imize Ağır geliyor ve biz ondan kaçıyorduk. Fikirler’inden İstifade ettiğimi, Düşünceler’inden beslendiğimi Merhum’un Yüzüne Karşı da İfade etmiştim. Çok şükür ki "Ağabey sizi çok özledim, ben de sizi Ziyaret etmeyi düşünüyordum, çok istiyordum vs." demedim. Cevab’ını Yüzümüze yapıştırması ve sizin de ( biraz Utanma Duygunuz varsa) kızarmanız kaçınılmazdı. "Çok özledin de onu için mi gelmiyorsun yanıma?"