Ercümet Özkan
1938-1995
1960 Sonrası Türkiye'de
Qur'an’i Radikal Akım’ın Önemli İsmi olan Özkan'ın
Biografisini Eş’inin sunduğu Özel Bilgiler Işığında İktibas
Özel Sayı’sında Yer alan Yazılar’dan yapılan bir
Özetleme’yle aktarıyoruz..
23 Ocak 1938 Soğuk ve
Karlı bir gün, Kırşehir'in Mucur İlçesi’nde doğdu. Hüsniye
Hanım la, PTT
Telgraf Memuru Mehmet Ali Bey'in 2.
Çocukları’ydı. İki Yıl sonra Erol
doğdu.
Annesi de Ev’de Çocuklar’ını yetiştirmeye Gayret ediyordu.
Baba’sının Sert ve Otoriter Tutum’una Karşı Annesi de Sevgi
Dolu, Özverili, Cömert biriydi. Baba’sından Haqq yememeyi,
Madde’ye tapmamayı, tapılması gerekenin Allah olduğunu;
Annesinden Sevgi’nin ne olduğunu, onunla nasıl yaşanacağını,
herkese yetecek kadar Sevgi Dolu olmayı nasıl başaracağını
öğrendi.
Babası Memuriyeti
dolayısıyla Mucur, Kayseri, Ankara, Kırşehir Çevresi’nde Görev
yapıyor, Ailesini bazen yanına alıyor, bazen de Mucur'da
bırakıyordu.
2.Dünya Savaşı
Sıralarında İstanbul Yeşilköy'de Görevli olan Babası Aile’sini
de yanına aldırtır. 2,5 Yıl’a Yakın bir zaman oraya yerleşmiş
olan Ruslar’ın birinin Ev’inde Kiracı oldular. 4 Yaş’ında Ev
Sahibi’nin Aynı Yaş’ta olan Oğlu’yla Bahçe’de oynarken O’na
kızmıştı. O da Arkadaş’ının Dolu Lazımlığı’nı alıp O'nun
Başına geçirir. Lazımlık Başında sıkışıp kalır, ancak
Hastane’de çıkartabilirler. Hareketli bir Çocuk’tur. Yine o
Ev’in Bahçe’sinde oynarken Kibrit Çöpleri, Çamur, Çakıl
Taşları, Kiremit Kırıntıları ile yaptığı Çiftlik Evi’ni, Ev
Sahibi günlerce korur "Ercüment Büyük Adam olacak,
Süper Zekası var" der.
6 Yaş’ında Mucur
Cumhuriyet İlkokulu’na başlar. Orta ve Lise Yılları Kayseri'de
geçer. Son Sınıf’a kadar Kayseri Erkek Lisesi’nde okur.
Dersler’in dışındaki Hayatı çok Renkli geçer. Bir yandan Boks
çalışır, diğer yanda Erciyes'te Kayak, Okul Tiyatrosu’nda
Oyunlar, Folklor Çalışmaları sürer. Mahalli Oyunlar oynar,
Gençler’i çalıştırır.
Yazları Mucur'a
gelirler. Bağ Bahçe İşlerine bakar. O'nun Çocukluk Yılları’nda
Jandarma ve Karakol Hakim’di Taşra Yaşantı’sına. Millet’in
Bağ’ındaki Bahçe’sindeki Meyvaları yolarlardı. Bir kaç
Arkadaş’ıyla birlikte tanınmamak için başlarına Çuval geçirip
Jandarmalar’ı Takip ederek döverlerdi.
CHP’nin Son
Zamanlar’ında Ezan’ı Arapça okuyan Hoca’yı, peşine düşen
Jandarmalar’dan saklamak için Ahır’da Hayvanlar’ın
Yemlikler’inin içine yatırıp üzerini Saman’la Örttüğünü
anlatırdı. Hılfu'l-Fudul gibi.
Daha sonra Tatiller’ini
Ciltcilik, Dondurmacılık, yaparak ve Kitap okuyarak geçirmeye
başladı. Çok Düzenli, Güzel giyinmeyi seven Genç’di.
Kolleksiyon yapmayı seviyor, Pul, Para, Kalem biriktiriyordu.
Daha sonraları bu Kitap Sevgi’sine dönüştü, Ev’inin Bütün
Duvarları kKtaplar’la kaplanmış haldeydi ölmeden önce.
Lise Son Sınıf’ta iken
Kırşehir'e Tayin olan Baba’sıyla birlikte Ailece oraya
yerleştiler. Annesi bir Yıl’dır Felçli yatıyor, kendisinden
Küçük 6 Kardeş’iyle birlikte bazı Sorunlar’ın üstesinden
gelmeye çalışıyordu. Bu arada Okul bitmişti. Ne yapacağını,
Hayat’ını nasıl kazanacağını düşünürken Boks Kursu açmayı
düşündü. Daha sonra da Kırşehir'e Yakın olan Hirfanlı
Barajı'nda çalışmaya başlamış, aldığı ilk Maaş’la da Anne’sine
ve Kardeşler’ine Hediyeler yollamıştı. Maddi Değeri Yüksek
Hediye Kabul etmez, Küçükler’e çok Değer verirdi.
Anne’sinin Acısı ve
daha başka Sebebler Ev’den ayrılmasına neden oldu.
1959'lu Yıllar’da
THY'da bulduğu İş’te çalıştı. Kısa bir zaman sonra Ankara'ya
geldi ve daha önce Kayıtlı olduğu Huquq Fakultesi'ne Devam
etmeye Karar verdi. O'nun için Zorlu Günler’di. Aile’sinden
Uzak kalışı, Maddi Sıkıntılar, Özel Hayat’ındaki Proplemler
O'nu bunaltıyordu. Aç kalıyor, Açlık’tan Hasta oluyor fakat
Dürüstlük’ten ve Onur’undan asla Taviz vermiyordu.
Adnan Menderes'in
Kırşehir'e gideceğini öğrendi, bunu Fırsat bilerek Kırşehir'e,
oradan da Mucur'a geçen Başbakan’la görüşebilme Yollar’ını
aradı. Menderes'in Mucur'da yaptığı bir Konuşma
sırasında, bütün Engellemeler’e rağmen yanına yaklaşmış "Hoş
geldiniz" deyip Mucur'a Kütüphane istediklerini söylemiş ve
kurulacağına dair Söz almıştı. Mucur'lu Gençler’in bu
Arzuları da gerçekleşti.
Daha sonra MP Genel
Merkezi’nde İş bulmuş, hem çalışıyor, hem de Okul’a devam
ediyordu. Artık Siyaset’in içindeydi. Yakından tanımaya
başladığı bu Ortam’da içine sinmeyen, O'nu Rahatsız eden bir
Şeyler vardı. Türk Ocağı’na gidiyor, Milliyetci
Camia ile konuşuyor, Sosyal, Kültürel Çalışmalar’a
katılıyordu.
Hamdullah Suphi
Tanrıöver'in kurduğu Türk Ocakları’na gidiyor,
A.Hamdi Tanpınar, Mubil Özyörük vs.görüşüp Ufkunu açmaya
çalışıyordu. O Yıllar’daki Arkadaşlar’ından biri de Mehmet
Bozkurt'tu. Türk
Ocağı Tiyatrosu’nda
Yönetmeliğini kendisinin yaptığı Alparslan
Piyesini Sahne’ye koymuş, Alpaslan Rol’ünü de
Başarı’yla oynamıştı.
1959-1960lı Yıllar’dı. Değişik
Fikirler’i tanıyor, Kafa’sında Şimşekler çakıyordu. Doğrular
Yanlışlar belirginleşiyordu. Okumaya Ağırlık verdi. Basın
Tetkik ve Haber Alma Merkezi’ni kurdu 1960 da. Böylece
Türkiye Basını’nı taramaya hem Hayat’ını kazanıp hem de çok
sevdiği bir işi yapmaya , Gelişmeler’i izleyip, Basın
Hayatı’nın içine girmeye başlamıştı.
Ankara 27 Mayıs öncesi
Kargaşa’yı yaşıyordu. Olaylar, Bayar ve Menderes
İktidarı’nın Sonu’nu hazırlamıştı. Üniversite Gençliği
Sokaklar’a dökülmüş, herkes bir Şeyler söylüyor, bir Şeyler
istiyordu. İster istemez etkilendi. Rahatsızlık duyuyordu.
İhtilal’den sonra,
Köylü köy’üne, Evli Ev’ine dönmüş, Rahatsız bir Durgunluk
Dönemi başlamıştı.Yassı Ada’nın Sonucu Ülke’yi Şok etti.
25 Mart 1963 de
Lise’den beri 7 Yıl’dır tanıdığı Mukaddes Taner'le evlendi.
Eş’inin anlattığına
göre Öğrenci iken Yabancılar’ın Kontrol’unü delerek Fakulte’ye
girip kendisinin Hatır’ını sorardı. Bunu nasıl başardığını
soranlara bir Filozof’un Söz’ünü söylerdi:" Kanunlar
Zayıflar’ın takılıp kaldığı, Güçlüler’in atlayıp geçtikleri
Engeller’dir."
Yine Eş’inin
anlattığına göre Mahalle Muhtarı’na "Ya bu Deve’yi güdersin ya
bu Diyar’dan gidersin, demem ben. Hayat’ta kalmayı Aqlıma
koyduğum Diyar’dan kaçmak Prensibim değildir. Hem bu Deve’yi
güdeceğiz, hem de bu Diyar’da duracağız" der.
Ankara Sıhhıye'de o
Civar’ın Tek tük kalmış Bahçe içinde Eski Evler’inden birini
İşyeri olarak kiraladı, hem de Ev’i. Kira’yı çıkarmak için 2
Somya atıp Pansiyoner almıştı. Evlenince Pansiyonerler
çıkarıldı. Kalan Somyalar’ın üzerlerine Battaniyeler atılıp
Ev’e benzetildi. Ajans Oda’nın birine taşındı. Okumaya, Sanat
öğrenmeye gelen Aqraba Çocukları ve Kardeşler’le beraber
oluşan Kalabalık bir Aile. Parasız fakat Mutlu Günler’di
Eş’ine göre.
Kafkas Kültür Derneği’nin
düzenlediği Gece’ye gidebilmek için Ev’deki Yoğurt, Süt
Kapları’nı sattılar. Kültürel Etkinlikler Hayat’ının o
Dönem’inde onu çok ilgilendiriyordu.
Klasik Zevkleri vardı.
Mimari’de, Müzik’te, Giyim’de, Resim’de, Şiir’de hep Klasik
olanı severdi. Modern Tarz’ın ona bir Şey anlatmadığını
söylerdi. Çalışırken, yazarken, Yolculuk ederken Derin’den
gelen bir Müzik Sesi Hoşuna giderdi. Türk Sanat Müziği, Kanun,
Ud ve Keman Taksimler’ini Tercih ederdi. Şirk koşmayan Alevi
Türküler’ine katılır, "Bu İşin Ustası onlar" derdi. Yahya
Kemal’i beğenir, Modern Şiir’den hoşlanmazdı. Dünya Folk
Müzikleri’ni dinlerdi.
Kızılderililer’e Orta
Asya'nın İnsan’ına ve Afrikalı Yerliler’e Özel İlgisi vardı.
Afrikalı Yerliler’in Çocuklar’ına söyledikleri Ninniler’in
Derleme’sinden oluşan Yeke Yeke'yi kurmayı düşündüğü
Televizyon’a Fon Müziği yapmaya Karar vermişti.
Anadolu’nun Sadeliğini,
Mimari’sini sever, Safranbolu Evler’inden Hayranlık’la
bahsederdi. Hat Sanatı’na İlgi duyar, çok Güzel Hat çekerdi.
İhtişam ve Sadelik onun Ruh Dünyası’nda Güzel bir Armoni’ydi.
1960-1963lü Yıllar,
O’nun Gelenekler’in Dışında Gerçekler olduğunu düşünmeye
başladığı, Arayışlar’ını Derin’e götürdüğü Yıllar’dı. Düşünce
ve Siyaset Alanı’nda Adı geçen herkesle tanışıyor, tartışıyor,
Çıkar Yollar arıyordu. Amacı İslam’ı Siyasal Plartform’a
taşımaktı. Fakat kime gitse El’i Boş dönüyordu. Ömer Nasuhi
ile Saatlerce konuşmuş, Sonuçta ondan; "Bak Huquq Talebesi
imişsin, çok da Güzel konuşuyorsun senden iyi bir Avukat olur"
Nasihat’ını alınca afallamış, oradan ayrılmıştı.
Necip Fazıl'ın
(ö.1983) bir Toplantı’sında bulunduğu bir sırada O'nun "Qur'an
Arapça değil, Rabça’dır" diye ortaya attığı şairce Söz’e
verdiği cevap "Rabça bir Kitap İnsanlar’a bir Şey anlatmaz,
İnsanlar’a insanca gelen Kitaplar Yol gösterir" demişti. Bu
Cevab’ı o Günler’deki Fikri gelişmesini yansıtır.
Bu Yıllar’da Hizbu't-Tahrir
ile tanıştı. Fikirler’ini benimsedi ve Çalışmalar’ına katıldı.
Okul tavsadığı için Askerlik Tecil’ini yaptırmamış, 1960
Yılı’nın Eylul’ünde Uşak'ın Karahallı Köy’ünde Öğretmen olarak
Görev’e başlamıştı. O Dönem’de Öğretmen Azlığı Sebeb’iyle,
isteyen Askerliğini böyle yapabiliyordu.
Köylüler’le Diyalog
kurmak kolay olmamıştı. İlk zamanlar Uzak durmayı Tercih
etmişler, Yavaş yavaş yaklaşmaya, sen de bizdensin, Namaz
kılıyor, Oruç tutuyorsun diyerek onu İftarlar’a Davet etmeye
başlamışlardı. Birlikte Yol, Su, Telefon, Elektrik
çalışmalarını sürdürüp Yaz’a kadar da tamamlamışlardı. Bu tür
Yaklaşım’ının her zaman Yarar getirdiğine inanmazdı. Böyle
Durum’unda Lawrence İsimli Kefere’nin Entari giyip
Namaz kılar gözükerek, Araplar’ın Başlarına açtığı İş’i Örnek
verirdi.
2. Öğretim Yıl’ını da
Ankara'nın Mamak Semti’nde Köstence İlkoku'lunda geçirdi. 3
Aylık Eğitim’ini de Amasya'da gördü.
Askerlik Dönüşü
Çalışmalar’ına Hız verdi. Geceli Gündüzlü koşturdu. Bir yandan
Özel Hayat’ındaki Yanılgılar’a eğiliyor, İslam’a Ters düşüp
düşmediğine bakıyordu. Çalıştırdığı Ajans, İsrail Sefareti
ile Kupür Anlaşması yapmış Para’sını Peşin almıştı. Kupurler
yollanmaya başlanmış, bir iki Ay kadar sürmüştü.
Müslümanlar’la Fiili Savaş Hali’nde olan bir Devlet’le Ticari
veya başka Türlü bir İlişki kurmanın Haram olduğunu öğrendiği
anda Anlaşma’yı feshetmiş, Sefaret’e de Sebeb’iyle birlikte
bildirdi.
Ödedikleri Para’yı da Zor da olsa Geri verdi.
Diğer yandan
da Fikri Çalışmalar’ına Hız verdi. Arkadaşlar’ıyla
hazırladıkları Beyannameler’i bastırıp, Başbakan Demirel'e,
Devlet
Erkanı’na, Milletvekilleri’ne postalıyor, El’den dağıtıyordu.
Hilafet’i kurmanın Müslümanlar’a Farz olduğunu,
Kafirler’in Hükümler’iyle hükmedilmesinin İslam’a Ters
düştüğünü anlatıyordu. İnönü bunları duyunca "Biz bu
Fikirler’in Kök’ünü kazımıştık, yine nereden çıktı bunlar"
diye öfkelenir.
1964 de Musa
Çağıl ile
tanışır. O’nun Dükkan’ında da M.Said Çekmegil ile.
Ortalık
karışmaya başlıyordu. Bu İşler’i yapanların Evler’i Tespit
ediliyordu. İçişleri Bakanı Faruk Sükan Emmiyet’i
Seferber etti. Evler’i basıp arama yapıyorlardı.
1968
Nisan’ında Hizbu’t-Tahrir, İslam Devleti
Anayasası’nı açıkladı.
10 Nisan 1967
de 5. Siyasi Şube Görevlisi Gece 2 sularında Kapı’yı çalarak
Telgraf getirdiklerini söylerler. Sabah’a kadar Arama sürer.
Tahmin ettiği için o Gün Ev’de değildi. Yerini Eş’inden bile
gizlemişti. 4 Ağustos’a kadar kaçtı. Çalışmalar’ına daha Sıkı
bir şekilde Devam ederken, hakkında çıkan Söylentiler
Kulak’tan Kulağa dolaşır. Sakal bırakıp, Tebdil’i Kıyafet etmiş,
Dilenci gibi iki Büklüm Baston’la dolaşıp orada burada
kalıyormuş gibi. Basın Ateş püskürür. Ahmed Kabaklı
Tercüman'da " Müslümanlar iyi bellesinler. Bilir bilmez
Laf eden Söz’de İlericiler öğrensinler, Polisimiz Erken
davransın ki Ayağa dolaşan ve Muhterem Türk Halkı’nın İman’ını
ezmeye kalkan bu Suçlular Derhal yakalansınlar" diye yazar.
Metin
Toker Milliyet’te yazar:" Böyle Rahat çalıştığına
bakıp Dernekler Kanunu’na göre kurulmuş Dernek olduğu
sanılmamalıdır. Gizli bir Dernek. Bugünkü Rejim’imizi beğenmiyorlar.
Hilafet’in getirilmesini ve bir Din Devleti
kurulmasını istiyorlar. Hem de bunu bizim Kriptolar gibi
Proleterya Diktası kurulsun diyorsak, bu, Silahlı
Ayaklanma’yla kurulsun, demiyoruz ya.. Komunistlik onu öyle
söylemektedir diyerek yapmıyorlar. Açık açık ve mert mert
kalkın Ey Ehl-i Din, alın Baltanızı, Sopanızı, bu Rejim’i
devirelim diyorlar."
Kızılay
Menekşe Sokak’ta tuttukları bir Çatı katında kalıyorlar,
Gündüz Planlar yapıp, Gece Toplantılar’a gidip Ders vermeyi
sürdürüyorlardı. Dışarı çıkarken Şapka, Koyu Renk Gözlük
takıyorlar, Tedbirli davranmayı İhmal etmiyorlardı.
Birbirini
tanımayan iki Arkadaşlar’ından biri Sabah diğeri Akşam uğrayıp
dışarıyla İrtibatlar’ını sağlıyor, Alış Verişlerini
yapıyorlardı. Özkan Bina’dan çıktığı bir Gün Emniyet
Mensubu bir Üst Görevli’nin de oradan çıkıp İş’e gitmek üzere,
bekleyen Jip’e bindiğini görmüş kendileri için geldiğini
zannedip şüphelenmişti. Daha sonra onun da aynı Bina’da oturduğunu
öğrendi.
Bu arada
Becerisine güvendikleri bir Arkadaşlarını İstanbul'a Necip
Fazıl'la Görüşme’ye gönderdiler. O Günler’de çıkan
Büyük Doğu Mecmuası’ndan Olumlu Sinyaller almışlardı.
Bunun üzerine Böyle bir Girişim’de bulundular. 2 Günlük bir
Görüşme’den sonra Kabul etmiş ve Uçak’la Ankara'ya gelmişlerdi.
Hava
Alanı’ndan bir Taksi’ye binerler. Kızılay’da bir başkasına
binmek için indiklerinde tesadüfen yanlarına gelen Taksi’nin Şöförü
Komşusuoğlu’dur. Biraz ilerde inip bir başkasına binerler. O
da bir tanıdıkları çıkar. Necip Fazıl bu Tesadüfleri
Örgüt’ün İyi çalıştığına yorarak etkilenir. Nihayet Maltepe
Camii’nin yanında bir Yer’de buluşurlar, konuşurlar. Özkan
ve Arkadaşları Finans Konusunu Geri Plan’da tutmaktadır.
Necip Fazıl ise Büyük Doğu’yu Günlük çıkartalım ve
Dava’ya destek verelim, der. Ama buna İmkanları yoktur.
"Bu İş’i
nasıl yapıyorsunuz, Karakol’a Çaycılık yaparak mı" diye
sorunca Özkan "aynen öyle" der. Necip Fazıl "bu
Dava’ya nefer olduğunu" söylerse de Devam’ı gelmez.
Hüseyin
Üzmez'i
İkna
edemezler.
Gece
Yarıları’ndan sonra Ev’ine geliyordu. Büyük Kızına konuşur
diye görünmüyor, Küçük Oğlu Ömer’le ilgileniyordu.
Böyle bir Gün bir Jip Dolusu Sivil Polis gelir ama geri
dönerler.
Eş’i
Mukadder Öğrenci olan Kız ve Erkek Kardeşi ile
kalmaktadır.
Hapishane Dönemi:
4 Ağustos'da
yakalandığında Verimli Matbaası' ndaydı. İçeri giren iki Sivil
Polis’ten biri O'nu Okul’dan tanımaktadır. Kimlik isterler.
Üzerinde bulunan Eş’i ve Ömer’i Resminden tanırlar.
Telsizler çalışır, Jipler gelir, Dava’sının İstikbali için
içinden Dua eder halde Gözaltı’na alınır. Sorgular sırasında
Takiyye yapmaz her zamanki İlke’siyle: " Ben Müslüman’ım
İslam’la yöneltilmeleri gerektiğine inanıyorum. Başımızın
üzerindeki Çatı çatırdıyor, Vakit varken altından kaçın".
Bir Haftalık
Gözaltı sonrası tutuklanıp Ankara Cezaevi’ne gönderilir.
Ziyaretci Konuşmaları dinlenir, bir Kişi’nin Zor girebileceği
Görüş Odaları’nda Teller’in ve Camlar’ın Arkasından
görüştükleri Yakınlar’ının aksine, daha sonra Lütfi Doğan'la
açtıkları oldukça Büyük, Işıklı ve Yüzyüze sayılabilecek
Rahatlık’ta bir Oda’da Görüşme ayarlarlar. Sorular’dan
Dertler’inin ne olduğu bellidir. Doğan O’na dışarda
iken Kıymetini bilemediklerini, kimler varsa söylemesini,
onlarla İrtibat kurup Çalışmalar’ını sürdüreceklerini söyler.
Dışarda Kimse’nin kalmadığını söyler.
Cezaevi’ne
gelen Savcılar’dan Daktilosunu içeri almalarını, yazması için
İzin verilmesini ister. Bir Gün bir Garip Kişi yanlarına
gelerek kendilerini Hristiyan olmaya Davet eder. Yehova Şahidi.
Hatta Savcı’ya da. Savcı "Git be Adam, Gül gibi Din’imiz
dururken Hristiyan mı olalım şimdi ne demek istiyorsun "
deyince Özkan" Din’imizin Gül gibi olduğunu
söyleyenleride içeri tıkıyorsunuz" der. Savcı bakıp geçer.
Birkaç Genç
Talebe’siyle Mihri Belli içeri girer, tartışırlar.
Mihri Gençler’in etkilendiğini görünce içlerinden birine
"Ben seni Alevilik’ten Vaz geçirinceye kadar ne çektim, şimdi
de bunlara mı kaptıracağım" diye çıkışıp onlarla konuşmalarını
yasaklar. Genç Üniversite Öğrencileri Kollarının altında
Kitapları, Cumhuriyet Gazetesi Ellerinde Hapishane
Koridorları’nı dolduruyorlardı. Mihri'nin Eşi Sevim
Tan gelince koşuşturup Araba’sını çevirip getirdiklerini
taşımak için yarışırlar.
O ve
Arkadaşları Siyasi Koğuş’ta değil, 9. Koğuş diye anılan,
Azılılar’ın, Katiller’in yanında kalmaktadır. Aralarında
Hastalığının 3. Devresinde olan Veremli bir Mahkum vardır.
Eller’i Yüzler’i Şiş ve Ölümü hatırlatan Sarı bir Renk. Ailesi
ise dışarda İzole edilmiş durumdadır. Anne Baba ve Kardeşleri
dışındakilere yabancılaşmışlardı. Belli'nin arkasında
Basın varsa kendilerinin arkasında da Allah'ın olduğunu
söylüyordu.
Eş’inin
Tasviri ile o Dönemler’in Tesettür’ü Başlardaki Küçücük
Eşarplar’dır. Önden Kahküller çıkıyor veya Saç’ın bir kısmı
Boyun, Boğaz gözüküyordu. Moda Otoriteleri Güzel ve Zevkli
Eşarplar’ın Kıyafeti tamamlayıcı olduğuna dair Tavsiyeler’de
bulunuyorlardı. Bir Süsü oalar kah Omuz’a salınan bir
Aksesuar’dı. Yanlız Yaşlı Hanımlar Soluk Siyah Örtüleri vardı.
Geri kalan Çirkin Kadınlar’ın İş’iydi. Kapılar’ını çalan Posta
Müvezzii bu nedenle Eş’ine "Adını yazmayı biliyormusun yoksa
Parmak mı basacaksın" diye soruyordu.
1967-1968
Tesettür Bilinc’le Gündem’e gelir. Hatice Babacan
Başörtüsü’yle Ankara İlahiyat’ta Ders’e alınmayınca Olaylar
patlar. Talebeler, Erkekli Kızlı Direniş’e başlarlar. Bahçe’ye
Çadırlar kurulmuş Açlık Grevleri yapılmaktadır. Şule Yükselin
Basın’da Yazıları yayınlanır. Artık Alınlar’a inen Eşarplar
Ense’de bağlanıyor Şuleci Modası
yayılıyordu. İlahiyat Talebesi..
Evler’ine
Ziyaret’e gelen Lise Mezunu Yüzbaşı Hanımı Komşuları Sehba’nın
üzerinde İslam’da Ekonomi Kitab’ı görünce şaşırır.
Din’le Ekonomi’nin ne alakası vardır? Eş’inin İslamcılık,
Şeriatcılık’tan yattığı Cevab’ını duyan Orta Yaşlı bir Bayan
ona "Kocamış Adam’a niye vardın" der.
Ankara Ağır
Ceza'da Dava 13 Ay sürer. Mahkeme'de "101 Yıl Ömrüm olsa siz
de 100 Yıl Ceza verseniz kalan bir Yıl’da yine bu İş için
çalışacağım" der. 4 Yıl Ağır Hapsine, Ömürboyu Kamu
Hizmeti’nden Memnuiyet’ine, 2 Yıl Bingöl'de İkamet’e Karar
verilir. Tahliye olan Mihri Belli "Geçmiş olsun, İmanlı
Adam’a dokunmaz, Çabuk geçer" demektedir.
Karar’dan
birkaç Gün sonra ansızın Çamlıdere Hapishanesi’ne gideceğini
öğrenir. Rica Minnet Jandarmalar’ı Razı edip 10 Dakikalığına
Ev’ine uğradı. Çamlıderede oldukça rahatlamıştı. Aile’siyle
Yüzyüze de görüşebiliyor, Çocuklar’ını kucaklıyabiliyordu.
Burası Ankara'nın yakınında Yeşillikler içinde, Küçük bir
Kaza’ydı. Cezaevi Sorumluları’yla Olumlu İlişkiler kurmuştu,
Savcı’dan Malzeme istemiş Mahkumlar’la birlikte Ping pong
Masası yapmıştı.
Daha sonra
kendi İsteği üzerine Mucur Cezaevi’ne nakledildi. Rahat
edeceğini sanmıştı ama yanıldı. Orada da Düzen’ini kurdu,
Mahkumlar’ın bir Kısmıyla Cemaat’le Namaz kılıyordu, bu Sayı
Hergün artıyordu. Çocukluk’tan beri birbirlerini tanıdıkları
Yaramaz Lakaplı Mete de oradaydı ve Huzur kaçırmaya
başlamıştı. Cemaat Namaz’a başlayınca Radyo’yu sonuna kadar
açıyor, Tuhaflıklar’ını sürdürüyordu. Mahkumlar arasında
Huzursuzluk başlamıştı. Gardiyan Mehmet ikisini
Oda’sına çağırıp Kozunuzu burada paylaşın dediğinde Mete'nin
Ders’ini alacağını biliyordu. Daha sonraları Jandarma ve
Gardiyanlar’dan oluşan bir Grup da aralarına katıldı.
Kalabalık bir Cemaat olmuşlardı. Özkan da İmamlık
yapıyordu. Birşeyden rahatsız olanlar çıkmış hiç kilitlenmeyen
Oda Kapıları kilitlenmeye başlamış, baskı daha da artmıştı.
"Bu Adam Şeriat’ı da getirir, Devlet de kurar, bunu buradan
alın" diye Şikayet’te bulunan Savcı’nın Şikayet’i Gözönüne
alınarak Adana Cezaevi’ne Nakli kararlaştırılmıştı.
9 Mart 1969
da Yakınlar’ıyla vedalaşarak Jandarma Nezaret’inde Adana
Yolları’na düştü. Her Olumsuzluk’ta Olumlu bir Yan görerek
Mutlu olmayı çok iyi becerirdi. Eş’ine yazdığı Mektup’ta,
Adana'ya yaklaştıkça Bahar Günleri’ndeki kadar Güzel bir
Hava’yla karşılaştığını, doya doya içine çektiğini, açmaya
başlayan Çiçekler’i, Güneş’in Kemikler’ini ısıttığını
anlatırken, Kelepçeler’in verdiği Sıkıntı’dan bahsetmiyordu.
Seyahet etmeyi severdi.Mapushane dediği Günler.
Adana'dan
sonra İmroz Yarı Açık Cezaevi’nde geri kalan Mahkumiyet’ini
tamamladı. 24.8.1969- 4.4.1970.
İmroz
Rumlar’la Türkler’in birlikte yaşadıkları Ege Adası. Ada’nın
bir Bölüm’ü Cezaevi’ne ayrılmış. Mahkumlar Serbest
dolaşıyorlar, İş Yerleri’nde çalışırlar. Bir miktar da Zeytin
yetiştiği için Mahkumlar’ın çalıştırdıkları bir Zeytinyağı
Fabrikası vardı. Orada Zeytin taşımaktan, Yağ çıkartmaya kadar
her İş’te çalıştı. Boş Zamanlar’ında Balık tutar, dolaşır.
Deniz Kenarı’nda oturup düşünürdü. İş’in Sonuna yaklaşmış,
Özgürlüğün ne getirip götüreceğinin Hesaplarını yapardı.
Uzun Saçlı
Karağağız Adam'ın Yazarı M. Mengüşoğlu ile
tanışıklıkları da bu Yıllar’da olmalı.
Hapishane Sonrası.
1970 4
Nisan’ında dışarı çıktı. Aile’sinin yanında kalan Eş’ini ve
Çocuklar’ını alarak Ankara'ya geldi. İş’e nereden
başlayacağını bilmiyordu. Orada ne yapacak, Aile’sini nasıl
geçindirecek bunları düşünürken Talebeliğini Sebep gösteren
bir Dilekçe’yle Müracaat etmesini ve Sürgün Cezasını Ankara'ya
aldırmasını önermişti birisi. 4 Yıl Ceza veren Mahkeme’nin
Ağır Ceza Reisi Emekli olan Avukat. Böylece Talebelik
Sürgün’le beraber yürümeye başladı. 2 Yıl Ankara'nın dışına
çıkmadan her Gün Saat 5 te Karakol’a gidip İmza atar.
Namaz kılmak
için girdiği Camiler’de Gümüş Yüzük takan birini kendine daha
Yakın bulup Tebliğ’ini yaptığını onun da buna Olumlu baktığını
anlatmak İş’in Vehamet’ini gösterir. Kardeşine bıraktığı
Basın Haber Ajansı'nı Kızılay'da Borç harç devraldığı bir
Büro’ya taşımıştı. Normal sayılabilecek bir Hayat başlamıştı.
Müslümanlar’ın gidip geldikleri Yerler’e uğruyor, onlarla
tanışıyor, Düşünceler’ini anlatıyor ve Ev Toplantıları’na
katılıyordu.
Hapis’ten
sonra başlattığı ilk Çalışma Gurubu içinde Süleyman
Aslantaş'
M. Kars da yer alır. Müstear
Ad’la Kitap, Kitapçık, Broşür Kaleme alır. Emirname
gibi.
Devamlı
okuyor, bunu Aile’siyle birlikteyken yapıyor, onlara da zaman
ayırmaya çalışıyor, Çocuklar’ını çok seviyordu. 3 Kız, 2 Erkek
Babası olmuştu. Bakkal’a gitmesi gerekse birini oOmzuna,
diğerini de Kucağına alıp yürüyebilenin de El’inden tutar,
öyle giderdi. Kitap okurken de çoğunlukla Tenha Yer aramazdı.
Bu Ortamı çok sevdiğini, Aile’siyle olmaktan Mutlu olduğunu
söylerdi. Birlikte Pazar’a giderler, Seyahat’e çıkarlar,
Kırlar’da dolaşmayı severlerdi. Ailesi ve Okuma Tutkusu onun
için vazgeçilmezdi. Onlar için Herşeyi yapardı; Davası ise
Hayat’ıydı, ona kendini adamıştı, onun önüne hiç birşey
geçemiyordu. Hissettirmeden sürdürüyordu bu Düzeni. Mutfağa
girmekten Yemek yapmaktan hoşlanırdı. "El’imden gelse Gece
uyumadan yaşarım, 24 Saat bana yetmiyor" derdi.
Bir Gün bir
Aile Fotoğrafı çekerken Kardeş’inin Eş’inin Elbise’sinin
Kollarının Sıvalı olduğunu görünce Makina’yı indirip gülerek
"Bizim Makina Çekili Kolları çekmiyor" diye hatırlatır.
Meramını Şaka’yla anlatmayı severdi. Beyaz’a Yakın Renkleri,
Cam Eşya’yı severdi. Doğru olduğuna inandığı Şeyi kimseye
aldırmadan savunurdu. Söz’ü evirip çevirmezdi.
Bir Gün
Kalabalık bir Salon’da Konuşma yapmış çıkıyordu. Önüne geçip
"İyisin hoşsun da bu Kıravat neyin nesi, söylediğin Şeyler’le
bağdaşmıyor" diyenlere: "Sizler Kıravat’la da Müslüman
olunacağını öğreninceye kadar takmaya devam edeceğim" der.
Milletvekili
olması için yapılan Teklifler’e gülüyordu. Beğenilerine Uygun
döşediği bir Daire’ye yerleşti. 4 Odalı bir Apartman Dairesi.
1974 de
tanışır Mehmet Ali Baltaşı ve
Muhammed Nur Doğan'la.
1974 de
İstanbul'da Interpress Adı altında 40 Yıl’dır çalışan
bir Küpür Derleme Bürosu’nu devralıp Kabataş'ta çalışmaya
başladı. İstanbul ile böylece yaklaşılmış, oradaki Fikri
Çalışmalar’a da başlamıştı.
MSP-CHP
Koalisyon Hükümeti kurmuşlardı. Sitemler’ini sürdürüyor,
Adalet Bakanlığı'nı Eller’inde tutan MSP'ye bu Konu’da
diğerlerini aratmadıklarına dair Haberler yolluyordu. Yurt
dışına çıkamadığından Hacc’a gidemiyordu.
"Bazı Qur'an
Çalışmaları, Temel Kavram Çalışmaları ve Qur'an Usulu
üzerindeki Çalışmalar’ından sonra Hadis Konusunda ve Sünnet'e
Yaklaşım Konusunda Düşüncelerini yeniden Sistematize etmeye
başladı. Ve Söylem’inde gittikçe Qur'an Vurgusu en Merkezi
Yer’e oturturken Tasavvufi Sapmalar’a olduğu kadar Selefi
Yaklaşım biçimine de Özlü Eleştiriler getirdi. Ancak bu
Süreçte karşılaştığı Zor Şartlar karşısında birçok Akademisyen
Arkadaşının Selamlaşma Konusunda bile Cimrilik yapması
kendisini çok üzdü."
Bu Günler’de
Sabah Namazı’nı kılmak için gittiği Cami’den Neşe’yle döndü.
Namaz’dan sonra Apartman Komşusu MSP İstanbul Senatörü Ali
Oğuz'u görmüş, Pasaport alabileceğini öğrenmişti. Acele
Hazırlıkları yapıldı ve MSPlileri
götüren
Son Uçak’la Yola çıktılar. Necmeddin Hoca bile Gözetim
altında gidip gelmişti.
1974-1975,
Çengelköy. İsmail Kazdal'la
Tanışmaları.
1974-1975,
Sarıyer. Yeniden Milli Mücadeleci Hamza
Türmen'le
Tanışmaları..
Ziyaret’e
gelenlerinden birisi Kız’ına arasıra verdiği Araba’nın
Hesab’ını sorarcasına "Kız’ının altına vermişsin Amerikan
aArabasını, bu nasıl Müslümanlık" deyince ona "Ne yapalım yani
Hz. Aişe de Deve’ye biniyordu, Deve mi getirelim" diye
Cevap vermişti.
Bir Gün Küçük
Kız’ını Hastane’ye götürmüştü. Doktor Kan almaya uğraşıyor,
bir türlü beceremiyordu. Özkan dayanamadı Sapsarı
kesilmiş ve dışarı çıkmıştı. Bu Hassasiyeti sadece Yakınlarına
değil Bütün Canlılar’a karşı vardı. Allah'ın Emri olmasa
Kurban kesmeye bile Razı olmazdı. Kasab’ın sevdiği Deri’yi
yere çaldığını söylerdi.
1976 ya kadar
Avukat Selçuk Gündüz, Cuma Canpolat O’nun
yanında Yer aldılar.
1976 de
tanıştığı Gençler’den biri de A. Burak Bircan'dı. Ölüm’ünden
önce M. Kürşad Atalar'la birlikte
yaptıkları Röportaj İslami Hareket Oluşum Süreci
Ad’ıyla yayınlandı.
1976. Ali Bulaç'la
tanışması.
1970li
Yıllar’ın Sonu. Ömer Şevki Hotar'la tanıştı.
1978’de bir
Kitabevi’nde Ömer Faruk Köse ile. Aynı
Yıl İbrahim Eryiğit ile tanıştı.
İran Devrimi:
1979
Devrimi’yle Gurur duydu. Devrim sadece Müslümanlar’ı değil,
Devrim Fikrini benimseyen her kesimi dalgalandırmış, Solcu
Militanlar’dan bile İslamcılar çıkmıştı. İslam Siyasal Yönü
ile ortaya çıkıyordu.
Defalarca
İran'a gidip geldi. Humeyni'nin Siyasi Basiret’ini
Gönül’den desdekledi. Bir Dergi’nin "İran, Rejim’ini bize
İhraç mı ediyor?" Sorusuna "Niye olmasın Amerika
kilometrelerce Uzak’tan bu İşleri yapıyor da, Burnumuzun
Dibindeki İran niye yapmasın? " demişti.
İktibas Dergisi:
Aslantaş
1987'ye kadar olan Dönem’i O'nun Hayat’ının ikinci Safhası
olarak anar. 12
Eylul Darbesi’nden 110 Gün sonra Yıllar’dır Kafasına koyduğu
İktibas Dergisi’ni 1981 y Ocak Ayı’nda 15 Günlük olarak
çıkardı . Dergi O'nun Konu’ya ilgi Duyanlar’la İletişim’ini
sağladı. 7 Yıl Kesintisiz çıkardı. Aboneler Az sayılmazdı,
fakat Para ödeyenler azdı. Dergi’nin Maddi Yükü üzerine
binmişti. "İktibas benim Yan Gideri’mdir" diyordu.
Dağıtım Şirketleri onu dağıtmak istemiyorlardı. İlk çıktığı
Yıllar’da bir Şirket’le Anlaşma yapmıştı. 9.000 satıyordu. Bir
Yıl bile sürmedi Sözleşmeleri. Baskı’nın yukardan geldiğini
öğrendi.
Sivil
Dönem’de yine Milletvekili olması için Teklifler aldı.
Sorgulamalar, Gözaltı’na Alınmalar Eksik olmuyordu.
Burcan
gibi Mucur'lu diğer bir Sevdalısı Hüseyin Alan
1982 de
İran'a gitti. M. Said Hatipoğlu da Davetliler
içindeydi. S. Aslantaş
Esat
Coşan, Cengiz Çandar, Abdurrahman Dilipak, İhsan Süreyya Sırma
da.
1982 de Adana
Seyahati yaptı. Ekmel Ali Okur ve
diğer Gençler’le tanıştı.
1983
Ocağı’nda Isparta'da Bazı Tutuklamalar olmuştu.. Mustafa
Antalyalı. İz
sürerek bu işi O' na kadar çıkardılar. Ev’e gelen bir kaç
Görevli, Kitaplar’a şöyle bir gözatıp birlikte Kahve içtikleri
Özkan'ı bir kaç Şey soracaklarını söyleyerek
Yazımasası’nın Başından alıp gittiler. Ev’ini 51 Gün sonra
ancak görebildi. Bir Hafta Yakınları hiçbir Haber alamadılar.
O ise Emniyet Binası’nın Bodrum katında, Beton üzerinde Aç ve
Susuz bir halde bırakıldı. Gözler’ini Bağlayarak götürüp
sorguluyorlardı. Dışarıda Isı -18 derece’ye kadar düşmüştü,
oturmak ve yatmak için sadece Beton Zemin vardı. "Allah'tan
Sabır istedim, ne acıktım ne de susadım, sadece Namaz kıldım,
Karanlık’ta Sabah mı Akşam mı, onu bile ayırd edemiyordum, kaç
Gün’dür orada olduğumun Farkında bile değildim." der.
Daha sonra
Cezaevi’ne alındı. Gardiyan "Sağcı mısın, Solcu musun" diye
sormuş, "Hiç biri değilim, Müslüman’ım" Cevab’ına şaşırmış,
"Namaz kılıyor musun?" diye sormuş ve O’nu Namaz kılanlar
Koğuşuna koymuşdu. 51 Gün sonra İlk Mahkeme’den sonra Tahliye
oldu.
M.Yaşar
Soyalan’ın tanışması
da bu Yıllar’a rastlar.
Mehmet
Çoban'dan aldıkları Mektup bir başka Tanış alanı açar.
1984,
Şehsadebaşı'nda Cihan Aktaş tanışır O’nunla.
2 Ekim 1985
de Ankara Siyasi Şube’de tekrar Gözaltı’na alındı. Mehmet
Çoban'ın "Yolumuzdaki
Esaslar" Yazısı’nında Kanun Koyucu’nun Allah olduğunu
anlatıyordu.
14 Günlük
Gözaltı’ndan sonra çıktıkları DGM de 6 şar Yıl 3 er Ay Hapis
Cezası aldılar. Özkan’ın Cezası Para’ya çevrildi.
Dergi’nin 105.Sayısı toplatıldı.
Ziyaret’ine
gelen bir çok Okuyucu ile şahsen tanışıyordu.
Scan-Text Dizgi
Makinası almıştı. Makina İş yapmadı. Çok Kaliteli fakat
Pahalı’ydı. O Gün’e kadar neleri varsa satmış, Makine’nin
Taksitlerini ödemeye çalışıyordu. Bu da diğer Sıkıntılar’ının
üzerine Tuz Biber oldu. Sağlığı bozuldu.
İkitibas Ara Veriyor:
1987
Ağustos’u Hafif bir Felç geçirdi. Tedavi O’nu Ruhsal Koma’ya
soktu. 2 Yıl İktibas’ı yayınlayamadı.
1988
Mayıs’ı. M.Çoban Cezaevi’nden
çıktı.
Sağlığında
bir Düzelme başladığı zaman ilk Düşündüğü Dergi oldu. Parasal
Güc’ü bunu kaldıracak gibi değildi. Fikri benimseyenlerin
Maddi ve Manevi Desdeğiyle 1989 Kasım’ında tekrar Yayına
girdi.
90lı Yıllar:
Eskiden
olduğu gibi Tashihler’ini, Mizanpaj’ını yapıyor, Yorumlar’ı,
Kavramlar’ı, Okuyucu Mektupları’na Cevaplar’ı yazıyordu.
Gönüllü Yardımcıları vardı artık. Son Zamanlar’da Dağıtım’ı da
bir Şirket yapıyordu. Fakat Maddi Yükü hala Omuzlar’ını
çökertiyordu. Çoğunlukla Matbaa’ya kendisi götürüyor,
postalanmasına Yardım ediyordu. nereye giderse girsin,
Turtdışı’na bile, Daktilo’sunu taşır, yazdığı Yazılar’ı
fakslardı.
23 Eylul
1990 Pazar. Daktilo’sunun başında iken Göğsünde başlayan Ağrı
Sol Koluna yayılarak artmaya başladı. Dayanılmaz Hal’e gelince
Ev’ine Yakın olan Gülhane Askeri Tıp Merkezi'nin Acil
Servisi’ne Zor yetiştiler. Doktorlar Qalp Krizi geçirdiğini
söyleyerek hemen Yoğun Bakıma aldılar. 10 Gün kadar Hastane’de
yattı. Biraz düzelmeye başladığında kimi bulsa İslam’ı
anlatmaya, Ziyaretciler’ini Kabul’e başlamıştı.
Yasaklamalarına rağmen Namaz’ını kılıyor, önüne gelenle
konuşuyordu. O'na bakan Asistan Doktor, Özkan olduğunu
anlayınca, ezilerek Dergi’yi okuduğunu, fakat Abone Borcunu
göndermediğini söyleyince Karşılıklı gülmüşlerdi. "Artık seni
buldum, El’imden kurtulamazsın" diyordu. O'nu en Mutlu eden
Şey İktibas’ın okunduğuna ve Etki yaptığına dair
Haberler’di. Hastane’de 10 Gün kaldıktan sonra Ev’e döndü.
Kısa bir İstirahat Dönemi’nden sonra İş’inin Başına dönmüştü.
Artık dinlenmeli, Sigara’yı bırakmalıydı. Fakat o durup
dinlenecek Yapı’da birisi değildi. Sık sık Ritim Bozukluğu
Sebebiyle Hastane’ye gitmek Zorunda kalıyordu. Arıza geçince
de "Bomba gibiyim" diyerek bıraktığı Yer’den Devam ediyordu.
Almanya ve
Hollanda'da Kamplar düzenliyor, Herşey’e Rağmen katılıyor,
İnsanlar’la Yüzyüze konuşmayı, yanlarına gidip Yakın’dan
tanımaya ve kendini tanıtmayı yeğliyordu. Sağlıyı Gün’den
Gün’e bozuluyordu, sık sık Ağrılar’ından yakınmaya başlamıştı.
Gece Yarıları Hastane’ye yetişmek Zorunda kalıyordu. İbn
Sina Hastanesi'nin Kardiyoloji Bölümü’nde 10 Gün kadar
yattı. Bu 10 Gün’ün ilk Haftası çok Sıkıntılı geçmişti. Böyle
geçen bir Gece’nin Sabah’ında Kimse’ye Haber vermeden
Anjiyo’ya almak Zorunda kalmışlardı. Sonuçta; Tıkalı Damarlar
ve by-pass'a dayanamayacak kadar Yorgun bir Qalp çıkmıştı
ortaya. İlaç Tedavisiyle gittiği Yer’e kadar gider, yapacak
bir Şey yok demişlerdi. her Hastane çıkışından sonra O,
Temposunu daha da arttırıyor, sanki yapacağı Şeyleri, anlatmak
istediklerini yetiştiremeyecekmiş gibi bir Duygu’yla Hareket
ediyordu.
1992.Parti
Kurma Teşebbüsü için Davet etti tanıdıklarını. Mesela Ömer
Yorulmaz, Yılmaz Yalçıner'i. S.Aslantaş
O'nun Parti Fikrinden 1973 de bahsettiğini söyler.
1994 ün
Ocak Ayında Ankara Trafik Hastanesi’nde bir Ay yattı.
Sıkıntılı geçen ilk Günler’i atlattıktan sonra oraya da
Düzen’ini kurdu, Daktilo’sunu getirtmiş, Yazılarını yazmaya
başlamıştı. Günlük Gazeteler geliyor, Hergün okunuyor, Yazılar
seçiliyordu. Ziyaretçiler’in ardı arkası kesilmiyor hepsiyle
görüşüyordu. Personel’le, Doktorlar’la, Hastalar’la arası
Gayet İyi’ydi. Hastahane’ye adeta bir Aile Sıcaklığı
getirmişti. Bir Gece çok rahatsızlanmış Ev’ine Telefon edip
Aile’sini çağırmışlar, onlar apar topar gittiklerinde
Doktorlar, Hemşireler Başına toplanmışlar, Telaş içindeydiler.
Özkan'ın Benzi Bembeyaz, Alnı terliyor, konuşamıyordu.
O Gün’den sonra Eş’i de yanında kalmaya başladı. Sıkıntılı bir
Gece geçirmiş, Sabah’a kadar ara ara Oksijen vermek Zorunda
kalmışlardı. Oradakilere "Biz buraya İyi olalım diye geldik,
öldürün diye değil. Ben yaşamak istiyorun" diye kızıyordu. Bu
arada Allah'a kendisine biraz daha Zaman vermesi, daha yapacak
çok Şeyi olduğunu söyleyerek Dua ediyordu. Böyle Zamanlar’da
bile Namaz’ını geçirmiyor, Teyemmüm ederek Gözucu’yla
kılıyordu.
Ramazan
bitmiş, Bayram gelmişti. O Bayram’ı Hastahane’de geçirmek
Zorunda kaldılar. Bu arada İlginç 2 Ziyaretçi Hanım
dolaşıyordu. Eller’inde Çilolata Kutuları Hal hatır sorup,
RP’nin Bayram Tebrikleri’ni sunarak Çikolata İkram
ediyorlardı. Hemşireler’in yanına gidip attığınız her Adım’a
Bin Sevap yazılıyor, ne Mutlu size Sözler’iyle
Eller’indekileri uzatıyorlardı. Bir ara Özkan'ın
Odasına girdiler. O Gözler’i Kapalı yatıyordu, Eşi Mukadder
Yavaş bir Ses’le Tebrikleri Kabul edip çıkmalarını söylerken
Gözler’ini açmış ve ne yaptıklarını anlayınca Yanlış Yol’da
oldukları bu İş’in böyle olmadığını anlatmaya çalışmıştı.
Onlar ise Allah seni Islah etsin Anlam’ında bir bakışla
bakarak oradan uzaklaştılar. Hanımlar’ın daha Yaşlı olanı
Almanya'dan gelmiş ve orada Kutsal Günler’de Rahipler’in ve
Rahibeler’in böyle yaptıklarını, Memleket’ine döndüğünde
kendisinin de bunu yapacağına dair Karar aldığını söylüyordu.
Arkasından Başını iki yana sallayarak Eş’ine bakmış
"Biliyorum, yine bunlarla niye uğraşıyorsun diyeceksin ama ne
yapayım duramıyorum işte. Olur ya birinden birinin Kafasında
bir Soru İşareti beliriverir, Allah'tan Umut kesilmez"
diyordu.
Sağlıyı
iyice düzelmiş, Hastane’den Ayrılma Günü gelmişti. Kendisini
İyi hissettiğini söyleyerek bıraktığı Yer’den başladı.
Tempo’sunu her geçen Gün artırmış, bir yandan çağrılan her
Yer’e yetişiyor, Konferanslar’a, Paneller’e, Toplantılar’a
katılıyor, İnsanlar’la Evler’ine kadar giderek tanışıp
konuşuyordu. El’inden geldiğince de gittiği Yer’e yük olmamaya
Gayret ederdi. "Erenler de Gurur, Kibir olmaz. O sana
gelmiyorsa sen ona gidersin."
Gece 3te
kalkar, Daktilo’sunun Başına geçerdi. Yorulunca ara verir
kendine Çorba yapar, Çay demler, kimseyi uyandırmazdı. Sabah
Namazı’ndan sonra Çorba’sını içer Çay’ını yanına alarak biraz
daha çalışıp daha sonra da İş’ine giderdi. Fırsat bulabilirse
Öğlen Saatleri’nde Büro’sundaki Kanepe’de bir Saat kadar
uyurdu. Çoğu Zaman bu Telaş içinde Öğlen Yemekleri’ni yemeyi
unutuyordu.
Bazen de
Malzeme aldırır, kendisi Yemek yapar, Memurlar’ıyla
Misafirler’iyle yerdi. Hapishane’de öğrendiği "Mahpushane
Yemeği" diye adlandırdığı Patates’le Patlıcan’dan oluşan bir
Yemeği hem çok güzel yapar hem de severdi. Resmiyet’ten
hoşlanmaz, Canı bir şeyler istediği Zaman Misafir olduğu Ev’de
de Malzeme ister, pişirirdi. Bulgur Pilavı ve Çorbası Gözde
Yemekler’indendi.
Çoğunlukla
da Öğleyin Turşu, Pekmez, Soğanı kırarak Zeytin veya Peynir’le
yiyerek doyururdu Karnını. Misafir olduğu Ev’de de bunları
ister Yük olmayı sevmezdi.
1994
Mayıs’ında Bursa'da yapılan "Qur'an'ı nasıl anlamalıyız"
Adlı Sempozyum’da İlahiyatcı Prof.lara "ben Din’imden yemiyor,
Din’ime yediriyorum" diyordu.
94
Ağustos’unda Fıstıklı Sahilleri’nde bir Kamp düzenlemiş, Alış
veriş’ten Çadırlarana gelecek olanlarla yapılan
Haberleşmeler’e kadar bizzat uğraşmış, üç Hafta Çadır’da
kalmış ve Sabah başlamış Gece birlere kadar konuşmuştu. Tatil
bitmiş Ankara' ya dönülmüştü.
Kasım 94
de Asaf Hüseyin’i Ev’inde
ağırladı.
İktibas’la Basın Haber Ajansı’nı ayırmayı çok
istiyordu. Bunun için Çalışmalar’a başladı, fakat Sonucunu
göremedi.
Son Akdeniz Yolculuğu:
Mesin'de
birkaç Günlük bir Kamp düzenlenmişti. Adana'daki
Arkadaşlar’ıyla görüşüp Antakya'da Davetli olduğu bir
Konferans’ta konuşacak oradan da Kamp’a katılmak için Mersin'e
geçeceklerdi.
23 Ocak
1995. Sabah Ev’den Yola çıkma Hazırlıklar’ı yapılıyor, her
zamanki gibi "Çabuk olun" diye Acele ediyordu. İki Kızı ve
Eş’i Mukadder’le Yol’a çıktıklarında Vakit Öğlene
yaklaşmıştı. Adana'ya yaklaştıklarında Akşam Karanlığı
bastırıyordu. Çok sevdiği ve Değer verdiği bir Arkadaş’ının
Ev’ine gitmek istediğini söyledi. Onları arayıp Haber verdi.
Ev’e geldiklerinde Vakit oldukça ilerlemişti. Ev’in Hanımı
dışarıda Yemek yemeği Teklif ettiğinde kendilerine ne
hazırladılarsa ondan Yemek istediğini, Telaş’a gerek
olmadığını söyledi. Yemek’ten sonra Arkadaşlar toplanmış,
Kalabalık bir Sohbet Ortamı oluşmuştu.
Ali
Okur da ordaydı. O’na dönüp "Hayat’ımı yazmaya başladın
mı?" diye sordu, başlamadığını öğrenince "Ölünce mi
başlayacaksın, yapma Ali'cim" demişti. Başka bir Dostu
ise "Abi yeter, yoruldun artık, İktibas’ı bari boşla"
dedikleinde " ne diyorsunuz siz! Kenar’a çekil ,demek bana öl
demektir. Bunu böyle bilin. Daha buna Güc’üm var Allah'ın
İzni’yle!" diye sertçe cevaplamıştı. Vakit Gece Yarısını
geçmiş, Misafirler gitmişti. Ev Sahibi Vedat Kahyalar Çuvallar’la
gelen İktibas'ın Eski Sayılar’ını, Para’yla tuttuğu
Çocukları Trafik Lambaları’nın yanına yollayıp, duran
Arabalar’a nasıl dağıttırdığını anlatıyor, Özkan da
"Size ne İşler açtık" diye gülümsüyordu.
Son
zamanlarda İktibas'ın Depo’da bekleyen Eski Sayılarını,
İnancını paylaşan Dostlar’ına postalamış, dağıtmalarını
istemişti. Bu Yol’la kazanacakları 3-5 Kişi’yi hiçbir Şey’e
değişmeyeceğini söylüyordu.
Yattıklarında Saat 2ye gelmişti. Sabah’ın 8i olduğu halde
kalkmadığını gören Eş’i endişelenmişti. İyi olduğunu söyledi.
Birkaç Gün’dür Rengi değişikti, Garip bir Durgunluk vardı
üzerinde Canlı, görünmeye Gayret ettiği her Hal’inden
Belli’ydi. Giyindi, Sabah Namazı’na kalktığını ,Zor
yetiştirdiğini söylüyordu. Kravat’ını da taktı, Salon’a geçti.
Günlük Gazeteler’e bakıyor ve Notlar alıyordu.
F.Gülen'le İlgili bir Yazı Dizisini okuyor, İlginç
Yerlerini Eş’ine gösteriyor, gülüyordu." Bunun Tamamını sen de
oku" diyordu. Evsahibi Serpil Kahyalar "Çay mı Süt mü
içeceklerini " sordu. Çay’ı Kahve’den sonra içerim Espirisini
hatırlattı. Kahvaltı’ya oturdular, bir Fincan Süt içti, Eş’ine
doldurmasını söyledi. Bir yandan da gülerek Torun’unu
anlatıyordu. Yere düşen Zeytin’i almak için eğildiğinde
Göğsüne Ağrı girdi. İçeri gidip Dil-altı aldı ve Hastane’ye
gidelim, dedi. Eş’ine Kol’una girmesi için İşaret etti. O
Kol’una girdiğinde bir Adım attı, ikincide O'nun Kollar’ına
kendini bıraktı. Ambulans gelmişti. Hastahane’ye vardıklarında
yapılacak birşey olmadığını öğrendiler.
Akşam
birlikte oturup Sohbet ettiği Arkadaşlar’ı oradaydı. "Allahu
Ekber ve lailahe illallah" Nidaları ile Tabud’unu
Ankara'ya götürecek olan Minübüs’e yerleştiriyorlardı.
Dostlar’ı ve Yakınlar’ıyla birlikte birgün önce Hayat Dolu
olarak geldiği Yol’dan Ertesi Gün, Suskun ve Bitik Geri
dönüyordu. Yol uzar bitmek bilmez. Gölbaşı’na geldiklerinde
Gece iletlemiştir. Dostları orada karşılarlar ve naşını alıp
Ankara’ya giderler. Uzak yakın demeden gelen Dostları onu Son
Yolculuğu’nda Yalnız bırakmamışlardı. Dostlar’ı Olay’dan
Haberdar edildi.
25 Ocak'ta
20 Yıl’a yakın bir zamandır çok yakınında oturduğu, Namaz’a
gidip geldiği Aşağı Eğlence Merkez Camii’nde kılınan Namaz’dan
sonra Karşıyaka Mezarlığı'na defnedildi.
Kavgalılar’ı da Cenaze’ydiler Yaşar Kaplan gibi. Nuri
Gedik, İstanbul’dan,
İzmir'den, Adana'dan, Antalya'dan, Mersin'den, Mardin'den,
Trabzon'dan, Adapazarı'ndan gelenler.
RP
Milletvelilleri, Yöneticileri, Vakit, Yeni Şafak, Yerel
TV Kanalları, Radyolar, Selam Gazetesi, Mazlum-Der, Bilgi
Vakfı, Haksöz Dergisi, İnsan Vakfı, Değişim Dergisi, Yeni
Yeryüzü, Pınar Yayınları, AKV, Selam Vakfı, İlahiyat
Hocaları, Ankara Belediyesi’nden Yöneticiler, Bosna
Dayanışma , Yöneliş Yaınlarıy, Aczmendiler..
Oğlu
Ömer Faruk Mezar’ı başında O'nun Ailesi dahil Herşey’i
Davasının gerisinde görebilmiş olduğunu hatırlarıyordu.
Kadınlar
O'nun Cenaze Namazı’nı kılıyorlardı. Mesela Yelda Doğan. Hanımlar’a
hep Değer verdi. Bu Konu’da Herkes gibi O da Gelenekler’in
Etkisinden kendini Kurtarma ve Derin’e inerek Gerçekleri
Tanıma Süreci yaşadılar.
Eş’i
Mukadder Hanım derki: Yanında olmak, O’nunla Yol almak
gerçekten Zor’du. Bu yüzden yanındakiler sık sık Kulvar
değiştiriyorlar o da sık sık Yalnız kalıyordu. Bu da O’nu
bunaltıyordu. Son Günler’de kendinden çokça bahseder olmuştu.
Eş’i de: Bırak, seni başkaları anlatsın. Bunun için de sen
yorulma" deyince "Kimsenin bunu yapacağı yok, bırak da ben
yapayım" diyordu gülerek."
Hızlı
yaşamayı seviyor, Eş’ine "Mezar taşıma Ayağı Ayağına Denk bir
Dost bulamadan gitti, diye yazın" diyordu.
Ölüm’ümden
sonra İktibas'ın Yönetimini Memduh
Kars
üstlendi.
Arkasından
yazılan birçok Yazı, Maziler’in hatırlanmasını sağladı. A.
Müftüoğlu,
Ulvi Alacakaptan ,
M.Ali Turan, Mehmet
Doğan Arif
Dülger
Gazeteler’deki '," Türkiye'deki İslami Uyanışın Büyük
Emekçisi" Başlığı ile verilen İlanlar’ın altında
Yöneliş Yayınları, Selam Gazetesi, Değişim Dergisi, Yeryüzü
Dergisi, Özgün Yayıncılık, Fecr Yayınları, Dünya Yayınları,
Pınar Yayınları vs. Yer alıyordu.
Sünnet
Anlayışı:
M.Durmuş: Özkan şöyle derdi ki: "Peygamber' in Son
Nefesine kadar Görevi Qur'an'ı anlamak ve uygulamak olmuştur."
O'nda Qur'an'ı alıp Peygamber'i Reddetme Eğilimini asla
göremezsiniz. O'na göre "Qur'an'ı kabul ederiz ama Peygamber'i
Saf dışı bırakırız" Anlayışı ne Aqla ne Naqle Uygun değildir."
Peygamber'in en Önemli Sünnet’i Qur'an'a uymaktı. O
Peygamber’i Normal bir Beşer gibi yorumlamakla beraber,
Peygamber'i sadece bir Postacı gibi değerlendiren Anlayış’a da
asla Prim vermez. Peygamber elbette ki Şari değildir. Fakat
bir Postacı’dan Farklı olarak Peygamber Rabb’inden getirdiği
Mesajı okur, anlar, anlatır ve buna göre yaşar. "Peygamber'in
yaptığından Emin olduğumuz Qur'an Çıkışlı herhangi bir İş ile
de kendimizi Bağlı görüyoruz" der. Sünnet Qur'an’ın Pratize
edilmiş Şekli olduğuna göre, Namaz’ı Peygamber nasıl kıldı ise
öyle kılmamız gerekir. Sünnet deyince Allah Rasulu'nun Entari
giymesini, Sarığını ya da Sakal bırakmasını anlamaz.
"..diyoruz ki Peygamberimiz Rasulullah olarak Aqıde ve Amel
Konularında neyi nasıl anlamış ve uygulamış ise, Din’den
birşey olarak bize bildirmiş ise bizler de onun o Konu’daki
Anlayışını kavramaya, Meseleler’e aynı Açı’dan bakabilmeye
çalışalım."
Allah
Qur'an'da Zina edene 100 Değnek vurulmasını emretmiştir diyor
ve ekliyor: "Bize İntikal eden Bilgiler’e göre Allah'ın vur
dediğini Allah'ın Elçisi öldürüyor.."Yani bir Olay olmuş,
bugün Qur'an'dan daha Mütevatir bir Hale gelmiş. Qur'an'ı
bilmeyenler, Recm’i biliyorlar". Bir Elçi olarak
Hz.Muhammed'in yanılmasının elbette Mümkün olduğu üzerinde
durur. Yanılma Durumunda Allah'ın Elçi’sini nasıl düzelttiğini
açıklar.
Sünnet
Hz.Peygamber'in Qur'an'ı Tatbiki iken, Hadis Peygamber'in
yaptığı ve söylediği söylenen Sözler’dir. Bundan dolayı
Hadisler Zann İfade ederler. İsabet edeni olmakla beraber,
Genel Anlamda Zanni olduğu için Kesin Bilgi İfade etmezler.
Rasulullah'ın Israrla kendi Sözler’ini yazdırmaktan kaçınması
üzeride durur.
O’nu
Hadisler’i ve Sünnet’i tamamen reddeden bir Hadis Münkiri
olarak tanıtılmak istenmiştir. Halbuki Kesinlikle böyle bir
Tavrının olmadığını biliyoruz. Bir zamanlar böyle bir
Düşünce’deydi de sonra değiştirdi gibi bir İtiraz da Mümkün
değildir.
O Qur'an
dışında Rasul’e herhangi bir Vahy inmediğine inanır. Sünnet’i
Vahy olarak kabul etmez. Vahy’in sadece Qur'an olduğuna,
Qur'an dışında Peygamber'e birşey inmediğine inanır.
Tenkit
Süzgecinden geçen Hadisler O'nun Kabuludur. "Namaz’ın Erkanı
ile ve daha bazı Mütevatiren bize kadar İntikal etmiş
Rivayetler elbette Tealluk ettikleri Konular’da Amellerimizin
Tereddütsüz Ölçüsü olmaktadır ve olacaktır" der. İkikat
Konusunda Ahad Hadisler’e Zanni olduğu için İtibar edilmez.
Böylece Mehdi ,Mesih, Qabir Hayatı Rivayetler’ini sorgular.
Tasavvuf Anlayışı:
Dergi’nin
104. Sayısından itibaren Temel Tasavvufi Eserler’den yaptığı
Alıntılar’la O'nun içeriğini Okuyucusuna tanıtmaya çalıştı.
Vahdet-i Vucud, Rabıta, Zikir, Gaybi bilme ...Tasavvuf
ayrı bir Din’di." Şirk Ehli’nin İslam’dan Öcünü Tasavvuf
Kanalıyla aldığı Kanaatini taşıyorum" der. Abdulhamid
Bayırbaş Özel Sayı’da O' nun Tasavvufi Görüşlerini
inceler.