Titus Carus Lucretius

MÖ 98-55

 

               Roma’lı Düşünür.. Ozan

                 Roma’da Epikuros Maddeciliğini canlandırıp geliştirerek sürdürdü.

                 Düşünce Tarihi’nde, Edebiyat Gücü’yle Bilim Gücü’nü De Rerum Naturae’de kaynaştırmaya çalıştı.

                 İdealizm’in güçlü olduğu Roma’da, Roma’nın bütün İhtişam’ına direndi. Roma Egemenleri’nin Çıkarlarına uygun düşen İdealist Filosofi’nin Bütün Çabalarına Karşın gelişti.

                   Roma’da kendinden hiç sözedilmeyerek unutturuldu. Onun Kişiliği ve Hayatı üstüne hiçbir Bilgi kalmadı, Yazılarının çoğu kayboldu.

                 Nesnelerin Doğası Üstüne adlı Eser’inde şöyle der :

’Kendi Zenginliklerini artırmak için Vatandaşlar’ının Kanları’nı dökerler. Cinayet üstüne Cinayet işleyerek Zenginlikler’ini İki Katına çıkarırlar. Kardeşler’inin Cenaze Törenleri onlar için Haz Konusu, Yakınlarının Sofraları Kin Kaynağı’dır.’ [1]

                 Bu Eser 6 Kitab’a bölünür. Tezler bu 6 Kitap’ta üstün bir Şiir Dili’yle açıklanır.

O’na göre Evren, ‚Sürekli Devinen Madde’den Meydana gelmiştir, Başlangıcı ve Sonu yoktur, yaratılmamıştır ve yokolmayacaktır, Zaman ve Uzay ‚Devinen Madde’nin dışında Var olamaz ve bunlar birbirleriyle Bağıntılı’dırlar. Evren’in bütün Değişik Görünümleri’nin içinde Atomlar vardır, Doğa’yı Açıklamada başka Yaratıcı İlkeler Hayal etmek Yanlış’tır ve Yalan’dır, Devim, Madde’nin bir Özelliğidir ve hiçbir Doğadışı Etken’in Fiske’siyle Meydana gelmiş değildir, Demir gibi en Katı Cisimler’in bile içleri Sonsuz bir Devim’le Hareket etmektedir.

                 ‘İnsanlar’ın Gümüş ve Altın Damarları’nı izlediği, Toprağın Derinlikleri’nin Demir’le araştırıldığı bu yerlerde Scaptensula’nın Dibi’nden Pis Kokulu bir Soluk yayılır. Madenciler’in Yüzleri ve Tenleri bu Zararlı Soluk altında çöker. Onların neden Çabuk  öldüklerini ve ne türlü Çetin bir Baskı’yla bu Uğraşı’ya Boyun eğdirildiklerini, Varlıklar’ının Nasıl bir Güvensizlik içinde olduğunu hiç görmediniz mi ya da duymadınız mı?’ [2]

                 Lucretius Doğa’ya hiçbir Şey’in Kumanda etmediği ve edemeyeceği, Doğa’da Nesnel Yasalar’ın varolduğu ve Doğa’nın bu Nesnel oldukları kadar da Zorunlu bulundukları, Düşünce’nin Nesnel Gerçekliğin Yansımasıyla gerçekleştiği, Sevinç ve Acı İzlenimleri’nin Duyularımız ve Algılarımız’la oluştuğu vb. gibi Düşüncelerileri sürdü. O’na göre Kendiliğindenlik Evren’in Temel Yasası’dır. Şöyle der:

                 ‘Evren’in Atomları’nın Yerli yerine yerleştirilmiş olmaları, bir Kafa’nın hazırladığı bir Plan’a göre olmuş değildir. Evren’in içinde bin bir Türlü Değişime uğradıktan, Sonsuzluk boyunca sarsılıp yerlerinden edildikten sonra, her Çeşit Devinmeleri ve Birleşmeleri Deney’e Deneye Sonunda Evren’i Meydana getiren bir Düzene ulaşmıştır.’ [3]

                 Demek ki bu Düzen kendiliğinden elde edilmiş, Evren kendi kendini Deneye deneye kurmuştur. Evren’deki tüm Olgu ve Olaylar’ın Tarihsel olduğu, yani bir Başlangıçları, bir  Hayatlar’ı ve bir sonları olduğu Yolundaki Kanı O’nun tarafından şöyle Dile getirilir:

                 ‘Devinimler, Varoluş’a ne Kesin olarak Üstün gelebilirler ve ne de onu koruyabilirler. Meydana gelmiş olanı Tümüyle yıkamayacakları gibi Meydana getirdiklerini koruyamazlar da. Varolma ve Yokolma arasındaki Savaş bu yüzden, Sonsuza dek Eşit Şartlar’da sürüp gider. Hayat kimi Zaman burada ve kimi Zaman orada üsttedir. Ölüm de öyle. Aydınlık Deniz’in Kıyıları’na Ayak basan Çocuğun Hayat viyaklamaları, Ölüm’ün Hüzün Verici İniltiler’ine karışır. Bu İki Oluş birbirine karışmadan hiçbir Gece’nin ardından Gündüz gelmediği gibi hiçbir Gündüz de Gece’ye dönmemiştir.  ‘[4]

                 Demek ki Evren Sonsuz bir Oluş içindedir. Epikurosçu Ataraxia, O’nun tarafından şöyle Dile getirilir:

                 ‘Doğa’nın ne dediğini duymuyor musunuz? Beden için Acı’dan uzak, Ruh için Tasasız olmaktan başka bir İstediği var mı ki? Acı’yı dindirebilen, Tasa’yı yokedebilen Herşey ona Sevinç verir. Doğa, Doğa olarak, bundan başka bir Şey istemez. Eğer bizim Evlerimizde Ellerinde Gece’yi aydınlatmak için Meşaleler tutan Heykeller yoksa, her yanı Gümüş’le ışıldamıyor ve Altın’la parıldamıyorsa ne çıkar; bir Akarsu boyunca bir Ağacın Dalları altında, Dostların arasında, Taze Çimenler’in üstüne uzanarak, kolayca ve Masrafsızca, kendimizi dinçleştirebilmek, hele Hava gülümsüyorsa ve Mevsim Yeşil Otların arasına Çiçekler serpiştirmişse.. bize yeter. ‘[5]

                 Gassendi O’nu keşfedinceye kadar unutulmuştu.

                 Benjamin Farrington şöyle der :’Epikurosçuların Lucretius’a karşı duydukları taparcasına Sevgi Cicero’nun Hoşuna gitmiyordu. Tusculenedes de Epikurosculuğun Roma’da yayılışına öfkeleniyor, başka bir Filosofi’nin öne geçirilmesini istemiyordu.’[6]

Çağdaş Maddeciliğin Babası sayılır.  Rönesans Maddeciliği Uyanışını büyük ölçüde O’nun De Rerum Naturae adlı Eserine borçlu, denir.

 


[1]        Kitap II, satır 59-63

[2]        İbid, kitap VI, satır 808-815

[3]        İbid, kitap I, satır 1024-1028

[4]        İbid, kitap II, satır 569-580

[5]        İbid, kitap II, satır  17-33

[6]        The Modern Quaterly’deki yazısı, sayı 3, c.I, s.214, Londra