DOĞU ve UZAKDOĞU'da DÜN

ÇİN, HİND, İRAN

 

Çin

 

M.Ö

4500                 Çin’de Mongoloid Halklar

2500                 Gansu Civarında uygarlıklar

2000 ler            Yang-ShaoLong-Shan

1450                 Shang Devleti

0600 ler            Çin Setti

 

 

Hind

 

M.Ö.

4000                   İndus Vadisi'ndeki yerleşim yerleri

2800                   İndus Uygarlığının başlangıcı

2600-1700         Mohenco-Daro, Harappa, Lothal kentleri

2000                   Arilerin göç hareketleri. Rig-Veda'lar’ın Yazarları

1400                   Erken Vedik Dönemin başlangıcı

1000                   Hint  Demir çağı

 

MÖ 0800 lü yıllar       Mahavira

MÖ 0800 lü yıllar       Kapila

 

0900-0500         Geç Vedik dönem; Brahmanalar; Arilerin Ganj ovasında yerleşimleri, İlk Mahacanapadalar

0500                   Doğu Ganj Vadi”sinde ilk Kentleşme hareketi

 

 

İran

 

       ZERDÜŞT ÖNCESİ

 

 

ÇİN / DUVARIN ARDI

 

 

                Selef-i Adem:

 

       Arkeolojik Bulgular: 1927 de Pekin’in 50 km Güneybatı’sında bir Mağara’da bulunan iskeletleri  Antropologlar Homo erectus pekinensis olarak adlandırdılar. Araştırıcılar bu Dabbe ile ilgili 350 Milyon yıllık bir geçmiş öngörüyorlar.

       Çin Uygarlığı’nın  Huang Irmağı çevresinde başladığı sanılıyor.  Hunan, Shandong ve Shanxi bölgelerinde yapılan kazılarda yerleşim yerlerine ulaşıldı.

       Huang Irmağı’nın büyük dönemecinin çevrelediği Bozkır’ın Güney Eşiği’ndeki Üst Paleolitik Sitler’de bulunan küçük Taş Aletler, Üst Pleyistosen Dönem’e (2,5 Milyon Yıldan- 10.000 yıl öncesine) ait topluluk izlerine rastlandı.

       Asıl Çin’de Jiangxi’nin güneyindeki Bazı kalıntılar dışında Mezolitik Çağ’ı yansıtan bir kültüre rastlanmadı.

 

                 Kabil’in Ardılları:

 

       Kuzey sınırındaki Moğolistan ve Mançurya’da Hayvancılık ve İlkel Çiftçilik’le uğraşan bir Mikrolit Kültür’ün izlerine rastlandı. Chengde Bölgesi’ndeki sitlerde bulunan Kaba Çakıl Aletler ve Bıçaklar Yerleik Tarım’a dayalı İlkel Neolitik Kültürün belirtilerini taşır. Bu kültürün izlerine Boyalı Çömlek ve Cilalı Taş Aletler’e dayalı yeni bir Geç Neolitik Kültür’ün görüldüğü  Gansu ile Liaodong Körfezi arasondaki Sitler’de rastlanması, Güney’e doğru bir yayılmanın Eski Mikrolit Kültürleri değişime uğrattığını düşündürür araştırıcıları.

       1921 de Huang Irmağı’nın Aşağı Çığırı yakınlarındaki Yangshao’da Avcılık, Hayvan Besiciliği ve Çiftçiliği’nin yanı sıra  Dokumacılıkla’da uğraştığı anlaşılan sayısız Büyük Köyler ortaya çıktı.

MÖ 4500 yıllarında Çin Toprakları’nda Mongoloid tipte ve Neolitik Uygarlık’ta yaşayan bir halk vardı. Bu halkın Tibet, Türk ve Tai karışımı olduğu sanılmaktadır.

 

                

 

                 Büyük DÜN:

 

       Çin Düşüncesi, ‘Klasik İlkçağ Felsefesi’ kapsamı içinde inceleniyor. Yeni belgeler Çin Uygarlığı’nın sanıldığı kadar eski olmadığını, MÖ.1000 yıllarında başladığını gösterdi.

       MÖ 2500’lere tarihlenen yaşayışta bulunan Seramikler Hunan ve Gansu’da yüksek düzeyde bir Uygarlığın gelişmeye başaldığı gösteriyor. Daha sonraki araştırmalar bu Uygarlığın Güney’e de yayıldığını ve Çin’in Batı Asya ve Hindistan’da olduğu gibi boyalı Seramikler’den Cilalı Siyah Seramikler’e geçtiğini göstermiştir.

        Longshan’da elde edilen çeşitli eşyalar bu kültür ile bilinen ilk Çin Hanedanı Shanglar’ın ulaştığı Tunç Çağı arasında bir süreklilik olduğuna ilişkin ip uçları verir.

MÖ. 2000 yıllarına doğru bu halkın iki ayrı kültür düzeyinde gelişmeye başladığı ve bu kültürlerden birine Yang-Shao, öbürüne Long-Shan denildiği biliniyor.

 Yangshao’daki Beyaz ve Longshan’daki Siyah Seramikler çok eski tarihlerde Batı Asya ile bağlar bulunduğuna işaret ediyor. Çin’e özgü olduğu sanılan üç oyuk ayaklı sehbaların bir benzeri Anadolu’da bulundu. Boyalı Çömleklerin Çin’de birdenbire ortaya çıkması, aynı sıralarda bu alanda ilerlemiş olan İran ve Güney Rusya’dan etkilenme ihtimalini kuvvetlendiriyor.

MÖ. 1450 yılında Shang Devleti kuruldu.

1950 lerde yapılan çeşitli araştırmalar Eski tarihlerde Güney Çin’in Kuzey Çin’i geriden izlediğini ortaya koydu.Aşağı Yangtze çevresinde elde edilen bulgular, bu bölgelerin Batı Zhou Hanedanı  döneminde (MÖ 1111-771) bile Kalkolitik Çağ’ın ilerisine gidemediğini gösteriyor.

 

Shang Uygarlığı’nın Kökleri:

 

Birçok değişik etnik topluluğun ve ilkel kültür merkezinin karışıp kaynaşmaı ile doğduğu sanılıyor. Bugünkü Sinkiang ve Moğolistan’dan bazı göçlerin ve Batı Asya ile Güneydoğu Avrupa’dan gelen bazı etkilerin varlığına ilişkin bulgulara karşın bu uygarlığın beşiği büyük ölçüde bugünkü Çin topraklarıdır. Eski Dönem Çin efsaneleri siyasal ve toplumsal etkilerle değişime uğradığından, tarihe ışık tutmada yarar sağlamıyor. Bu efsanelerde halka çeşitli aletleri öğreten ve illeri öğreten bilge Hükümdarlardan bahsedilir.

Hakkında kesin tarihi bilgiler sunulan ilk Çin Hanedanı Shang (Yin) Hanedanı’dır. (MÖ. 18-12.yy.lar).  İlk edebi eserler ve arkeolojik bulgular bu Hanedan’ın birkaç Başkent değiştirdiğini gösteriyor. Shang Hükümdarlığı en parlak döneminde Batı’da Shanxi, Güney’de Yangtze Irmağı ve Kuzey’de Hebei’nin (eskiden Zheli) Güney kesimiyle çevrili topraklarda egemendi.

Hükümdarlar bir Soylular Hiyerarşisine dayanıyordu. Devlet büyük ölçüde verdi toplayan bir ayhıt görünümündeydi. Eski Hükümdarlar’a ve Doğa Güçleri’ne tapılırdı. Shanglar’ın tarımsal gereksinimler için geliştirdiği takvim kaba olmakla birlikte sağlam bir yapı taşıyordu. Resim, işaret ve Hece biçimindeki harflere dayanan Shang Yazısı, bu uygarlığın en çarpıçı başarılarından sayılıyor.

Tunç İşlemeciliği’nde Usta olan Shanglar, savaş ve tarımda gelişmiş aletler kullanıyorlardı. Darının yani Pirinç ve Buğday ekmeği biliyorlardı. Ticaret geniş bir alana yayılmıştı. Dokumacılık ileri düzeydeydi

 

Zhou Hanedanları: (MÖ 1111-0221) (veya 1122)

 

 Kökenleri kesin olarak bilinmemekle birlikte Shang Hanedanı’na  bağlı bir uyruk Halk oldukları anlaşılan Coğlar (Zhoular) öteki halklarla kurdukları ittifaklara dayanarak güçten düşmüş olan Shang Hanedanı’nı devirdiler. Daha sonra Shang Egemenliği’ndeki toprakları ele geçirerek kendi hanedanlıklarını kurdular. Hükümdarlık Ailesi’nden gelenlerin Huang Irmağı Vadisi boyunca kurdukları Yeni Kentler, Doğu ve Güney yönündeki yayılmayla birlikte yaygın bir feodal devletler sisteminin çekirdeğini oluşturdu. Zhou Yönetimi’nin ilk 2 yy.ı istikrar ve iç barış içinde geçti. Bununla birlikte Kuzey’deki Göçebeler’le sık sık savaşlar yapıldı.

MÖ 8.yy.da merkezi yönetimin zayıflamsıyla feodal Devletler arasındaki bağlar gevşedi. MÖ 770’te Chunqiu (Bahar) olarak bilinen döneme geçildi. Bir Hükümdar’ın çevresinde Feodal Beylere ve Saray İşlerini bilen Soylular’a (Shi) dayanan ayrı ayrı Devletler ortaya çıktı. Bunu Devletler arası önderliği ele geçirmeye yönelik iç kavgalar izledi. Bu kavgalarda öne çıkan Devletler Zorunlu Vergi’ye dayalı bir üst Feodal Beylik Sistemi kurdular. Böylece çeşitli Uydu Devletleri şeörelerinde toplayan Qi, Qin, Jin ve Chu Devletleri arasında bir güç  dengesi oluştu.

MÖ 5.yy.da  Chu Devleti’nin  Güney’deki egemenliği sarsılınca ve Jin Devleti kendi içinde bölününce bu denge bozuldu. Öteki Devletlerde de başlayan çözülmelerle yarım yüzyıl süren bir karışıklık başladı. Küçük Devletler Büyük Devletler’e yem olurken, Büyük Devletler içinde yeni Hanedanlar başa geçti. Karışıklık bittiğinde yalnızca 7 Büyük 6 Küçük Devlet ayakta kladı. Eski Jin Toprakları üzerinde Zhao, Han ve Wei Devletleri kurulurken, Qi ve Qin’de de Hükümdar Aileleri değişti.  Tek Eski Devlet olan Chu Devleti de büyük ölçüde Kuzey Kültürü içinde eridi. Yeniden başlayan iktidar mücadelesiyle Zhanguo (Savaşan Devletler) Dönemi’ne girildi.

 

Toplumsal,Siyasal, Kültürel Değişmeler:

 

Birleşik bir Çin’in temellerinin atıldığı  Kanlı İç Savaşlar Dönemi’nde en önemli değişim eski foodal yapının yerini ilkel bir bürokrasi sisteminin alması oldu. Devlet topraklarının Feodal  bağlar temelinde bölünmesi sonuçta Hanedanlar’ın güçten düşmesine yol açtığından, zamanla bu sistemden vazgeçildi. Aynı sıralarda belirli merkezlerden dışa doğru hızlı bir kentleşme süreci başladı. Bu arada Zhou kökenli olmayan Halklar giderek bu uygarlığın çekim alamına girdiler. Devlet Toprak ve Nufus olarak büyüdükce, yni bir iktidar yapısı oluşturma gereği ortaya çıktı. Hükümdarlar’ın Kilit makamlara  beceri ve kıdem esasına göre kendilerine bağlı adamlar atamalarıyla Monarşik iktidar güçlendi. Devlet’e bağlı topraklarda Valilik Sistemine Dayalı Yerel Yönetim birimleri kuruldu. Saray Katipleri ve Sayısız Görevliler’den oluşan merkezi bir yönetim oluşurken, Askerler’den ayrı bir sivil görevliler kadrosu gelişti. Devlet işleri için arşiv tutulmaya başlandı.

Daha önce savaşlarda önemli rol oynayan soyluların yerini meslekten Savaşcılar ve Paralı askerler aldı. Piyadeler’in  önem kazanmasıyla zorunlu askerlik hizmetibe geçildi. Kuzey’de ise Bozkır Halklarının etkisiyle Süvari Taktikleri gelişti. Tarımda temel tahıl olan Darı’nın yanı sıra Buğday, Pirinç ve Soya Fasulyesi ekimi yaygınlaştı. Yoğun tarım gübre kullanımı, dönüşümlü ekim gibi teknikler ortaya çıktı. Küçük çağlı Sulama Sistemi kuruldu. Bölgeler arası Ticaret canlı bir yapıya kavuşurken, Demir işlemeciliği yeni aletlerin yapımını hızlandırdı. Daha önce Feodal beyler için çalışan  Köylüler, yoğun tarıma geçişle birlikte Mülk sahibi olmaya ve Feodal bağımlılıktan kurtulmaya başladı. Tüccar ve Zanaatcılar’ın  benzer bir değişimden geçmesi ile, bütün toplum kesimleri doğrudan doğruya Devlet’in uyruğu haline geldi.

Chunqui Dönemi’nin sonlarında eski yönetici ve soylu kesimlerden gelenlerin oluşturdu, edebiyat görmüş seçkin bir tabaka doğdu. Büyük Siyasal ve toplumsal değişikliklere düşünsel bir coşku eşlik etti.

Konfüçyüs (MÖ 554-479), Mengzi (MÖ y.371-289), Mozi (MÖ 5.yy) ve Xunzi (MÖ y.298-y.230) gibi Filozoflar aynı zamanda Devlet görevini ve Bilge Önderler olarak da Ün yaptı. Sonradan Çin Uygarlığı’nın temel kurallarına  dönüşe toplumsal kurallarına  dönüşen toplumsal kavramları özenle işleyen Konfüçyüs, Katı Feodal Yükümlülükler  yerine baba-oğul gibi evrensel insan ilişkilerine dayanan, yetenek ve ahlak üstünlüğünü öne çıkatan bir düzen önerdi. Onu izleyen düşünürler genellikle onun çizdiği temel varsayımlar içinde kaldılar. Bununla birlikte bazıları Konfüçyüs gibi yönetici seçkin tabakaların niteliğini vurgularken, bazıları da iyi örgütlenmiş bir yönetim mekanizmasına öncelik verdiler. Geleneklere karşı cesur çıkışların pek seyrek görülüğüi Chunqui Döneminin Yenilikçi Ruhu, Konfüçyüzcülüğün 2000 yıllık egemenliğinin ardından ancak 20.yy.da yeniden yaşanabildi.

 

Düşünce:

 

Doğa Güçleri’ne bağlanmayla başlayan bir anlayışı ilkel bir Doğa Düşünce’ne dönüştü. Bu Doğa Düşüncesi, Antikçağ Grekleri’nde olduğu gibi, tümüyle Maddeci bir yapıdadır. Evrenin ve evrendeki herşeyin bir ilk Madde sayılan Çİ (Hava)den meydana geldiği ileri sürüldü. Daha sonra bu ilk Madde’ye Su, Ateş, Toprak ve Maden de eklenerek ilk elementler 5’e; bir süre sonra 6’a çıkarıldı. Bütün bu nesneler bu Elementlerin çeşitli birleşimleriyle oluşuyordu.

Daha sonra Yİ Kıng (Değişmeler Kitabı)’le bu Elementler 8’e çıkarıldı. Bu Elementler’le birlikte maddi karşılıklı etki anlayışı, Yang (etkin) ve Yin (edilgin) kavramlarıyla dile getirilen karşıt güçler ikiciliği, Yuan (başlangıç) düşüncesi geliştirdi.

 

                

 HİNT FELSEFESİ

 

       Çoktanrıcı ve gizemci Hint Dini ve Düşüncesi..

Hint Dinleri’nin çoğu birbirinden oluşarak türemişledir ve bu açıdan bir çeşit mezhep niteliğindedirler. Vedizm nasıl Brahmanizm’e dönüşmüşse, Brahmanizm’de öylece İsa a.’ın doğumuna yakın yıllarda Hinduizm’e dönüşmüştür. Hinduizm, bir bakıma, halk topluluklarına tepeden bakan Vedizm, Brahmanizm’in bir dereceye kadar halkçı görünmeyi başaran Jainizm ve Budizm karşısında halka yaklaşma çabasıdır. Halkı elde tutabilmek için bütün dinsel hurafeleri güçlendirmiş ve yaymıştır. Dünya zevklerinden el etek çekmek, çile doldurmak, Fakirizm, Ruhgöçü, insan vucudunun bir hayalden ibaret bulunduğu vb. Hinduizm’in başlıca ilkeleridir. Vişnu-Siva-Brahma üçlemesinin içinde en çok tutulan tanrı Vişnu’dur. Ölümden sonra ruhların daha iyi bir bedene girmelerini sağlamak için ölüler yakılır ve külleri Ganj nehrine atılır. Ama yine de her yeni doğumun, daha önceki eylemlerin bir toplamı olduğu gerekçesiyle Kast’lar sürdürülür. Jainizm’le, Budizm’in ortaya çıkışı Brahmancılık’ı sarsmıştı. Brahmancı din adamları Brahmancılık’ı halka yaklaştırarak yeni dinlerin rekabetinden korumak istediler. Halkın hurafelerine dini bir nitelik kazandırdılar. Böylelikle Hristiyanlığın ilk yüzyıllarda Brahmancılık’ın kutsal metinleri olan Vedalar, Brahmanalar ve Upanişadlar’a halk inançlarını kapsayan Mahabharata ve Ramayana öyküleri de eklendi. Kimi Batılı yazarlar bu Brahmanizm’e Hinduizm derler. Gerçekte bu din yeni bir din değildir. Kimi Batılı yazarlar da Hinduizm’i ‘Ortaçağ’ın ortalarından günümüze kadar gelen Hint Felsefesi’nde, Hint dininde ve Hint  Ahlakı’nda varlaşan kavramlar sistemi’ olarak tanımlarlar. Özellikle atman (bireysel ruh)  ve Brahman (evrensel ruh) kavramları Hinduizm’in  Felsefi anlayışını dilegetirirler. Bu bireysel ve evrensel ruhlar, zaman ve uzay dışıdır. Bunlarla doğa arasındaki bağlantı karma  (eylem) ile kurulur.  Her atman, Doğa’dan kurtulup Brahman’a karışmak ister. Ne var ki karma, onları samsara (Ruhgöçü) yoluyla yeniden bireyselliğe indirger. Tanrılar da bedenleşirler, bu bedenleşme Avatara (iniş) kavramıyla dilegetirilir. Eski Hint inanışlarına göre Güneş-akıl-tanrı Vişnu, her düzensizlik döneminde insanları ve tanrıları kurtarmak amacıyla, 9 kez dünyaya inmiştir. Her seferinde başka bir kılık ve ad taşımıştır. Vişnu dünyaya her inişinde bir öncekinden daha az kusurlu ve yetkin bir nitelik taşımaktadır. Ama 9.ve sonuncu inişinde de tam bir yetkinliğe ulaşamamıştır. Tanrı’nın dünyaya bir kez daha ve tam yetkinlikle geleceğine inanılır. Bu geliş, evrensel oluşmanın sonlarına doğru olacak ve Vişnu, bu sefer Avatar adını taşıyacaktır. Sanskritçe avatara iniş demektir.  Hindu dininde bu sözcük Vişnu’nun ruh halinden cisim haline geçmesi anlamında kullanılmıştır. Çünkü Vişnu’nun her inişi Tanrısal-ruhsal varlığının cisimleşmesidir. Ama asıl cisimleşme (tam yetkinlik) sonuncu gelişte olacağı için bu adı alacağınu ileri sürerler. Eski Hint metinlerinde Vişnu’nun bu cisimleşmeleri ve inişleri için çeşitli anlatımlar vardır. Kimi anlatımlarda Vişnu 25 kez cisimleşmiş ve yeryüzüne inmiştir. Başka anlatımlar bu inişlerin sayılamayacak kadar çok olduğunu ileri sürmüşlerdir.

 

         Bak: Medine’ye Doğru Doğu’nun İstikameti

 

 

 

HİND

 

 Veda’lar Veda dininin 4 kutsal kitabıdır. Skr.bilgi demektir. Ancak Veda deyimi, gözle görmek ya da okumakla elde edilen bilgiyi değil, kulak yoluyla, işiterek alınan bilgiyi dilegetirir. İncelemeci Söderblombu Kitapları ‘insanlığın en eski kutsal kitabı’ olarak niteler. Kimi incelemeciler de bu bilgilerin MÖ 1500 lü yıllarda Hindistan’ı ele geçiren Ârî’lerden (ki sonradan bu gruplar Hint-Avrupa deyimiyle adlandırılmıştır) edinildiği kanısındadırlar. Sanktritçe yazılmış olan Veda’ların en eskisi Rig-Veda’dır. MÖ 2000 lerde Rig-Veda'lar yazıldı. Sama-Veda, Yajur-Veda ve Atharva-Veda onu izlemiştir. Hint Mitolojisi’nin en önemli destanları bu kitaplarda yazılıdır. Destanlar döneminin Mahabharata ve Ramayana gibi büyük destanları gibi büyük destanları bu kitaplardan yüzyıllarca sonradır. Dini törenlerde tanrıları övmek için söylenen dualar, ilahiler, özdeyişler, sihir ve büyüyle ilgili metinler hep Veda’larda yer almıştır. Tapım kuralları, kozmogoni, ve Teogoni, Eskatoloji konuları bu Kitaplarda bütün ayrıntılarıyla işlenmiştir. Brahmanizm (ki brahmana deyimi Skr.yorum anlamıda da gelir) , bu Kitapların yorumundan doğmuştur.

 

Vedalar’n ilk şarkıları büyücülük şarkılarıdır. Bunlarda henüz büyük Tanrılar’ın adları geçmez. Boğazköy kazılarında bulunan çok önemli bir antlaşma Vedizmin kaynaklarını başka ülkelere çeker. Bu antlaşma MÖ 1300 lü yıllarda Hititler’le Mitanniler arasında yapıldı. Antlaşmada adı geçen İndra, Varuna, Mithra, Tanrıları Vedizmin büyük tanrıları oldu. MÖ 1000 lerde tertiplenen Vedizm şarkıları artık bu Tanrılardan bahsederler.

       Veda’nın en büyük tanrısı İndra'dır. Bir Doğa tanrısı olup Savaşçı’dır.

Varuna akıl tanrısı’dır, evrensel düzeni sağlar, erdemi gerçekleştirir, Göktanrısı’dır. Varuna sözcüğü gök anlamına gelen Uranus ve eski İran'ın tanrısı Ahura'ya ses olarak benzeşir

       Mithra Güneşli gündüz göğü’nün tanrısıdır. Hukuku vazeder.

       Veda şarkılarına göre Varuna’yla Mithra'nın anaları Adidi’dir. O evrendeki bütün varlıkların ortak özü sayılmakta ve Mana’ya benzer.

       Vedalar’da Zeus Pater'in karşılığı olarak Diyaus Pitar vardır. Bu tanrılar gittikçe önemini kaybedecekler ve yerlerini kurban tanrıları alacaktır. Vedizm’e göre Tanrıları yaratan kurbanlardır. Existentializm gibi, varlığı yaratan eylem olmakta.

       Erdem kurban yoluyla elde edilir. Kurbanları tanrıları yaratırlar. Tanrılar da insanları iyiliğe ve güvenliğe ulaştırırlar. Bu sistemde gök ölçüsünün dışında başkaca bir erdem düşünülmemektedir. Veda Hintçe’de bilgi demektir. Ancak bu bilgi kulak yoluyla elde edilir. Veda’nın bilgisi kurbandır.

       Rig Veda sınıfları doğurdu:

Kastların başında  Brehmenler ( Rahip) kastı vardır.

Onların altında Prenslerle Savaşçıların Arya kastı yer alır.

Sonra İşçiler’in ve Köleler’in Çudra kastı,

sonrasa aşağı insanların Parya kastı.

       Erdem bütün bu sınıflarda ayrı bir ölçü taşımaktadır. Bir kastın erdemi, öbür kastın erdeminden başkadır. Erdem bir sınıfa göre almak, bir başka sınıfa göre vermektir. Rig-Veda'nın 10.kitabının  10. şarkısı şöyle biter:

 

‘‘İnsan bir Brehmen'e bir inek verirse bütün alemleri elde etmiş olur.’’

 

       Vedizm’in gelişmesi, ölümden sonra yaşamın birbirini kovalayan çeşitli hayatlar içinde gerçekleşmesi yoluyla oldu. Bu da yeni bir erdem ölçüsü getirdi. İnsan iyi davranışlarla yaşamışsa sonraki hayatında iyi bir bedene, aksi halde kötü bir bedene girecektir. İyilik ödül, kötülük ceza ile sonlanır.

Hint Çoktanrıcılığı’nın ilk ve en büyük dini olan Vedizm’in sayılamayacak kadar çok tanrısı vardır.

       Çin dini gibi , Hint'in sonraki iki dini de erdemcidir, Peygambersizdir. Tanrısızdır. Bugün Milyonlarca bağlıları var.

 

 

Mahavira

MÖ 800-500 lü yıllar

 

        Hind düşünürü.. Jainizm’in kurucusu..

       Yaşamı hakkında masalımsı bilgiler vardır. Gerçekten yaşayıp yaşamadığı bilinmiyor. Adı Sanskritçe’de Büyük Kahraman anlamına gelir.

       O’na göre yaratma diye bir şey olmadığı gibi, yaratan da yoktur. Evren ilksiz ve sonsuzdur, yaratılmamıştır, her zaman vardı ve her zaman varkalacaktır. Yokluktan varlığa geçmek çelişik bir düşüncedir ve olanaksızdır, insan hiçbir canlı varlığa kötülük etmeden yaşamalıdır, insan olamaklıysa çıplak gezmeli ve çok sıkı bir perhiz yapmalıdır.

İlkin çıplak gezmeyi Mahavira sıkı bir perhiz sayar. Çıplak gezermiş. İnsan mümkünse çıplak gezmelidir. Aç kalarak kendini öldürmek bir erdemdir.

 

 

 

JAİNİZM

      

Brahmanizm’in düzeltilmesi olarak ortaya çıkan tanrısız bir Hint dini ve ayrıca İdealist bir Felsefe akımı.. Jainizm (İng. Jainism) deyimi, Hint Düşüncesi’nde, hem MÖ. IX. yy.da yaşadığı söylenen mitolojik bir kahraman olan Mahavira’nın kurduğu bir dini, hem de İsa a.’nın doğuşu sırasında ortaya çıkan Düşünceci bir Felsefe akımını dile getirir. Din olarak Jainizm, Budhacılık’tan az önce ortaya çıkmış ve Budhacılık gibi Brahmanizm’in bir reformu olarak ileri sürülmüştür. Başlıca özelliği onun da Budizm gibi tanrısız oluşudur. Kendisine Cina (Muzaffer) ya da Mahavira (Ulu Kahraman) adı verilen  bir soylu tarafından kurulan bu din, yaratılma olayıyla yaratan düşüncesini yadsır, ne de yaratılan. Evren, ilksiz ve sonsuzdur. Dilimize Caynacılık adıyla çevilen Jainizm  (bu deyim  Jina lakabından türemiştir), özellikle kendini öldürmeyi ve aç kalmayı (oruç) yeğler.. Ruhgöçü inancı bütün Hint dinleri’nde olduğu gibi bu dinin de  temel inançlarındandır. Dinin amacı insanları ruhgöçü’nden kurtarmak için  nirvana’ya sokmaktır. Ruhu ve bedeni, biri bilinçli, biri bilinçsiz olarak, aynı özden sayar. Ruh siva, beden asiva’dır. Bu canlı ve cansız maddeler evrenin de temelidir.

Çıplak gezmeyi  öven  ve öğütleyen Cayna’lar dini çok sonra bu yüzden iki  mezhebe ayrılmış, birine ak giyinenler (Skr.Cvetambara) ve ötekine havayı giyinenler (Skr.Digambara, çıplaklar) adı verilmiştir. Caynacılık anlayışına göre Ruhgöçü, sevap ve günahlar (Skr.Karma) dan ileri gelir. Buysa insan için bir tutsaklıktır. Nirvana’yla bunun önlenmesi ve insanın kurtuluş (Skr.Moksa)’a ulaştırılması gerekir.

 

       Jainizm, İsa a’nın doğumu sıralarında Hindistan’da ortaya çıkan İdealist ve plüralist Jainizm’le karıştırılmamalı.

       İsa’nın doğumu sırasında ortaya çıkan bir Felsefe akımı olarak Jainizm, İdealist Plüralizm’in tipik bir örneğidir. Bu anlayışa göre 2 türlü töz (Skr.Tatva) vardır: Ruh (Skr.Jiva) ve ruh olmayan (Skr.Ajiva). Siva, Asiva olarak da yazılır. Dünyada ne kadar canlı varsa o kadar da Ruh vardır, ama bunların üstünde tek bir tanrılık nitelikte bir ruh yoktur. Bu ruhlar güç olarak, her şeyi bilebilirler. Madde, ruh olmayandır, ilsiz ve sonsuzdu, atomsaldır, algılanabilir. Yumuşaklık (Skr.Ahimsa) en büyük erdemdir ve insanı başkaca her türlü varlığa zarar vermekten alıkoyar. Görüldüğü gibi Jainizm’in dinsel ve felsefesel  ögeleri  birbirine karışmış veya karıştırılmıştır.

 

 

 Kapıla

MÖ 0800 lü yıllar

 

       Hindli düşünür. Ermiş. Masalımsı bir kişilik. Mahabrahata ve Purana’lar gibi çok eski metinlerde adı geçer.

       Sankhya öğretisini ileri sürdü. Tanrıtanımaz, Rasyonalist’tir. İnsan için her sorun karşısında yapılacak tek iş, akla başvurmaktır. Yoksa ne din, ne Tanrı düşüncesi insana mutluluk sağlamaz.

       Öğreti, yüzyıllarca Hint Okulları’nda tartışıldı. Kimilerine göre Budhacılık’ın temelidir. Doğanın yaratılmamış ve yokedilemez olduğunu savunur.

       19-20.yy.da çeşitli araştırmaların konusu edildi.

 

       Eserleri:

       -Karika ve Sutra ,[1]

 

         Bibliyografya:

-R. Garbe Die Sakhya-Philosophie, des Indischen Rationalismus [2]

 

 

Sankaya

 

Sankhya da yazılır. Madde ve Bilinç ikiciliğine dayanan Hint Öğretisi..  Mitolojik bilgin Kapila tarafından ileri sürüldüğüne inanılırsa da bir Felsefe öğretisi olarak ilkin I.yy.da Isvara-Krişne tarafından açıklandı. Budhacılık’ın gerçek kaynağı olduğunu savunanlar da vardır. Ateist bir öğretidir. Evrensel oluşma’nın (Prakrti)’yle Ruhsal ilke (Skr.Purusa)’nin etkileşiminden meydana geldğini ileri sürer. Purusa, evrensel bir Ruh değil, bireysel bilinç’tir. Ne yaratılmıştır, ne de yaratmıştır. Sadece maddeyle etkileşerek mesnel çeşitliliği meydana getirmiştir.

Maddi ilkedeki tüm değişiklikler 3 nitelik (Skr. Guna)’te belirir. Arılık (Skr.Sattva), dinginlik (Skr.Tama) ve devingenlik (Skr.Raja). 3 Türlü kesinlik vardır: Algı, Tümevarım ve Tanıklık. Beşeri Bilgi’nin ölçütleri bunlardır. Öğretiyi derinlemesine inceleyen H. Oldenberg onun Hint Öğretileri içinde en ilginci olduğunu düşünür.

 

       Bibliyografya:

-Die Sankhya Philosophie, R.Garbe ,[3]

 

İRAN

ZERDÜŞT ÖNCESİ

        Kadim Fars Dili’nden günümüze ulaşan e eski belgeler MÖ 6. ve 5.yy.lara aittir. MÖ 708-550 arasında İran’da egemen olan Medler Arami yazısı kullanıyorlardı. Ama ne onlardan ne de onlardan sonra gelen Selevkoslar’dan bugüne bir metin intikal etmedi.

       İran Dili hakkında Ansiklopedisler şöyle derler:Hind-Avrupa Dil-Ailesi’nin Hint-İran kolına bağlı Dil öbeği..

       İran dilleri Kronolojik olarak 3 grupta sınıflandırılır:

       1.Eski İran Dilleri

       2.Orta İran Dilleri

       3.Çağdaş İran Dilleri.

       Eski İran Dili Hind-Arî Dili Sanktrit’in yakın akrabası olan ve MÖ 3.yy.a değin İran’da konuşulan Eski İran Dilleri, Zerdüşt Dini’nin Kitabı Avesta’nın Dili’ni, Ahamenişler Dönemi’nde Persler’in resmi dili olan Eski Farsça’yı ve ilk Büyük İran Devleti’ni kuran Medler’in Dilini içerir.  

 

       Kabil’in Ardılları:

 

       MÖ 5000 lerde başlayan Kalkolitik Çağ ve bunu izleyen ilk Tunç Çağı boyalı çömleklerle atırt edilen kültürlere tanık olunur. Mezopotamya Uygarlıkları ile çok sınırlı ilişkileri olan bu kültürler birbirlerinden de kopuktu.

      

       Dün:

 

       MÖ 2500 lerde Plato’nun Kuzeydoğu’sunda Kil’den yapılmış özgün eşyalar ve benzersiz Bakır ve  Tunç silahlarla ayırt edilen yeni bir kültür ortaya çıkmaya başladı.

       Batı İran’ın Benzer bir  gelişme sürecine girmesi ise MÖ 1500 lerde başladı. Tunç Çağı’nın sona erişi, Demir Çağı’na geçiş Hint-Avrupa Halkları’nın İran’a girdiği döneme rastlar.

 

       Elamlılar:

 

       İran Platosu’nun Tarihöncesi’ni yaşadığı MÖ 3000 lerde bugünkü Kuzistan Düzlüklerinde Meozpotamya ile ilişkili Elam Uygarlığı yükseldi. Başkent Susa . Değişik Bölgeler’in oluşturduğu bir Federasyon’a dayanıyordu.

       Akad Egemenliği’nin ardından  Ur 3.Sülalesi’nin (MÖ 2112-2004) yönetimine giren Elam, Ur Kenti’nin zayıflamasıyla bağımsızlığını kazandıysa da MÖ 16.yy.da gerilemeye başladı.

       MÖ 13.yy.da yeniden önemli bir güç olarak ortaya çıkan Elam’ın Meopotamya’daki yayılması  Babil Hükümdarı I. Nabukadnezar (Nabukodonosor) (Hd.MÖ 1124-1103) tarafından durduruldu. Uzun ve karanlık bir dönemi izleyen Hanedan çekişmeleri sonunda Asurlular MÖ 640 da Elam’ı istila ederek bağımsızlığına son verdiler.

 

       Medler:

 

       MÖ 2.binden itibaren İran’a giren Hint-Avrupa Halkları’nın en ömelileri Medler ve Persler’dir. Başlangıçta Hazar Denizi’nin Güneyine yerleşerek gevşek bir Kabileler Federasyonu oluşturan bu halklar MÖ 9.yya doğru Batı’ya ve Güney’e yayılmaya başladı. Bu sırada Btı İran’ı ellerinde tutan Manna ve Urartu Krallıkları’nın Asur saldırılarıyla zayıflaması ve bunu izleyen İskit istilası, daha örgütlü olan Medler’in siyasal bir güç olarak ortaya çıkışlarını kolaylaştırdı.

       MÖ 8.yy ortalarında Ekbatana(Hemedan) Başkent oldu. Phraortes’in (Hd. MÖ 675-653) Yönetimi altında Persler’e boyun eğdirdikten sonra Asurlular’ıtehdid eden bir güç durumuna geldiler. İskitler’in yol açtığı bir kesintinin ardından Med Egemenliğini yeniden sağlayan Kyaksares( Keyhusrev) (hd.625-585) Babilliler’in de yardımıyla MÖ 612-609 arasında Asurlular’ı yıktı. Ardından giriştiği fetihlerle Med Toprakları’nı en geniş sınırlarına ulaştırdı. Yerine geçen Asyyages (Hd.MÖ 586-550) çok geçmeden çöşitli saldırılarla karşılaştı. Bu sırada güçlenen Persler Med Egemenliğine son verdi.

 

 

Zerdüşt = Zaratustra=Zoroastre

MÖ 0585-0508

 

       MÖ.1000 yılları, MÖ VII.yy.da yaşadığı sanılır. Yukardaki tarihi verenler de vardır.

       Yaşayıp yaşamadığı da tartışmalı. Avesta’nın yazarı kimse O’na Zerdüşt diyoruz. [4] Yaşamı üstüne hiç bir bilgi yoktur.

      

 

 

[1]          Saint-Hilaire Fransızca’ya çevirdi.

[2]          1894,Leipzig

[3]          1894,Leipzig

[4]          Emile Ludwig İsa’nın tarihiliği ile ilgili bu tür yorum yapar.