Gandhi
Tagore’a Karşı
1900 lü
yılların ilk yarısında Hindistan’ın yetiştirdiği en ünlü iki
kişi, iki dost Gandhi ile Tagore idi.
Gandhi Tagore’a ‘Guride’ (büyük Üstad),
Tagore ise Gandhi’ye ‘Mahatma’ (Büyük Ruh)
derdi. Tagore her ne kadar Hint bilgeliyle
kaynaştırmak istediyse de Batı Kültürü’ne fazlasıyla açıktı.
Gandhi, Batı ile anlaşabiliyor, ancak geleneksel tüm
değerleri yaşamına geçiriyor ve Milliyetçi bir mücadele
yöntemi geliştiriyordu. Belki de temel sayılabilecek bu ve
bunun getirdiği görüş ayrılıkları onların ruh kardeşliğine
ve izledikleri bağımsızlık mücadelesine yansımadı. Olsa olsa
patika değiştirdiler.
Gandhi politik söylemi yetersiz kalınca susup oruç
tutardı. Tagore bu noktada şiirleri, şarkıları,
romanları, oyunları ile iletişimini tamamlarddı. Tagore
Fildişi kulesinde idi, sakin. Gandhi pazarın,
meydanın, halkın ortasında. Kazınmış saçları, zayıflığı,
çıplaklığı, sadeliği ile ermiş gibiydi. Tagore ise
uzun, beyaz saçı sakalı ile gösterişli, zengin ve soylu bir
aydındı. Batı’ya açık dünyasında Tagore tüketime asla
karşı değilken, Gandhi neredeyse tüm dünya
nimetlrinden vaz geçecekti. Tagore zaman zaman aydın
safdilliği ile , ‘İngiliz valilerine yazılacak kusursuz,
yalın mektuplarla’ Hindistan’ın bağımsızlığının
kazanılacağını umuyordu. Gandhi ise özgün yöntemi
şöyle açıklıyordu: ‘Yeni bir tarzda savaşım gerekir.
Sömürgeciliğe karşı Hindistan’ın bağımsızlığı
kazanılabilir. Ancak, insanın içinde bulunan kötülük ile
sürekli savaşmak gerekir. Özgürlük mücadelesi sürekli
olandır.’ Bu noktada doğru olduğuna inanılan bir şey için
şiddet kullanmadan mücadele etmek gerektiğini savundu. Bu
kendine özgü mücadele biçimi sömürgeciliğe karşı başarılı
olurken Gandhi’nin temel yöntemi, satyagraha, yani
‘gerçek üzerinde israr etmek’ti. Toplantılarda okuduğu bir
Shelley şiiri, Gandhi’nin düşüncelerini
yansıtıyordu:
Sık ve
sessiz bir orman gibi/ Sakin ve kararlı durun/ Kaybedilmemiş
bir savaşın silahları olan..
Kavuşturulmuş kollar ve bakışlarla.. Gandhi ile
Tagore’un çok iyi anlaştıkları gerçek bir konu vardı:
Hindistan’ın asıl özgürlüğü, yeni ve özgür bir Hintli
bireyin ortaya çıkmasıdır.Hindistan’ın zincirlerinin, Hint
insanının kendisi tarafından yapılmış olduğunu
düşünüyorlardı. Tagore bunu şöyle dile getiriyordu:
‘Mahpus, söyle bana bu kırılmaz zinciri kim getirdi? Zinciri
çok özenle döven benim, dedi mahpus.’
Bu
ortak sıçrama taşından hareketle siyasi mücadelelerini
sürdürdüler. Tagore şiirlerin, oyunların, romanların
yanısıra Politik denemeler yazıyordu. 1904’de kaleme aldığı
‘Ulusal hareket’ adlı makalesinde Hindistan’ın bağımsızlığını
hararetle savunuyordu. 1905’de Hindistan’ın İngiltere
tarafından parçalanmasına karşı çıktı ve siyasal
eylemlerinden ötürü Üniversitelerden kovulan öğrencilerin
yeniden okuayabilmeleri için çaba gösterdi. Tagore’un
aşamında önemli bir kesit de eğitim ile geçmişti.
1901’de
Shantiniketan’da kurduğu Vişna Bharati adlı okulunu
açtı. Bu Okul, öğrencinin uyumlu eğitimi için deneysel
projeler yürütüyordu. Gandhi Okulu ziyaretinde öğretmen
ve öğrencileri mutfak ve temizlik işlerinde çalışmaya ikna
etti, ancak ayrıldığında bu görevlerden hemen vazgeçildi ve
öğrenciler şarkı söylemeye, dans etmeye, çiçeklerle süs
eşyası da yaptıkları eğlenceli eğitimlerine devam ettiler.
Gandhi’ye göre Hindistan’da eğitim köktenci olmalıydı
ve bu, köylerden başlayarak proğramlanmalıydı. Tagore’un
okulu da bu genel projenin bir örnek ürünü idi. Tagore
bir süre sonra Shantiniketan köyü yeniden yapılanma
proğramını Dr. Elmhirst ile birlikte yürüterek, Batı
ile Doğu kültürlerini ayn çatı altında yaşatmayı, Gandhi’nin
de isteği üzerine denedi. Tagore yeniden kişisel
çalışmalarında yoğunlaşmıştı. Henüz 17 yaşındayken öğretim
için gittiği İngiltere’de ve diğer Batı Ülkeleri’nde artık
kitaplarıyla tanınıyordu. Batı, sanki Doğu’yu yeniden
keşfetmiş gibi yoğun biçimde Tagore okuyor, kitapları
onlarca baskı yapıyordu. Şair Yeats, Tagore’un
şiirlerini çevresine hissettirmeden okumaya çalışmasını, ne
kadar etkilendiğini anlamalarından korkmakla açıklıyordu. Ve
bu şiirlein kuşaklar boyunca, yol boylarında gezginler,
ırmakta kürek çekenler ve nice insanlar tarafından
okunacakları övgüsünü dile getiriyordu.
Tagore,
1913 yılında Nobel edebiyat ödülünü aldıktan sonra uzun bir
dünya turuna çıktı. Japonya, Amerika, Güney Amerika’yı ve
başka bir çok ülkeyi, dünya halklarının yaşamlarını
gözlemlemek amacıyla gezmeye başladı. Savaş ve Milliyetçilik
karşıtı konuşmasını 1916’da japonya’da yaptı. 1930 yılında
İngiltere’den şöyle seslendi:
‘Avrupa, Asya’daki moral üstünlüğünü tümüyle kaybetti artık.
Şimdi yüksek ilkeler savunucusu ve adalet şampiyonu olarak
değil de Batı ırkının üstünlüğünün koruyucusu ve sınırları
dışındaki dünyanın sömürücüsü olarak görülüyor. Bu, Avrupa
için, büyük bir ahlaki yenilgidir. Asya, fiziki olarak
güçsüz ve yaşamsal çıkarları tehlikeye girdiğinde kendisini
saldırıdan koruyamayacak durumda olduğu halde şimdi Avrupa’ya
küçümseyerek bakabilmektedir.’
Tagore,
Gandhi’nin yanında siyasal yaşama hep katılmaya çalışmış,
sık sık da bağnazlıklardan dolayı kendisini çekmek durumunda
kalmıştır. Batı dünyasına açıklığı, İngilizler’e karşı
çıkmayacak ve giderek onları sevecek ölçüde idi. Ancak, 1915
yılında kendisine verilen ‘Sir’ ünvanını hoşgörüyle
kabul eden Tagore, 1919’da Pencap’ta çok sayıda
suçsuz Hintliler’in katledilmesi üzerine, bir Protesto
mektubu ile birlikte unvanını İngiltere Kralına geri verdi.
Gandhi için ‘Belki de başarılı olamayacak, belki de
insanları eşitsizlikten kurtarma çabasında İsa gibi,
Buda gibi başarısız olacaktır ama, gelecekte
yaşamından ders çıkarılcak bir insan olarak her zaman
anılacaktır’ dedi.
Gandhi,
oruca başladığı bir gün mektubunda şöyle yazdı Tagore’a:’
Öğle üzeri ateşli kapılardan geçeceğim. Eğer bu çabamı
kutsarsan, ki bunu isterim, bana güç vereceksin. Eğer
yanılıyorsam, itirafın bedeli ne olursa olsun, hatamı kabul
etmeyecek kadar gururlu değilim.’ Bu arada Tagore’dan
bir telgraf geldi:’ Hindistan’ın birliği ve sosyal bütünlüğü
için değerli yaşamı feda etmeye değer. Böylesine ulusal bir
trajedinin son noktasına gelmesine izin verecek kadar
yüreklerimizin nasır tutmamış olduğunu umarım.’ Gandhi
mektubuna bir kaç satır ekledi: ‘Telgrafın için teşekkür
ederim. Girmek üzere bulunduğum fırtınada bana desdek
olacaktır sözlerin.’
Tagore
o akşam Shantiniketan’daki Okulunda şöyle diyordu: ‘Güneş
tutulmasına benzer bir gölge karartıyor bugün Hindistan’ı.
Yaşamı boyunca Hindistan’ı kendi gerçeği yapmış olan
Mahatma bugün en üstün defakarlık söznünü tutmaya
başladı (...) Her ülkenin, ruhun yaşadığı ve maddi güçlerin
toprağın bir karışını bile fethedemeyeeği bir coğrafyası
vardır. Dışarıdan gelen hükümdarlar kapının dışında
kalmalıdırlar’.
Yine bu
konuda, şu ilginç tespitte bulunur:’ Memleketimizde
konservelerin hiç el değmeden hazırlanıp kutulandığını
bildiren reklamlar gördük. Bu iddia, Hindistan’ın yönetiliş
şekli için de doğrudur; ona da hemen hiç insan eli değmez.
Valiler, ne dilimizi öğrenmek ne de görevleri dışında
bizimle bir insan olarak temasa geçmek ihtiyacı duyarlar.
Ama yönettikleri bizler, soyut bir varlık değiliz, duyarlığı
olan canlı kişileriz.’
1912’de
yazdığı Jana-gana-mana şiirini, 1919 da ‘Hindistan’ın
Sabah Şarkısı’na dömüştürmüş, bu da Hindistan’ın ulusal
marşı olmuştur. Bağımsızlık mücadelesinde halkın ilham kaynağı
olan marşın sözleirnin bir kısmı şöyle:
‘Yamuna
ve Ganj nehirlerinin nağmelerine karışırken adın /Hint
denizinin nazlı dağları arasında edilirsin terennüm/ Onları
takdis etmen için dua ederler/ Hint mukaddesatının
idarecisin sen/ Zafer zafer zafer zafer sana.
Hasan Aydın
/Sosyalizm
ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nden)