Rabindranah Tagore

1861-1941

 

                   Hintli Düşünür.

                   Bengal Dili’nde Rabindranath Thakur denir. 7 Mayıs’da Soylu bir Aile’nin en Küçük Çocuğu olarak Kalküta’da Dünya’ya geldi. Eserler’ini Bengal Dili’nde vermiş Şair ve Mistik.  Hint Kültürü’nün Batı’ya, Batı Edebiyatı’nın da Hindistan’a tanıtılmasında Önemli bir Rol oynadı. 1913’te Nobel Edebiyat Ödülü kazandı.

Ulu Bilge (Maharişi)  Devendranath Tagore’nin Oğlu’ydu.Şiir yazmaya Genç Yaş’ta başladı. 1880ler’deki bir Dizi Şarkı Kitabı’nın ardından 1890’da , Daha Olgun bir Uslub’un görüldüğü Manasi’yi yayınladı.

                   Tagore 1891’de , Babasının Topraklar’ını yönetmek üzere Şileyda ve Seyitpur’a gitti. Şileyda Kırlar’ını ve İleride eserler’inin Temel İngeleri’nden biri olan Ganj Irmağı’nı çok sevdi. Ayrıca Köylüler’i  yakından tanıma Fırsat’ı buldu. Onların Geri kalmışlığı ve Yoksulluğu’nu Sonraki Eserler’inde Ama Teması oldu. Basit İnsanlar ve Onların Küçük Acıları’nı anlattığı Öykğler’ini sonradan Galpaguççha’da toplayacaktı. Bu arada Siyasal ve Toplumsal Sorunlar’la da ilgilendi, ama Hindistan’ın Bağımsızlığı’nı Hiçbir Zaman kendi Başına bir Amaç olarak görmedi.

       1902-1907 Arası Tagore için Zor Yıllar’dı. Karısı’nı ve İki Çocuğu’nu kaybetti. Ama En Güzel Şiirler’inden Bazılarını da bu Dönem’de yazdı. Ünlü Şiir Kitabı Gitanjali’nin İngilizce Çevirisi ona 1913’te Nobel Ödülü kazandı. 1915’te ‘Sir’ Ünvanı verildi. İngilizler’in Hindistan’a giriştiği Amritsar Katliamı’nı protesto etmek için 1919’da Unvanı Geri verdi.

Son 25 Yılı’nda Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika, Çin, japonya, Malaya ve Endonezya’da Konferanslar verdi. Şiir ve Öylüleri kadar Parlak olmamakla birlikte Romanlar da yazdı. Bunların En tanınmışı Gora’dır. Aynı Zamanda Yetenekli bir Besteci ve Hindistan’ın önde gelen Ressamlar’ından biriydi. Bazı Eserler’inin İngilizce Çevirilerini de kendisi yaptı. 1901’de Bolpur Yakınları’ndaki Şantiniketan’da Hint ve Batı Gelenekleri’ni kaynaştıracak bir Okul kurdu. 1921’de de Aynı Yer’de Visva-Bharati Üniversitesi’ni açtı.

       Doğa ile Uyumlu Kusursuz Ruh Dünyası’nı sarsan Makinalar’ın Gelişimi Dönemi’nde Ülke’sinin Gelenekler’i Temelinde Manevi Potitizm’i seçti, denir.

       Birbirlerini Yaranlık’la izleyen Gandhi ve Tagore,  Hindistan’ın Bağımsızlık Mücadelesi’nde Düşünce ile Pratiğin Temsilcisi olmuştur. Tagore hep Gandhi’nin Yanında Yer almaya çalıştıysa da İlişkileri zaman zaman tipik Politikacı-Edebiyatçı İkilemleri’nin Küçük Tartışmalar’ıyla renklenmiştir, denir.

       7 Ağustos 1941 de Kalküta’da öldü.

 

       Eserleri:

       Çok çeşitli Alanlar’da Etkinlik Göstermesine karşın Üretken bir Yazar’dı. Hayatının son 25 Yılı’nda 21 Kitap yayınladı.

       -Manasi, En tanınmış Şiirler’inden Bazıları’nı içeren bu Kitap’ta, Od gibi, Bengal Dili’nde daha önce denenmemiş Türler’deki Eserler’iyle Toplumsal ve Siyasal Konular’daki İlk Şiirler’i de Yer alıyordu.

       -Galpaguççha, [1](Bir Demet Öykü),

       -Sonar Tari, [2](Altın Teneke),

       -Çitra, [3](Çitra),

       -Çaitali, [4](Son Hasat),

       -Kalpana,[5] (Düşler),

       -Kshanika,[6]

       -Naibedya, [7]  (Adak),

       -Citrangada, [8]Lirik Oyun,

       -Malini, [9]Lirik Oyun,

       -Gitanjali, [10]

       -Gora, [11]

 

       Türkçe’ye Çevrilenlerden:

       -Bahçıvan,[12]

       -Meyva Zamanı,[13]

       -Büyüyen Ay,[14]

       -Avare Kuşlar,[15]

       -Acıkan Taşlar,[16]

       -Şairin Dini,[17]

       -Aşk’a Çağrı,[18]

 

 Gandhi Tagore’a Karşı

1900 lü yılların ilk yarısında Hindistan’ın yetiştirdiği en ünlü iki kişi, iki dost Gandhi ile Tagore idi. Gandhi Tagore’a ‘Guride’ (büyük Üstad), Tagore ise Gandhi’ye ‘Mahatma’ (Büyük Ruh) derdi. Tagore her ne kadar Hint bilgeliyle kaynaştırmak istediyse de Batı Kültürü’ne fazlasıyla açıktı. Gandhi, Batı ile anlaşabiliyor, ancak geleneksel tüm değerleri yaşamına geçiriyor ve Milliyetçi bir mücadele yöntemi geliştiriyordu. Belki de temel sayılabilecek bu ve bunun getirdiği görüş ayrılıkları onların ruh kardeşliğine ve izledikleri bağımsızlık mücadelesine yansımadı. Olsa olsa patika değiştirdiler.

Gandhi politik söylemi yetersiz kalınca susup oruç tutardı.  Tagore bu noktada şiirleri, şarkıları, romanları, oyunları ile iletişimini tamamlarddı. Tagore Fildişi kulesinde idi, sakin. Gandhi pazarın, meydanın, halkın ortasında. Kazınmış saçları, zayıflığı, çıplaklığı, sadeliği ile ermiş gibiydi. Tagore ise uzun, beyaz saçı sakalı ile gösterişli, zengin ve soylu bir aydındı. Batı’ya açık dünyasında Tagore tüketime asla karşı değilken, Gandhi neredeyse tüm dünya nimetlrinden vaz geçecekti. Tagore zaman zaman aydın safdilliği ile , ‘İngiliz valilerine yazılacak kusursuz, yalın mektuplarla’ Hindistan’ın bağımsızlığının kazanılacağını umuyordu. Gandhi ise özgün yöntemi şöyle açıklıyordu: ‘Yeni bir tarzda savaşım gerekir. Sömürgeciliğe karşı Hindistan’ın  bağımsızlığı kazanılabilir. Ancak, insanın içinde bulunan kötülük ile sürekli savaşmak gerekir. Özgürlük mücadelesi sürekli olandır.’ Bu noktada doğru olduğuna inanılan bir şey için şiddet kullanmadan mücadele etmek gerektiğini savundu. Bu kendine özgü  mücadele biçimi sömürgeciliğe karşı başarılı olurken Gandhi’nin temel yöntemi, satyagraha, yani ‘gerçek üzerinde israr etmek’ti. Toplantılarda okuduğu bir Shelley şiiri, Gandhi’nin düşüncelerini yansıtıyordu:

Sık ve sessiz bir orman gibi/ Sakin ve kararlı durun/ Kaybedilmemiş bir savaşın silahları olan..

Kavuşturulmuş kollar ve bakışlarla.. Gandhi ile Tagore’un çok iyi anlaştıkları gerçek bir konu vardı: Hindistan’ın asıl özgürlüğü, yeni ve özgür bir Hintli bireyin ortaya çıkmasıdır.Hindistan’ın zincirlerinin, Hint insanının kendisi tarafından yapılmış olduğunu düşünüyorlardı. Tagore bunu şöyle dile getiriyordu:

‘Mahpus, söyle bana bu kırılmaz zinciri kim getirdi? Zinciri çok özenle döven benim, dedi mahpus.’

Bu ortak sıçrama taşından hareketle siyasi mücadelelerini sürdürdüler. Tagore şiirlerin, oyunların, romanların yanısıra Politik denemeler yazıyordu. 1904’de kaleme aldığı ‘Ulusal hareket’ adlı makalesinde Hindistan’ın  bağımsızlığını hararetle savunuyordu. 1905’de Hindistan’ın İngiltere tarafından parçalanmasına karşı çıktı ve siyasal eylemlerinden ötürü Üniversitelerden kovulan öğrencilerin yeniden okuayabilmeleri için çaba gösterdi. Tagore’un aşamında önemli bir kesit de eğitim ile geçmişti. 

1901’de Shantiniketan’da kurduğu Vişna Bharati adlı okulunu açtı. Bu Okul, öğrencinin uyumlu eğitimi için deneysel projeler yürütüyordu. Gandhi Okulu ziyaretinde öğretmen ve öğrencileri mutfak ve temizlik işlerinde çalışmaya ikna etti, ancak ayrıldığında  bu görevlerden hemen vazgeçildi ve öğrenciler şarkı söylemeye, dans etmeye, çiçeklerle süs eşyası da yaptıkları eğlenceli eğitimlerine devam ettiler. Gandhi’ye göre Hindistan’da eğitim köktenci olmalıydı ve bu, köylerden başlayarak proğramlanmalıydı. Tagore’un okulu da bu genel projenin bir örnek ürünü idi. Tagore bir süre sonra Shantiniketan köyü yeniden yapılanma proğramını Dr. Elmhirst ile birlikte yürüterek, Batı ile Doğu kültürlerini ayn çatı altında yaşatmayı, Gandhi’nin de isteği üzerine denedi. Tagore yeniden kişisel çalışmalarında yoğunlaşmıştı. Henüz 17 yaşındayken öğretim için gittiği İngiltere’de ve diğer Batı Ülkeleri’nde artık kitaplarıyla tanınıyordu. Batı, sanki Doğu’yu yeniden keşfetmiş gibi yoğun biçimde Tagore okuyor, kitapları onlarca baskı yapıyordu. Şair Yeats, Tagore’un şiirlerini çevresine hissettirmeden okumaya çalışmasını, ne kadar etkilendiğini anlamalarından korkmakla açıklıyordu. Ve bu şiirlein kuşaklar  boyunca, yol boylarında gezginler, ırmakta kürek çekenler ve nice insanlar tarafından okunacakları övgüsünü dile getiriyordu.

Tagore, 1913 yılında Nobel edebiyat ödülünü aldıktan sonra uzun bir dünya turuna çıktı. Japonya, Amerika, Güney Amerika’yı ve başka bir çok ülkeyi, dünya halklarının yaşamlarını gözlemlemek amacıyla gezmeye başladı. Savaş ve Milliyetçilik karşıtı konuşmasını 1916’da japonya’da yaptı. 1930 yılında İngiltere’den şöyle seslendi:

‘Avrupa, Asya’daki moral üstünlüğünü tümüyle kaybetti artık. Şimdi  yüksek ilkeler savunucusu ve adalet şampiyonu olarak değil de Batı ırkının üstünlüğünün koruyucusu ve sınırları dışındaki dünyanın sömürücüsü olarak görülüyor. Bu, Avrupa için, büyük bir ahlaki yenilgidir. Asya, fiziki olarak güçsüz ve yaşamsal çıkarları tehlikeye girdiğinde kendisini saldırıdan koruyamayacak durumda olduğu halde şimdi Avrupa’ya küçümseyerek bakabilmektedir.’

Tagore, Gandhi’nin yanında siyasal yaşama hep katılmaya çalışmış, sık sık da bağnazlıklardan dolayı kendisini çekmek durumunda kalmıştır. Batı dünyasına açıklığı, İngilizler’e karşı çıkmayacak ve giderek onları sevecek ölçüde idi. Ancak, 1915 yılında kendisine verilen ‘Sir’ ünvanını hoşgörüyle kabul eden Tagore, 1919’da Pencap’ta çok sayıda suçsuz Hintliler’in katledilmesi üzerine, bir Protesto mektubu ile birlikte unvanını İngiltere Kralına geri verdi. Gandhi için ‘Belki de başarılı olamayacak, belki de insanları eşitsizlikten kurtarma çabasında İsa gibi, Buda gibi başarısız olacaktır ama, gelecekte yaşamından ders çıkarılcak bir insan olarak her zaman anılacaktır’ dedi.

Gandhi, oruca başladığı bir gün mektubunda şöyle yazdı Tagore’a:’ Öğle üzeri ateşli kapılardan geçeceğim. Eğer bu çabamı kutsarsan, ki bunu isterim, bana güç vereceksin. Eğer yanılıyorsam, itirafın bedeli ne olursa olsun, hatamı kabul etmeyecek kadar gururlu değilim.’ Bu arada Tagore’dan bir telgraf geldi:’ Hindistan’ın birliği ve sosyal bütünlüğü için değerli yaşamı feda etmeye değer. Böylesine ulusal bir trajedinin son noktasına gelmesine izin verecek kadar yüreklerimizin nasır tutmamış olduğunu umarım.’ Gandhi mektubuna bir kaç satır ekledi: ‘Telgrafın için teşekkür ederim. Girmek üzere bulunduğum fırtınada bana desdek olacaktır sözlerin.’

Tagore o akşam Shantiniketan’daki Okulunda şöyle diyordu: ‘Güneş tutulmasına benzer bir gölge karartıyor bugün Hindistan’ı. Yaşamı boyunca Hindistan’ı kendi gerçeği yapmış olan Mahatma bugün en üstün defakarlık söznünü tutmaya başladı (...) Her ülkenin, ruhun yaşadığı ve maddi güçlerin toprağın bir karışını bile fethedemeyeeği bir coğrafyası vardır. Dışarıdan gelen hükümdarlar kapının dışında kalmalıdırlar’.

Yine bu konuda, şu ilginç tespitte bulunur:’ Memleketimizde konservelerin  hiç el değmeden hazırlanıp kutulandığını bildiren reklamlar gördük. Bu iddia, Hindistan’ın yönetiliş şekli için de doğrudur; ona da hemen hiç insan eli değmez. Valiler, ne dilimizi öğrenmek ne de görevleri dışında bizimle bir insan olarak temasa geçmek ihtiyacı duyarlar. Ama yönettikleri bizler, soyut bir varlık değiliz, duyarlığı olan canlı kişileriz.’

1912’de yazdığı Jana-gana-mana şiirini, 1919 da ‘Hindistan’ın Sabah Şarkısı’na dömüştürmüş, bu da Hindistan’ın  ulusal marşı olmuştur. Bağımsızlık mücadelesinde halkın ilham kaynağı olan marşın sözleirnin bir kısmı şöyle:

‘Yamuna ve Ganj nehirlerinin nağmelerine karışırken adın /Hint denizinin nazlı dağları arasında edilirsin terennüm/ Onları takdis etmen için dua ederler/ Hint mukaddesatının idarecisin sen/ Zafer zafer zafer zafer sana.

 

        Hasan Aydın /Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nden) [19]

 

 


 

[1]              1912,

[2]              1893,

[3]              1896,

                ç.1942,1961,

[4]              1896,

[5]              1900,

[6]              1900,

[7]              1901,

[8]              1892,

[9]              1895,

[10]             1910,

                ç.1941, Gitanjili-İlahiler,

                ç.1942,Gitanjili-Nefesler,

[11]             1907,

                ç.1966,1984,

[12]             1938,1969,

[13]             1940,

[14]             1941,

[15]             1943,1961,

[16]             1946,

[17]             1949,

[18]             1962,1985,

[19]             1988, c. IV, s.1053, İletişim Yay.