Ebu Hamid el-GAZALİ
Ebu Hamid
el-GAZALİ
Muhammed ibnu
Muhammed ibnu Muhammed ibnu Ahmed
450-505
/1058-1111
Çocukluk Yılları
Huquq Tahsili
Kelam Tahsili: (Sünniliğin
Kelam'la Temsili)
Nizamü’l-Mülk ile
Tanışma
Bağdat
Şam
Qudüs Ve Hicaz
Tus’da İnziva: (Sufizm)
(Mutasavvıf el-Gazali)
Nişabur
Tekrar Tus:
Felsefe
el-Munkız
MEŞŞAİ YETERSİZLİK
a)
Varlıkbilim
b)Ahiret
c)Nübüvvet
Meşşai eleştirileri
Batini Eleştirisi
İmam,
Zeynüddin, Hüccetül İslam olarak
anılır
Giriş:
Müslüman
Düşünce'sinde Selefiyye'nin sürekli tartıştığı Rey ve
Sistematik Te'vilci Mu'tezile,
hiç bir zaman Aqlı tek Haqiqat
Kaynağı görmemişlerdi..
İbnu Rüşd'de dahil Hükema için
de durum bu. Mu'tezile Aqılcılığı sonraları Şiilik,
Tasavvuf, Sünni Kelam’da değişik Tonlar'da yumuşatıldı.
Meşşailik, İbnu Sina ile
İşraqi
Aşı aldı. Batı'nın Din-Bilim çatışması
bu Dünya'nın Sorunu olmadı.
Gazali
Müslüman Düşünce Tarihi'nde çok boyutlu bir
Sima.
Çeşitli İlimler'le
Meşgul oldu, Muhtelif Yolları denedi. Rakip
İnanç ve Düşünce
Sistemleri'ne karşı benimsediği
İnanç ve Fikir
Sistemini savunmak, karşı Düşünce'de olanları
Red ve İptal
etmek için bir çok Eser yazdı.
Çocukluk Yılları:
450/ 1058 de
Horasan’da Tus (Meşhed) Şehri civarında Gazale
Köyü'nde doğdu.
Küçük Muhammed Bir
Rivayete göre Babası
Fakir ve okumamış bir Adam'ın
Oğlu
olarak Dünyaya geldi . Köyünden ya da Yün eğirip
Dükkan'ında satan
Babasından dolayı el-Gazzali olarak
ünlenecektir.
Amcası Büyük
el-Gazali dir. Daha Çocukken
Babası öldü. Öleceğine yakın
Oğulları Muhammed ile Ahmed'i bir Sofi’nin
Eline
teslim etti. Pek az olan NMalını da onlara bıraktı. Baba'dan
kalan Mal bitince, Sofi Geçimlerini sağlamak maksadıyla onları
bir Medrese’ye yerleştirdi.
el-Gazali’nin
bir süre o Sofi’nin yanında bulunması O’nun Ruh'u üzerinde
büyük bir Te'sir bıraktı. Şeyh Ebu Ali Faremedi
‘(ö.47/1084) nisbetle Hacegan Tarikatı onu kendilerinden
sayar.
Huquq Tahsili:
Muhammed
Tahsilini Tus’ta yaptı. Burada Ahmed ibnu Muhammed
er-Razekani’den Fıqıh
Dersleri aldıç Sonra Curcan’a gitti,
orada Şafii Fıqhını Ebu Nasr el-İsmaili’den
Tahsil etti. Memleketine dönmesi
Maceralı oldu.
Beraber Yolculuk
yaptığı Kervan'ın
Yolunu Eşkiya kesti. Bütün
Yolcuları soydular.
Muhammed’in içinde Notları bulunan
Yorbasını da
aldılar. Gazallı Muhammed Başkanlarına Müracat etti.
Senelerce Ömür sarfedip elde ettiği
Bilgiler'e ait Notlar'ının
Torba'da olduğunu ve bu
Notlar'ın kendilerine hiç bir
Faydası
olmayacağını anlatarak geri verilmesini istedi. Başkan
gülümsedi: ‘Elinden Kağıt Parçaları alınınca
Cahil kalıyorsun.
Bilgi böyle mi olur?’ dedi, Adamlarına geri verilmesini
söyledi.
el-Gazali
bu Söz'den
Ders alarak 3 Sene bu
Notları ezberlemekle uğraştı.
Kelam Tahsili:
(Sünniliğin
Kelam'la Temsili)
Sonra Nişabur’a
gitti. Selçuklu Veziri Nizamu’l-Mülk’ün İnşa
ettirdiği Medrese’nin Başmüderrisi İmamu’l-Harameyn’den (Ebu’l-Meali
Ziyaeddin el-Cüveyni ) Ders aldı
(Fıqıh, Usul, Mantıq, Kelam). Hocası O’nu çok beğenirdi. Hatta
son zamanlarda Zekasına gıpta ederdi.
el-Gazali
bu sıralarda daha Genç
Yaşında iken
Eser Telifine başladı ve
Şöhret kazandı.
Sünnilik,
Hadisciler’in elinden O'nun Kelamı sayesinde
Eş'ariliğe geçti.. Önce Kelam’ın
Savunusunu onlara karşı yaptı, sonra da
Meşşailere.
Selefiyeye
karşı kelamı şöyle savundu:
' ..Yok
Sakınca ilmin gerekli kıldığı Düşman'ı susturmak,
Taassub ve
Münakaşa ise, bunun kaçınılması gereken bir
Haram olduğuna
İtirazımız yok. Nitekim Fıqıh, Hadis ve Tefsir
İlimleri'nin de
Sebeb olduğu Önderlik
Tutkusu, Kibir,
Böbürlenme, kendini beğenmişlik
Halleri de kaçınılması gereken Haramlar'dır. Ancak bu türden
Yasaklar'a
Sebebiyet verdiği halde bu İlimler'den vaz geçilmez
iken, Allah'ın Birliğine Kanıtlar getirmek ve bu hususta
Mücadeleler'e girişmek niçin
Sakıncalı olabilir, Sonra o 27/en-Neml
64, 10/Yunus 68, 6/el-En'am 149, 11/Hud 32, 26/eş-Şuara 23-30,
2/el-Baqara ayetini delil getirir.
Örneğin Allah "Burhanınızı getirin" der.
Ama
Kelam
Halq için
Zararlı olabilirdi.
"Kendisine
Dini Bilgiler
Telkin edilen kimseyi Kelam
Meclisleri'nden
uzakta tutmada Yarar var. Çünkü
Mücadele, Islah etmekten çok
İfsad eder. Bir İnancı
Cedel ile savunmaya çalışmak, Ağacı
kuvvetlendirmek için Demir Topuzlar'la döğmeye benzer. Buna rağmen
Cedel İlmi kendi başına ne salt
Kötü'dür ne de salt
İyi'dir.
el-Gazali'ye göre herkesin Kelam'a uğraşması gerekmese
bile, Her Ülke'de o
Muhit'teki Bid'atçılar'ın ortaya attıkları
Bid'atlar'ı önleyecek bir
Kelamcı bulunmalıdır. el-Gazali'ye
göre Kelam'ın
Sakıncalı tarafı, bu İlim'le uğraşanların
Sahabeler'in kullanmadığı
Cevher, Araz vb.
Yabancı Kökenli
Terimleri kullanmaları ise, bu çok da Tutarlı
bir İtiraz sayılmaz. Çünkü bu gibi
Terimler, yalnız Kelam'a
değil, Meramını anlatmak üzere her
İlm'e, bu arada
Fıqıh, Hadis
ve Tefsir'e de girmiştir. Belirli bir
Maksadı anlatmak amacıyla
yeni Terimler'i kullanmak,
Mübah İşler'e
Matuf olmak üzere yeni
Kap ve Araçlar icat etmeğe benzer ki, bunun bir
Sakıncası
yoktur.
Eğer
Sakınca
tarafı Anlam ise,
Amacını Şeriat'ın anlattığı gibi Alem'in
yaratıldığından (Hudus) Allah'ın
Birliğine, Zat ve
Sıfatlar'ına delalet eden
Delilleri bilmektir. Allah'ı Delil
ile bilmek niçin Haram olsun?'
el-Gazali, İlke olarak Taqlid'e karşı olmakla birlikte,
Herkese özellikle Ayağının kayma
İhtimali olanlara Kelam'ı
değil, bilen bir Adam'a
Bağlı olmayı önerir. Kendisine Dini
Bilgiler yeni Telkin edilen kimseyi Kelam Meclisleri'nden
uzakta tutmakta Yarar var. Çünkü
Mücadele, Islah etmekten çok
İfsad eder. Bir İnancı (gelişi güzel ve ehliyetsizce)
Cedel
ile savunmaya çalışmak, Ağacı kuvvetlendirmek için
Demir
Topuzlar'la döğmeye benzer. Buna rağmen
Cedel İlmi kendi başına
ne salt Kötü'dür ne de salt
İyi'dir. el-Gazali'ye göre
Herkesin Kelam'la uğraşması gerekmese bile, her
Ülke'de o
Muhit'teki
Bid'atçılar'ın ortaya attıkları
Bid'atlar'ı önleyecek
bir Kelamcı bulunmalıdır.
el-Gazali
açısından Kelam'la uğraşmak Farz-ı
Kifaye'dir. Halkın Kelam
karşısındaki Tutumlar'ının nasıl olması gerektiğini anlatmak
için İlcamu'l-Avam adlı bir Risale
de yazdı.
el-Gazali, ilk zamanlarda Selefiyeye karşı Tavır
takındı, er-Razi gibi
bu Düşünce Tarzını tenkit etti, fakat daha sonra
el-İlcamu'l-Avam'da bu Hareket'e karşı olan
Tavrını
yumuşattı, fakat Aşırı Selefiler'i
devamlı surette reddetti.
el-İtikad
fi'l-İktisat'da Orta
Yolu bulmaya
çalıştı. " el-Gazali, Hayatının
Sonuna doğru, bütün
Yolları bırakmış, el-Buhari
okumaya başlamıştı. el-Buhari
Göğsünde olduğu halde Ruhunu
Teslim etti" , Selefiler bu
Anektod'la O’nun
Kelam Lehine çalışmalarının hiçle
sonuçlandığını söylemek isterler.
et-Taftazani,
el-Cürcani,
el-Amidi, el-Beydavi,
F.er-Razi,
et-Tusi gibi el-Gazali sonrası
Kelamcılar,
önceki
Kelamcılar'ın aksine artık Felsefe’ye
Aşina idiler.
el-Qanunu'l-Kulli fi't-Te'vil
'de İnsanlar'ı
Te'vil konusunda şöyle sınıflandırır:
1-Daima
Aql'ı Öne alanlar ve
Naql'e yer vermeyenler (Felsefe)
2-Daima
Naql'i önde
tutanlar ve Aql'a yer vermeyenler (Haşeviye)
3-Aql'ı
Esas almakla beraber Naql'i ona tabi kılanlar (
Kelam)
4-Nakli
esas almakla beraber aklı ona tabi kılanlar (Selefiyye)
5-Aql'ı da
Naql'i de Birer Esas Olarak kabul edip aralarında bir
Çelişki
ve Tutarsızlık görmeyenler. (Alim ve Arifler)
"Kalpazan'la
Alışveriş yapmaktan sadece Cahiller
Zarar görür, Sarraf
Zarar
görmez. Usta Yüzgeçler ve Dalgıçlar değil, sadece
Yüzme
bilmeyenler Deniz'e girmekten menolunurlar. Çocuklar
Yılan'a
dokunmaktan menolunurlar. ama, Zehirli
Yılan ile bunun
Zararından korunan kimseler menolunmazlar."
Nizamü’l-Mülk ile Tanışma:
Bağdat:
el-Cüveyni
Vefat edince Bağdat’a bağlı bulunan Serre men rea (Samra)
Şehrine gidip Değerli
Alimleri Himaye etmekle tanınmış olan
Meşhur Vezir
Nizamü’l-Mülk’ün
İkram ve Tazim'ine
Mazhar oldu.
484/1091 de 34
Yaşındayken Bağdad’taki Medrese-i Nizamiye’nin Müderrisliğine
Tayin olundu. 4 Sene sonra kendi isteğiyle
Tedris'i bıraktı.
Bu Ders bırakma
isteğini el-Munkız’da şöyle gerekçelendirecektir: ‘..
Sonra Ders verme hususundaki Niyetimi düşündüm. Baktım ki
Allah Rızası için değil; Mevki ve
Şöhret Endişesiyle
Hareket
etmişim. Bu durum karşısında Uçurum'un
Kenarında bulunduğuma,
şayet Halimi Düzeltme'ye kalkışmazsam,
Ateş'e yuvarlanacağıma
Kanaat getirdim. Bir Müddet devamlı bunu düşündüm, sonra
birini Tercih durumunda kalmıştım.’
Şam:
Şam’a geldi. 2
Sene'ye yakın orada kaldı.
Qudüs
ve
Hicaz:
Sonra Riyazet
için Qudüs’e ve Hicaz’a gitti.488/1095 de Hacc'a gitti. Sonra
Beyt-i Makdis ve Mısır.
Tekrar Bağdad’a
döndü. Uzlet'e çekilerek
Kitablar yazdı.
Nişabur:
Sonra 499/1105 de Muhammed Gıyasettin O’nu Nişabur’a
Davet etti.
Orada yeniden Tedris'e başladı. tekrar Bağdat’a geldi. Uzun
süre kalamadı bu sefer.
Tus’da İnziva: (Sufizm)
(Mutasavvıf el-Gazali)
Sonunda Vatanına
döndü. Tus. 10 Yıl kadar İnziva'da yaşadı.
Evinin yakınına
Sufiyye için bir Hankah, Talebeler'i için de bir
Medrese İnşa
ettirdi. Vakitler'ini Hayır
İşlerine ayırdı. Qur’an Hatmi,
Gönül Ehli ile
Sohbet, ilim Tedrisi ile
Meşgul oldu. Sufiyane
bir Hayat yaşadı.
Tekrar Tus:
Sonra bunu da bırakarak Tus’a döndü. Yaptırdığı bir
Tekke ile
bir Medrese’de Tedris ve
İrşad ile Meşgul oldu.
O’na göre
Sağlığın Tarifini yapmakla
Sağlıklı, ASarhoşluğun
Meydana
gelişini bilmekle Sarhoş olmanın ayrı
Şeyler oluşu gibi,
Zühd,
Taqwa, Qabz,
Bast, Murakabe,
Cem’, Fark ve Cemu’l-Cem gibi
Makam ve Haller'in içerdiği
Mana'yı anlamakla
Zahid, Muttaqı
olmak birbirinden Farklı'ydı çünkü.
14 C.ahir
/5051111 Pazartesi 55 (53) Yaşında öldü. Mezarı Tus’da
Taberan Semtinde Şair Firdevsi’nin
karşısındadır
Tasavvuf muydu O'nun Son
Durağı? Munkız'a
bakılırsa öyle. Belki de Fıqıh. Mustasfa O'nun
Son
Eserlerindendir.
İbnu Teymiyye
O'nun Tasavvufculuğunu da Hafife alır." Felsefi
Fikirleri, Tasavvuf
Kalıbına dökülerek ortaya atan Adam" der ona.
el-Munkız'da
Tahsil'i
gereken İlimler'in hepsini okuduğunu; sadece
işitmek ve öğrenmekle Tahsil edilmeyen
Zevk ve Süluk ile
anlaşılabilecek daha doğrusu yaşanacak olanın Özelliklerini
henüz bu sıralarda bilmediğini söyler. İnsanlar'ın Uhrevi
Saadet'e, Nazari
Bilgiler'den çok,
Ameli olan, bizzat yaşanan Taqwa,
Heva ve Hevesi Terk ile
Nail olacaklarını, Haqq Sevgisi'nin
Gönül'den, Dünya
Muhabbeti'nin çıkmasıyla gerçekleşeceğini
söyledi.
Bu Eser'inde O
Haqiqat'ı araştıranları
4 Kısma
ayırır.
1-Kelamcılar: Rey ve İstidlal
2-Batınıler: Hakikat'ı Masum İmam bilir.
3-Filozoflar: Burhan, Delil ve Mantıq.
4-Mutasavvıflar.Keşf ve İlham.
Başta
İhya olmak üzere Çeşitli
Eserler'inde Tasavvuf'u anlattı
el-Gazali başlangıçta Kelam'la
Meşgul olup, el-İktisad
fi'l-İtikad isimli Eserini bu konuya
Tahsis etmişti. Daha sonra Kelami
Düşünce'ye karşı çıktı, el-Munkız,
İhya ve Faysalu't-Tefrika'da Kelam'ı ve
Kelamcılar'ı
Tenkit etti. Böylece o, Tasavvuf adına
Kelam'a karşı da
Mücadele verdi.
Tasavvuf
Konusunda İbnu Arabi,
es-Suhreverdi,
Mevlana da da
bu Tür Tenkitler görülür.
Eserleri:
-Adabu’s-Sufiyye
-Aqıdetü Ehli’s-Sünne
-Bidayetu’l-Hidaye
-Cevahiru'l-Qur'an
-ed-Dürretü’l-Fahire
-el-Edebüd-Din
-el-Erbainu
fi Usuli’d-Din
-el-Hikmetü
fi Mahlukatillah
-el-İlcamu'l-Avam
-el-itikad
fi'l-İktisat
-el-Qanunu'l-Kulli
fi't-Te'wil
-el-Kıstasü’l-Mustakim
-el-Maqsadu’l-Esna
-el-Mazmun
ala gayri ehlihi
-el-Maznunu
bii Ala Gayri Ehlihi
-el-Munkızu mine'd-Dalal
-el-Mürşidu’l-Emin
(İhya’nın Telhisi)
-el-Vecizu
fi’l-Furu
-Esraru’l-Hacc
-Eyyuhe’l-Veled
-Faysalu’t-Tefrika
-Fezaihu'l-Batınıyye
-Fezailu'l-Mustazhariye
-Hulasatu’l-Tesanif
-İhya'u
Ulumid-Din
-Kimyau’s-Saade
-Kitabu'l-
Mişkat
-Maqasıdu'l-Felasife
-Maqasıdu'l-Unsa
-Mearicu’l-Quds
-Mi’yaru’l-İlim fi’l-Mantıq
-Minhacu’l-Abidin
-Mişkatu’l-Enva
-Mizanul-Amel'
-Mizanu'l-Hak
-Mustasfa
fi Usuli'l-Fıqh
-Tehafütü'l-Felasife
el-MUSTESFA
min İLMİ'L-USUL
el-MENKUL
min TALİKAT el-USUL
ŞİFA
el-ALİL (veya) GALİL fi MESALİ el-TALİL
Felsefe:
Tehafüdü’l-Felasife Kitab'ını
Filozoflar'a karşı yazdı.
el-Munkız’da
Filozoflar'ı 3 Kısma ayırır:
1.Dehriyyun,
2.Tabiiyyun,
3.İlahiyyun.
Dehriyyun
Allahsız bir Evren ve Tesadüfler'e bağlı bir
Hayat İddiasında
bulunanlardır
Tabiiyyun,
Allah’ın Varlığı'nı
İtiraf'a zorlayan
Özellik ve Hikmetler'e,
Canlılar Alemi'ndeki
Tedkikleri Sonucunda
Vakıf olanlardır. Bunlar Ahiret'in
Varlığını, Cennet,
Cehennem, Qıyamet ve
Hesap Günü'nü
İnkar edip, İbadet,
Sevap ve Günah Mefhumlar'ını reddetmişlerdir.
İlahiyyun,
her iki Guruh'un dışında, onları reddeden ve
Fikirler'indeki
Çarpıklıklar'ı Deliller'le ortaya koyan Filozoflar'dır.
O Kelam,
Batınilik, Felsefe ve
Tasavvuf'u inceledikten sonra
Haqiqat'e
ulaşmak için bunların Kifayetsiz olduğunu ileri sürdü. Ona
göre Aqla dayanan Matematik, Mantıq, Tabiat İlimleri ve
Felsefe, Haqiqat'e ulaşmak için bir
Vasıta değildir. Yine O’na
göre Ahlak ‘Fenafillah’a ulaşmaktır. O,
İnsan'da biri Dünya'ya
çevrili Dış göz, diğeri Manevi
İşler'e yönelmiş
İç göz olduğunu
söyler.
İman'daki dereceyi
üç Kısma ayırır:
1.Avam'ın
İmanı, Muqallidler (iman-ı
Taklidi)
2.İstidlal
tarikiyle iman (sınırlı aklın ortaya çıkardığı yine taklidi
bir iman)
3.Nuru görenlerin, hakikate
erenleri (Tahkiki) imanı.
el-Munkız:
Felsefeciler’le Tâlimiyeciler’e
karşı yazdı.
Kitab'ın Sonunda bunu açıkça anlatır. Gerçi başka Konular'a da
Temas eder.
Bunlar Haqiqatler'in Aqıl ile
İspat olunabileceğini kabul etmezler. Herşeyi, Mâsum bir
Muallim'den öğrenmek gerekir, derler. Bu Muallim,
Ali Evladı’dır.
Kendini belli etmeyerek Memleketler'i dolaşırlar. Dâiler
onların Mezhepler'ini yayarlar. Hassan Sabbah bunlardan
biridir.
O , Ehl-i Talim’in Muallim'e
İhtiyaç vardır, Görüşünü kabul eder. Ancak Muallim
Peygamber’dir. Aklî Muhakeme ile Haqiqatler'e erişileceğini
imkansız sayar. Bu sebeble İbnu Sina
ve el-Farabi’nin
Felsefe'deki Qudretler'ini İtiraf etmekle beraber onları
eleştirir:
el-Gazali’nin bu Kitap’ta
İhsasat ile Akliyat’a tam güvenmeme Yolunu
savundu.
‘Safsata’ya kapılarak İlimler'i İnkar ettiğime dair’
başlıklı Kısımda bir Müddet Temelli Bilgi edininceye kadar
Bütün Bilgiler'den Şüphe eder. Nihâyet Zarurî yani Delil'e
Muhtaç olmayan Bedihî Bilgiler'i Temelli Bilgi olarak Kabul
edip Şüphecilik'ten kurtulmuş, kendisini Şüphecilik'ten kurtardığı için Allah’a hamdetmiştir.
MEŞŞAİ YETERSİZLİK
a) Varlıkbilim:
Aristoteles'de
(ö.MÖ 322) Allah'ın Yaratma, İrade, Varlığa Müdahale ederek
onu Yönetme ve Cüzler'e ilişkin Bilgisi olduğu Yolunda Aykırı
Argumanlar vardı. O Allah'ı Aqıl, aqleden ve Aqledilen Varlık
olarak tanımlıyordu. O'na göre Kamil Bilgi , Allah'ın kendi
Zatına İlişkin olandı. Tanrı da kendi Zat'ından başkasını aqledemez ve bilemezdi. Tanrı'nın
Aqlı, Zat'ı ile Zat'ından ve
Zat'ı içindir. Mantıq, en üstün Bilgi'nin bizim içinde
yaşadığımız Evren'in Bilgisi olduğu Fikrini Qabul edemez. İlah'ı
Eksik bir İdraq'tan Tenzih etmeli. Üstün İlahi idraq ise ancak
Varlık Bilgisi'dir. İlahi Zat'ından, kendi Varlığından başka
Üstün ve Kamil Varlık olamayacağına göre, Tanrı'nın Bilgisi
yalnız kendi Zat'ına ilişkin bir Bilgi olmalıydı.
İbnu Hazm Allah'ı bu şekilde
Sınırlı bir Tanıma yerleştirmenin İnancı sarsacağını söyler.
Allah'ın yarattıkları arasında yalnızca Külli Şeyler'le
ilgilenmez, Varlık Alemi'nde Cereyan eden Herşey Allah'ın hem
Qudreti hem de Bilgisinin içindedir. O'nun görmediği,
bilmediği ve Qudret'inin yetmediği Şey Tasavvur edilemez.
1. Allah'ın bilgisi külli ise,
bu durumda cüzilerin kapsamında kalan insanların ve onların
sosyal hayatında merkezi bir önem taşıyan adaletin anlamı
nedir? İnsanlar arası ilişkilerin küllilerin bilgisine göre
düzenlenmesini sağlayacak merci nedir? Burada Grek Din ve
Tanrı telakkilerinden kaynaklanan bir zorluk var. Sözkonusu
telakkiye göre Tanrı, evreni zamanda bir kere harekete
geçirmiş ve onu kendi yasalarına göre işleyen doğal, aynı
zamanda determinist bir sürece terketti.
Allah, sadece
Varlığı
yaratmakla kalmadı, onu düzenledi ve her an Qudret ve İradesi
altında Müdahale'ye açık tuttu. Üstelik Yaratılış'ın Zaman'da bir
kere başladığına ve bundan sonra salt Yasalar'la sürdüğüne dair
Delilimiz yok.
Bu Kozmoloji ile Sınırlı kalmıyor, Ahlaki ve Sosyal Sonuçlar
doğuruyor.
Tanrı,
Kozmik
Düzeni işleten Yasalar'ı kendisi koymamışsa, Sosyal Hayatı
düzenleyecek Yasalar da koyamazdı. Şeriat'la gelen
Peygamberler'in Haqiqi Fonksiyonları ne olacaktı. Ayrıntı'dan
Habersiz bir Tanrı, İnsan'ın ve Toplum'un bu Düzey'deki
Gelişmeler'inden, İhtiyaç ve Sorunlar'ından, Fıtratlar'ına Uygun
Talep ve Beklentiler'inden de Haberi olmazdı. O zaman Vahyler'in
de İlahi bir temeli düşünülemezdi.
Oysa Allah
Herşey'e Muttali'dir,
Sineler'in gizlediklerini bilir.
2. Allahın
yalnızca Külliler'i bilmesi Varsayımı İnsan ile Allah arasındaki
doğrudan veya dolaylı İlişkiler'i İmkansız kılar. Sadece
kendini bilen bir Tanrı'nın kendisi dışındakilere İlgi
duyması beklenemez. Bu durumda Allah'ın Peygamberler
aracılığıyla İnsan'a seslenmesi veya kendisinden Yardım ve
Desdek bekleyen Kuluna İcabet'i Maqul olmaz. Bu Dinler'in
Temeline Aykırı'dır. İlahi İrade'yi sınırlar. Bilgi olmayan
yerde İrade de olmaz. Bilinci kendinden ibaret bir Tanrı
olamaz.
3.Külli ve
Cüzi Kavramları
İnsanlar için kullanıldığında Açıklayıcı'dır. Allah için
bunların başladığı bittiği bir Sınır olamaz.
Meşşailer, Aristoculuk
yanında Yeni-Platonculuk'tan Kaynak alan İlk Aqıl, Nefs
türünden Teoriler eklediler.
Bu
Kurama göre
Gök Küreleri'nin bu Nefisleri Tikeller'i biliyor ve onlara Etki
ediyordu. Bu bir bakıma Tümeller'de biten Allah'ın Bilgisi'nden
Söz konusu Aracılar Vasıtasıyla Varlığa yayılmasını Mümkün
kılan bir Teori'ydi. Ancak burada da Önemli bir Zorluk çıkıyor.
Allah'a ait olması gereken bir Qudret ve İrade'ye başka
Aracılar Ortak ediliyordu. Bu Aracılar'ın Niteliği,
birbirleriyle ve Allah ile İlişkileri kuşkusuz tanımlanmıştı
ama yine de bütün bu Tanımlar ve Açıklamalar Tatminkar
olmaktan uzaktı.
Platonculuk'tan kaynaklanan ve
Allah'ın Dünya'da kendileri Aracılığıyla iş gördüğü ve
Yaratıklar'ıyla İlişki kurduğu ikinci derece'den bir Tanrılar
Hiyerarşisi'nin varlığı Müslümanlar yanında Hristiyanlarca da
reddedildi.
Nasuriddin et-Tusi Tasavvurat
Risalesi’nde derki: " Bana göre Varlığın Kaynağı Bir'dir, yani
yüce Allah'ın İradesi'dir, buna da Kelime denilir.
Yaratıcı İrade'nin doğrudan ve hiçbir Aracı olmaksızın Varlığa
getirdiği ilk Aqıldır. Öteki Yaratıklar, Allah'ın
İrade'siyle Farklı Aracılar var olmuşlardır. Böylece Nefs,
Aqıl ve Heyula, Tabiat ve Madde'de (Nefs)
Vasıtasıyla Varlığa gelmiştir."
Meşşailer,
Aristoteles'in
Evren'in Ezeliliği Görüşünü alırken buna Yeni Platonculuğun
Görüşlerini eklediler. Feyz ve Sudur Önemli
Fonksiyonlar gördüler. Buna rağmen şu Proplemler vardı:
a.Allah'tan
Sudur veya Fuyuz
olmuşsa, bu Taşma Olayı'nda Allah'ın İradesinin olmaması
gerekir. Eğer Varlık Allah'ın İradesi dışında bir tür Taşma
veya Fışkırma ile oluşmuşsa Allah'ın Varlık üzerinde herhangi
bir Etki, Müdahale ve Tasarruf'ta bulunmasının Mantıqi bir
temeli yoktur. Bu Varlık içinde Eylem'de bulunan İnsan ve onun
kendi Seçimi Sonucunda yapıp ettikleri bakımından doğru'dur. Bu
durumda İyi Davranış'a Ödül, Kötü Davranış'a Ceza, Doğruyol'a
yöneltme, Hidayet ve Azab verme gibi Ahlaki ve Huquqi Normlar'ın
Temeli de olamazdı.
b.Zorunlu
Sudur
eden Varlık'ta Herşeyin, İlahi Nitelikte ve kimlikte olması
Mantıqi bir Zorunluluk'tur. Bu temel Ontolojik bir Kural'dır.
Bu durumda Kötülük, Adaletsizlik, Zulüm, Günah, Sömürü, Şer ve
Yalan da İlahi bir Kökene dayanmalı değil miydi? Ancak
Peygamberler'e gelen Vahiyler'in tümünde bütün bunlar yerilmiş,
her Suç ve Günaha Çeşitli Cezalar Taqdir edildi.
Kötülüğün Kaynağı
İnsan ise,
Tabiat'taki Nesneler'in birbirlerine dönüşmesi ile oluşan ve son
Tahlil'de Tabiat'ın bir Parçası olan İnsan bu Kötülükleri nasıl
yapabilir?
c.Teori
Katı veya
yumuşatılmış bir Determinizm'i öngörür. Çünkü Mantıqi olarak Sudur'la birlikte,
Herşey Mekanik ve Zorunlu olarak bir
Sebep-Sonuç İlişkisi içinde kendini gerçekleştirir ve
böylelikle Sonsuza doğru akıp gider. Sebeb Sonuç Zorunlu ise,
Varlık ne Zaman ve hangi Durumda sona erecek, Qur'an'ın
Haber
verdiği Qıyamet nasıl kopar, Dağlar nasıl Pamuk gibi savrulur?
Varlığın bir
Sudur'la taşması,
Kaynağında kendisine kodlanmış Yasalar'a Uygun bir Süreç içinde
Devam etmesi olduğuna göre, Allah'ın Tarih'e Müdahalesi,
Herşeyin O'nun İnayetine Muhtaç olması gerekmezdi.
el-Gazali
hem Sudur Teorisi'ni Kabul etmek hem de Allah'ın geçmiş,
İimdiki Zaman'da ve Gelecek'te olan Herşeyi bildiğini düşünmek
Mümkün değil, der. Açıktır ki, Sudur Olayı'nda İrade değil,
Zorunluluk var; Güneş Işığı'nın Güneş'ten Sudur etmesi gibi,
eğer Varlık Allah'tan Sudur etmişse bunda Allah'ın
Dahlinin
olmaması gerekir. Bu durumda kendisinden Sadır olanları da
bilemez. Bu İnsan'ı Tanrı’dan Üstün yapardı.
Bulaç, Zaman'ın , Varlığın Determine edilmesi konusunda
Eş'ari Kelamı'nı doğruladığına
inanır.
b)Ahiret
Aristoteles
Felsefesi'nde Ahiret İnancı yoktur. Belirli bir Süre Dünya
Hayatı yaşayan İnsan'ın Ölüm'den sonra Bireysel Ruh'unun ne
olduğu konusu da son derece Mübhem'dir. Tevhid, Risalet ve
Ahiret İnancı'na Dayalı Öğreti ise açık Şeyler söyler.
Hükema'da bu
İnançları savundular. Ancak
Aristoteless
Felsefesi'nin Dayanağını Teşkil eden Kavramsal Çerçeve ile Uyum
sağlaması çok zordu. el-Gazali bu noktadan Hucum etti.
Filozoflarımız Diriliş'i ve Ahiret'i İnkar etmediler. Onlar da
Kişinin Hesab'a çekileceğini Kabul ettiler. Ama onu Ruhi
gördüler. el-Gazali Beden'in işlediği Suç'un Nedeni bir
Cezası olması gerektiğini söyler.
Tehafut'ta,
Ölüm'den
sonraki Diriliş'le birlikte Nefs'in Beden'e döndürülebileceği
Varsayımını Yabana atmaz. Burada sözkonusu olan bedenin
niteliği veya ne olacağı önemli değildir; bu ilk bedenin
maddesinden olabileceği gibi bir başka şeyin maddesinden de
olabilir. Çünkü burada bedenden çok, beden aracılığıyla arzu
eden nefis önemlidir.
Meşşailer buna
cevap verdilerse de ahlaki açıdan doğan sorun ortada kaldı.
Çünkü eğer haşr fiziksel değilse bu suçu yaygınlaştırırdı.
Umursazlığı ve boşvermeyi, gevşekliği doğurur. Kitapda maddi
tasvirler kullanıldı. Allah insanları sadece korkutmak istedi
denemez.
c)Nübüvvet
Hariciler’den
Fudayliye Allah'ın sonradan Kafir olacağını bildiği birini
Elçi yapmasını, Haşevilerden bazısı da önceleri Kafir
olan birini Peygamber yapabileceğini söylerler.
Meşşailer
Vahy'i İnkar
etmeksizin Aql'ın Haqiqat'ı bulabileceğini söylemişlerdi.
Filozoflar Cebrail ile değil ama Faal Aqıl ile
İlişki'ye geçiyorlardı. Rasuller Allah tarafından
seçilirler. el-Mevdudi
Meşşailer gibi Vahy almadan da İnsan'ın Haqiqat'i
öğrenebileceğini söyler.
11/Hud 17 buna Delil kabul edilir. Rasulullah’ında böyle bir
durumda olduğunu düşünür Üstad. Oysa 42/eş-Şura 52 O'nun daha
önce Kitap ve İman bilmediğini söyler.
Ama
Pythagoras
ile
Parmenides,
Heraklites
ile Sokrates,
Platon ile
Aristoteles
niye tartıştılar?
Mucizeler,
Flozofları uğraştırdı.
Meşşai Eleştirileri:
el-Munkız'de
anlattığına göre önce Felsefe'yi Red ve İptal edenler bu işi
bilerek değil, körü körüne yapmışlardı. Felsefe bilmeyen
Kelamcılar'ın yaptıkları Tenkitler bu Sebeble fazla Tesirli
olmadı, O İlkin Felsefe çalıştı. 2 Yıl Aralıksız Felsefe
öğrenmek için, zaman harcadı. Maqasıdu'l-Felasife
isimli Eser'inde Felsefe’yi Tenkit etmemiş, sadece anlatmıştır.
sonra Tehafütü'l-Felasife adlı Eseriyle Meşşai
Felsefe'ye karşı çıktı . Bu Konudaki Reddiyeleri,
Meseleleri gayet iyi bilen bir Alim'in Reddiyeler'idir. Körü
körüne ve basitce değildir. Devrindeki Filozoflar kadar
Felsefe bilmekte idi. Onlara karşı Baskın çıkmasının sebebi
Felsefe Bilgisi'nin Derinliğidir.
el-Gazali'nin
Felsefe'yi Red ve Tenkit için İleri sürdüğü Deliller'de
Orjinaller vardı. Eleştirilerini 20 Madde'de topladı.
1.Filozoflar'ın, "Alem
Ezeli ve Qadim'dir" demeleri Batıl'dır, Küfri gerektirir. Alem,
Qadim değil, Mahluq ve Hadis'tir.
2.Filozoflar'ın, " Allah
Cüziyat'ı Cüziyat olması İtibariyle bilmez, belki Külli yoldan
bilir" demeleri de Batıl olup Küfrü gerektirir.
3.Filozoflar'ın "Haşir
Cismani değil, Ruhani olacaktır" demeleri de Küfrü gerektiren
Batıl bir Fikir'dir.
(Bu 3
Madde'den dolayı
onları Tekfir etti.)
4. Filozoflar'ın "Allah
Mucib'in bi'z-Zat'tır, Fail-i Muhtar değildir" demeleri
Batıl'dır.
5.Filozoflar'ın,
Alem'in
Ebedi olması konusundaki Fikirleri Batıl'dır.
6.Filozoflar'ın, "Allah
Sani-i Alem'dir, Kainat onun Sun'unun Eseridir" demeleri
Hilekarlık'dır, Gerçek Fikir ve İnançlarını gizlemek için
söylenmiş bir Söz'dür.
7.Filozoflar,
Alem'in Sanii
ve Yaratıcısını İspat etmekten Aciz'dirler. İmkan Delili
Allah'ın Varlığını İspat için Yeterli değildir.
8.Filozoflar, Allah'ın
Bir
olduğunu ispat edemezler, bu Konuda Sağlam Deliller
getiremezler.
9. Allah'ın
Sıfatlar'ını Kabul etmemeleri Batıl'dır.
10."Zat-ı
Evvel, Cins ve Fasl altına girmez" demeleri Batıl'dır.
11."Evvel, yani Allah,
Mahiyetsiz Saf Vucut'tur" demeleri Batıl'dır.
12.Allah'ın
Cisim
olmadığını İspat'tan Aciz'dirler, bu Konuda Deliller'i yoktur.
13.Filozoflar'ın
Görüşleri
sonunda Allah'ın İnkar edilmesi sonucunu doğurur.
14.Allah'ın
Zatını bildiği
İspat'tan Aciz'dirler.
15.Allah'ın başkasını
bildiğini İspat etmeye Güçleri yetmez.
16."Sema,
İrade'siyle
Hareket etmektir" demeleri Batıl'dır
17."Sema'nın
İrade ile
Hareket etmesinin bir Gayesi ve Maqsadı vardır" şeklindeki
İddiaları Asılsız'dır.
18."Semavi
Nefisler bu
Alem'deki bütün Cüziyat'ı bilir" demeleri Batıl'dır.
19.Harikulade
Halleri,
yani Mucize ve Kerametleri İmkansız görmeleri Batıl'dır.
20."İnsan
Nefsi, kendi
kendine var olan bir Cevher'dir, Cisim ve Araz değildir"
Konusunda Geçerli Deliller'e Sahip değillerdir.
21.Beşeri Nefs ve
Ruhlar'ın Fani oluşunu İmkansız görmeleri Batıl'dır.
İlk
Maddeler
dışındaki Fikirlerini Mu'tezile'nin Bid'atları Cinsinden
görür. el-Gazali Mu'cize'nin ve Kerametler'in, özellikle
Allah'ın Faili Muhtar oluşunu İspat için İcabiyye ve
Muayyine denilen ve Bütün İlimler'e Temel Teşkil eden
Determinizm Fikrini Temelden yıkmaya, kötülemeye, Kökünden
çürütmeye ve bu Konuda Fikirlerini Son Haddine götürmeye
olanca Gücü ile çalıştı. "Allah'ın Fiilleri'nin bir
Hikmet'i,
İllet'i ve Gayesi yoktur" diyecek kadar. Ona göre gerçi Buğday
Tohumu'ndan hep Buğday biter, Arpa bitmez, Deve yine
Deve
doğurur, Fare doğurmaz. Ama bizim gördüğümüz bu İttırad ve
Süreklilik bir Zaruret'tin Sonucu olmayıp Zihin Alışkanlığı'nın
Sonucudur. Durum tersine olarak da Vaki olur, buna Mani yoktur.
Bu Anlayış Tasavvuf'un Yolunu açtı. Öyleki
el-Maturidi Muhit'inde, Allah'ın
Filleri'nde Hikmet, İllet, Fayda ve Gaye bulunmadığını Esas
alan Aqıdeler bile Yaşama İmkanı bulamadı, el-Gazali
Baskın çıktı.
Hadimul-Felasife
olarak bilinmesine rağmen o Felsefe'ye İlgi uyandırmış oldu.
Sünni Medreseler’e Felsefe girmiş oldu.
"el-Kindi,
el-Farabi, İbnu
Sina gibi Filozoflar tarafından Temsil edilen Meşşailik’e en
Ciddi, en İlmi, en Makul, en Tesirli
Tenkitleri yöneltti. Tenkitleri Güçlü, İtirazları Tesirli'ydi.
Bizzat kendisi hakkında Kelamcı Ebu Bekr ibnu Arabi
şöyle düşünür: "Emrezahu'ş-Şifa" (el-Gazaliyi
Hasta
eden İbnu Sina'nın eş-Şifa
isimli Eser'dir.)
Ya
Filozoflar?
İbnu Rüşd, Kelam'ın İnsan'ı en
son olarak ulaştıracağı yerin Şüphe ve Şaşkınlık olduğunu
söyler. el-Amidi ve
el-Gazali'nin vardıkları son nokta buydu.
Ömrünün
Sonlarında Sufiliğe meyleden Keşf ve İlham'ı anlamaya çalışan
el-Gazali, el-Mazeri ve et-Tartuşi tarafından
Mişkatu'l-Envar ve İhya adlı Eserler'inin yakılması
istenecek kadar eleştirildi.
Mustafa Sabri'ye
göre O, "Affedilmez ve küçümsenmez Hatalar'ın sahibi olan kişi" dir.
"Kade'l-İhya en yekune Qur'anen"
(İhya hemen hemen bir Qur'an'dır)
Ünlü
Sufi, Kitab'ı sevenlerce böyle anıldı. Bir Bilgi Kanalı
olarak sözkonusu Kitabı'nda Aynu'l-Qalb'den
Söz eder.
İnsan'da Dış Alem'e bakan bir
Baş gözü bulunduğu gibi, bir de
İç Alem'e bakan
Qalb Gözü vardır. Bu
Göz
1.Çocuklar'da olduğu gibi Eksiklik
2.Fasıq ve Facirler'de olduğu gibi
Günah
3.Yanlış Yola Çevirme
4.Taqlid ve Taasub'a Dayanan Bilgiler
5.Usul
bilmeme gibi
Perdeler'in hepsiyle veya bir kısmıyla
Örtülü olabilir.
Onun için Mana
Alemini göremez. Hicab
kalkarsa Melekut Alemi
Temaşa edilebilir. Bunun için Qalb'in
Tasfiye edilmesi gerekir. Artık bu
Qalp Manevi
Gerçeklikleri
yansıtabilir.
Sonra
Sufiler arasındaki Meşhur 2 Misali anlatır.
1.Bir
Padişah Rekabet
Hali'nde olan Çin ve Rum
Sanatkarları'na bir
Salon'un
Karşılıklı iki Duvarını süslemeleri
Görevini verir.
Sanatkarlar'ın birbirini Kopya etmemeleri için araya bir
Perde çekilir. Rumlar aylarca çalışarak kendi
Duvarlarını
Çeşitli Dekorlar'la
Rengarek süslerler. Çinliler ise
Tezyinat
yapma yerine Karşı Duvarı
Temizleme ve Cilalama işi ile
Meşgul olurlar. Verilen Süre bitince
Padişah gelir, Perde'yi
kaldırtır. Perde kalkınca Rumlar'ın taptıkları
Tezyinat'ın,
karşı taraftaki Cilalı Duvar'da aynen
Aks ettiği görülür. Bu
Cazip Motifler,
Desenler ve Dekorlar,
Göz alıcı Cilalı
Duvar'da daha da
Şaşalı ve Göz Kamaştırıcı şekilde görünür. Bu
Misalde Rumlar Zahir
Uleması'nı, Çinliler
Tasfiye Ehli olan
Sufileri Temsil ederler.
Qalb Kir'den ve
Pas'tan temizlendi mi,
Dini, Ahlaki,
Manevi ve İlahi
Haqiqatler ortaya kendiliğinden
akseder, pırıl pırıl parlar, Açık ve
Seçik olarak görülür.
2.Göl
İstiaresi. Bir Göl'deki
Sular iki Kaynak'tan beslenir.
1.Çay, Dere,
Çeşme, Kar suyu ve
Yağmur gibi dış
Kaynaklar'dan gelen
Sular. 2. Göl'ün
Dibinden gelen Sular
Bulanık, Pis ve
Değişik Nitelikte
olduğu halde, İç Kaynak'tan
fışkıran Sular Temiz,
Berrak ve aynı Tür'den
olur. Göl'deki Su'yu
Arı, Duru ve Temiz
hale hetirmek için, Dış Kaynaklar'la
olan İrtibat'ını
kesmek gerekir.
Bu
Misalde;
Göl'e Dış
Kaynaklar'dan gelen
Sular Zahiri
İlimleri, İç Kaynaklar'dan fışkıran
Sular İlham ve Marifet'i
Temsil
etmektedir. Gece'nin Karanlıklar'ında,
Halvethaneler'de,
Issız ve
kimsesiz yerler'de Dış
Dünya ile İlgilerini kesen,
Beş Duyu
Organı, Mantıq'a dayanan
Aql'ın İstidlali ve
Naqli Bilgiler'le
İrtibatlarını kesen Sufiler
İç Dünyaları'na yönelerek
Derin
Teemmül ve Tefekkürler'e dalarlar. Bu
Hal içinde Varlığın
Haqiqat'ini ve
İnsanlığın Sırrını kavramaya çalışırlar. Değişmeyen
Ezeli ve Ebedi
Gerçeğe ulaşmanın en Emin
Yolunun bu tür Murakebe
Halleri olduğuna inanıyorlar."
Aynı
Kitab'ın Tevekkül
Bahsinde Tevhid'in 4
Mertebesinden bahseder:
"1-Ceviz'in
dışındaki Yeşil Kavuk (Kışrıl-Kışr)
2-Yeşil
Kabuğun altındaki Sert
Kabuk (Kışr)
3- Ceviz'in
İçi (Lübb)
4-Ceviz
İçinde bulunan Yağ. (Lübbü'l- Lübb)"
el-Munkiz'de Aql'a olan
Güveni sarmıştı. İhya'da
şöyle yazdı:" Kelam ve Cedel'den son derece sakınmak gerekir.
Zira Kelam ve Cedel gibi
İlimler'in karıştırdığı düzenlediğinden,
bozduğu düzelttiğinden daha fazladır. Kelam ve
Cedel'le
Aqıde'yi sağlamlaştırmaya çalışanlar,
Demir bir Çekiş'le bir
Ağacı düzeltmek isteyenlere benzer. Çekiç
Ağacı düzeltmez,
tersine daha da Pürüzlü hale getirir. Salah ve
Taqwa Sahibi
olan Halq'ın
Aqidesini Kelamcılar'ın
Aqıdesinden çok daha
Sağlamdır. Kelamcı'nın
Aqıdesi, en Hafif
Rüzgar'ın bile bir o
yana, bir bu yana savurduğu İpliğe benzerken,
Halq'ın Aqıdesi
en Şiddetli Fırtınalar'ın bile sarsamadığı
Uludağlar'a benzer."
Ebu Bekir ibnu Arabi,
bu Konular'da el-Gazali'ye
Muhalefet etmiş ve "Hocamız
el-Gazali Felsefe’nin içine daldı, sonra çıkmak istedi
ama buna Gücü yetmedi" demişti.
Siracüddin
Qazvini (804/1401) el-Munteka'da
Mantıq'ın Haram olduğunu söyledi. el-Gazali'nin'de
sonradan bu Görüşe döndüğünü İddia etti.
el-Gazali
onların Kanaatlarını şöyle özetler:" Selef'ten
Hadis Ehli,
Kelam’ın Zemmi üzerinde İttifak etmişlerdir. Bu
Konuda
onlardan naqlolunan ve Şiddete
Delalet eden Haberler'in
Haddi
Hesabı yoktur. Onlara göre Sahabe, başkalarına nisbetle
Gerçekler'e daha
Vaqıf, Lafızlar'ın
Terkibi bakımından daha
Fasih olmalarına rağmen Kelam’dan
Tevellüd edecek Şerr'i çok
iyi bildikleri için bu Mevzu'da
Sukut etmişlerdir. Nitekim
Peygamber a., bu Mesele'nin
Derinliğine inenlerin Helak
olduklarını söylemiştir. Diğer taraftan, eğer Kelam Din'den
olsa idi, Peygamber'in emrettiği, Yolunu ve
Usulünü yücelttiği
Mensupları'yla birkikte övdüğü en önemli
Meseleler'den biri
olurdu. Halbuki o, İstincaı öğretmiş,
Faraiz İlmi'ni öğrenmeyi
Teşvik etmiş, onları övmüş, fakat
Qader üzerine Kelam'dan
nehyetmiştir. Sahabe bu Yol üzerinde yürümüş,
Hocalar'ının
öğrettiği Meseleler'e yapılacak her hangi bir
Fazlalığın, Zulüm
ve İsyan olduğuna inanmışlardır. Tabiun’da kendi
Hocaları olan
Sahabe'nin
Yolunda yürümeğe devam etmiş ve her Mesele'de onlara
tabi olmuşlardır."
el-Gazali: (ö.505)" Zalim
Sultan'ın
Görev'den çekilmesi
gerekir. O ya
Görev'inden çekilir, ya da
Görev'inden
uzaklaştırılması gerekli olur.. Gerçek
Görüşte o
Sultan değildir."
el-Gazali'ye
göre Cedel'i ilk kullanan
Hz. Ali'di
el-Farabi'nin
Kozmogoni kanaati el-Gazali (1111) tarafından
eleştirildi. Bütün Hucumuna rağmen
O'nun Etkisinde kaldı.
el-Gazali
Felsefecileri "Alem'in
Qıdemi"ne ilişkin
Görüşler'inden dolayı
eleştirirken el-Kindi'yi anar.
İbnu Sina Ruhlar'ın
Sudur
ettikleri ilk İlke'ywe dönmeleridir. el-Gazali
tarafından eleştirilmiştir.
İbnu Bacce
Risaletu'l-Veda'da el-Gazali'nin
Görüşlerini
Derinlemesine ele alır ve kimi Görüşlerini eleştirir. Yer yer
Hayranlığını belirterek O'nu över.
el-Gazali,
Eşya'nın
Haqiqati'nin ve
Varoluşunun Derin
Hikmet ve Anlam'ının "Qalb
Gözü" Adını verdiği Özel ve
Deruni bir Biliş ve
Görüş Yoluyla
elde edilebileceğini söyler. İnsan'ın
Haqiqat'ın
Bilgisine
ulaşması, bir çok Manevi Tecrübeler ve
Aşamalar geçirirken
elde edeceği Başarılar'a bağlıdır. el-Gazali,
Manevi
Tecrübe'nin ilk
Aşama'sında Halvet'i
Şart koşar.
el-Gazali'ye
göre Kişi, önce Çevresinde
Hazır Bilgiler bulur, gelişip
İzlenim Sahibi oldukça
Aqli Yetenekler'iyle birtakım
Bilgiler
edinir. Ancak Nihai Gaye olan Haqiqat'ın Bilgisi'ni salt
Aqıl'la kavrayamaz; çünkü
Aqlın kendisi Zamanla ve
Mekanla Snırlı'dır. Haqiqat ise
Zamanı ve Mekanı kuşatmakla birlikte
onu aşar, Aşkın bir İlke'yi içerir. İşte
Aql'ın Güçsüz düştüğü
yerde Manevi İdraq başlar. İnsan'ın asıl
Muhtaç olduğu Bilgi,
bu İdraq ile elde edilen
Bilgi'dir.
el-Gazali'de
bir takım Çelişkiler, birbirini tutmaz
Sözler Tesbit
edilebilir. Bir yerde Küfr'ü gerektirdiğini söylediği bir şeyi
başka bir yerde Mubah kılar. Tehafut'ta
Cismani Haşr'a
ilişkin Görüşler'inden dolayı
Felsefeciler'i
Tekfir ederken,
Mizan da Felsefeciler'nin bu
Konu'daki Görüşleri ile
Sufiler'in Görüşler'inin Benzerlik gösterdiğini, Munkız'da
ise kendi İnançlar'ından Tasavvuf
Önderleri'nin İnançlar'ıyla
Uygunluk içinde olduğunu söyler.
el-Gazali
Faysalu't-Tefrika'da Varlığın 5 tür
İzah şeklini verir.
el-Gazali önce Maqasıdu'l-Felasife'yi yazdı. Bu
Eser'inde Filozoflar'ın
Fikirlerini Halq'a açıkladı. Sonra
Fikirler'inden caydı, bir
Felsefe Dönmesi
Haline deldi.
Tehafut'ta Filozoflar'ı
Tekfir etti. Cevahiru'l-Qur'an
Adıyla yazdığı Eser'de, Tehafut'taki
Sözler Cedel
Kabilindendir. Haq olan Fikir ve
İnançlar el-Mazmun ala
gayri Ehlihi isimli
Eser'indedir.
Daha sonra Mişkatu'l-Envar
isimli Eser'inin
İlahiyat bahsinde Filozofların İnançlarını
açıkca benimsedi.
Halbuki Filozoflar, Allah Cüziyat'ı bilmez, diye bir şey
söylememişlerdir."
Mizanul-Amel'de "İrfan Sahibi
Sufiler Haşr'ın
Ruhani olduğuna
Kani olmuşlardır." der.
el-Munkız'de
kendisinin Sufi olduğunu söyler. En Önemli olan üç
Mesele'de
iki Taraf arasındaki Fark ve
Görüş Ayrılığı bu kadar
Basit
olursa, diğer temel Meseleler'de daha da
Basit olacağı açıktır.
el-Gazali: "İnsanlar Fıqıh
Kavramında Değişiklik
yaptılar, onu Fetvalar, bu Fetvalar'ın
İç Yüzünü anlama ve
onların İlletler'ini bulma
Anlamında kullanıyorlar. Halbuki
Fıqıh ilk
Dönemler'de Ahiret
Bilgisi ve Nefs'in
Kötülüklerini
bilme Anlamında kullanılıyordu."
el-Gazali Kelime'nin
başka Anlamlar'a kaydırılmasına,
Fetva Külliyatı'nı ezberlemeye
Tahsis edilmesine bozulur. Anlam'ın nasıl daraltılıp
özelleştirildiğini gösterir. "Oysa" der, "O
Kelime, Ahiret'e
giden Yol'da,
Nefs'in nasıl zinetlendiğinin
Bilgisini anlatırdı.
9/et-Tevbe 122'deki "Korkutma" ancak böyle sağlanabilirdi.
Yoksa Talaq'ın,
İcar'ın Detayında
Uzmanlaşma değil. Araf 179
daki fıqhetmeyen Qalp, bu
Külliyat'ı ezberlemeyen
Qalp değildir.
el-Gazali Ömrüne Yemin ederek
Kelime'nin Fehm ile aynı
Anlam'da olduğunu söyler. Araplar'ın
Şiveler'inden buna
Delil
getirir. Rasul'ün "Alimdirler,
Hakimdirler, Faqihtirler" diye
övdüğü Topluluk için Kelime'nin ancak bu
Anlam'da
kullanılabileceğine dikkat çeker. Yine Rasul'ün Dilinden
gerçekten fıqheden İnsanlar'ı "Allah'ın
Azabı'ndan Emin
kılmayan, Cennet'inden
Ümit kestirmeyen" İnsanlar olarak
tanımladığını söyler. Ferhad es-Senci, Basra'lı
Hasan'a "kendisinin Sözlerine
İtiraz eden Faqihler'den"
bahsedince Hasan şöyle der: "Ey Ferhadcik, sen
bu Gözlerinle Faqih mi gördün sanırsın,
Faqih dediğin Dünya'ya
arka dönüp, Ahiret'e yönelen,
Din'ini koruyan,
Kusurlar'ını
görebilen, Allah'a karşı Kulluğa
Devam eden, her türlü
Şüpheler'den,
Müslimler'in Irzına
Göz dikmekten Nefsini
koruyacak derecede kaçınan, İnsanlar'ın
Malına Tamah etmeyen ve
Halq'a Öğütler'de bulunan kimselerdir." el-Gazali, O'nun
"Furua ait Fetva veren" demediğine dikkat çeker. "Eskiler bu
İlm'e,
Ahiret İlmi derlerdi,
Şeriat'ta Maqbul olan bu
İlm'in
İsmiyle kendilerini Şeytan'ın kandırdığına dikkat edin."
el-Gazali
Ömrünün Sonlarında
Qaleme aldığı Usulu'l-Fıqıh
kitabına göre bir Fıqh
tedvin edemedenVvefat etti.
SİMGESEL TEFSİR
İhvanu’s-Safa’yı
el-Münkiz’de ‘Felsefeci Haşeviler’ olarak adlandırdı.
Haşr'ı, diriten Bilgi
Yolu'yla Nefis veAqıllar'daki
Cehalet ve Sapma'nın giderilmesini ve Musa’nın
Asası'nın Firavun’un
Sihirbazlar'ının
Sihirler'ini yeyip-yutmasını da,
İnkarcılar'ın
Kuşku ve Tereddüdünü İlahi
Belgeler'le
İnkarı Mümkün olmayacak
bir biçimde gidermesi şeklinde yorumlayan Felsefeciler’e karşı,
amansız bir Savaş başlattı. Bu tür bir
Yorum, Mısır’lı bir Gurup
Düşünür'ün yorumuyla da çakışıyordu.
Fakat el-Gazali,
Muqaddes
Metinler'in
Tefsir'inde,
Sözcükler'in
Zahiri Anlam'ını
aşan her Yorum'u
Kesin bir Dil'le reddetmiyordu. Aksine o,
İş!in Ehli olan kimselerden Qur’an
Lafızlar'ının
Yüzeysel Anlamlar'ıyla yetinmeyip onun ötesine geçmelerini istiyor,
onlara Selef Alimleri'nin bu
Konu'daki
Söz ve Düşünceler'inden
nasıl yararlanacaklarını öğretiyor ve diyordu ki: ‘Qur’an’ın
Anlamı çok Büyük ve
Muazzam bir Kavrayış
Alanı'dır. Yalnızca
Zahiri Tefsiri naqletmek, onu
Anlama'nın
Sınırı'nı yakalamak
değildir.’
Allah’a gereği gibi, şükretmenin zorluğu çerçevesinde ele
aldığı 7/el-A’raf 17’nin
Tefsir'inde der ki: ‘(Sözlerinin
başında saydığı şeyleri kastederek) bütün bunları bilmeyen bir
kimse, bu
Ayet'in
Haqiqi
Anlamı'nı ve onun ardında yatan diğer
Maqsatlar'ı bilmiyor demektir. Ayet'in
Sözcükler'in
Zahir'ine
dayalı
Tefsir'ine gelince, bu
İşi
Dil'den anlayan herkes yapar.
Bu da sana
Mana'yla
Tefsir
arasındaki
Farkı göstermeye yeter.’
Rey ile
Tefsir'i yasaklayan bazı
Rivayetler'i, kişiye yalnızca
Geçmiş Kuşaklar'dan naqledilen
Tefsir Rivayetleri'ni dayattığı şeklinde
anlamak Mümkün değildir. Böyle bir
Yaklaşım, Eli kolu bağlar
ve İnsan'ı her türlü
Tefekkür ve Düşünce
Özgürlüğü'nden
uzaklaştırır.
İbnu Abbas, İbnu
Mesud ve Sahabe'den daha başkaları, Qur’an
Tefsir'inde
Peygamber’in Görüşüne Müracaat ettikleri ender
Haller dışında,
hep kendi Özel Görüşlerini açıklamışlardır. Geç
Dönemler'de
ortaya çıkan Qur’an’ın Batini
Tefsir'ine ilişkin
Sözler bir
yana, bizzat Qur’an’ın kendisi de Allah’ın Kelam'ında yer alan
Lafızlar'ın ötesinde yatan
Maksat ve Meram'ını anlamaya
Davet
eder.
İbnu Mesud
‘Öncekilerin ve sonrakilerin
Bilgisine sahip olmak isteyen
Qur’an üzerinde iyice durup-düşünsün’ derken, bu Söz'üyle
yalnızca Zahiri Anlamı kastetmiyordu herhalde. İlimler'in
Tümü,
Allah’ın Fiil ve Sıfatlar'ının içindedir. Bu
İlimler'in
Sonu
yoktur. Qur’an’da, bu İlimler'e toptan ve
Mücerret bir şekilde İşaret vardır. Semboller ve
Çağrışımlar Yolu'yla, dikkatler bu
İlimler üzerine çekilir. Tefsir İlmi'nin
Görevi, işte Semboller
ve Çağrışımlar Yolu'yla
İfade edilen bu İlimler'i
Lafızlar'ın
Derinlikler'ine dalarak
Ayrıntılar'ıyla bulup çıkarmak ve
Müşahhas hale getirmektir.
Rey'in
yasaklanmasının bir tek Anlam'ı vardır. O da, Qur’an’ı kendi
Dogmatik Teori ve
Tezler'ine uydurmak isteyen
Mezhepçiler'in ve
doğruluğuna kendilerinin dahi inanmadığı Uydurma
Semboller ve İşaretler'le
Tefsir yapan Tasavvufçular’ın İstismar'ından uzak
tutmak içindir.
Dirayet
Tefsirinde Rivayetler'e yapışmanın bir başka
Şartı da,
Kelimeler'in
Filolojik ve Gramatik
Anlamlar'ına
Vaqıf olma
Şartıdır.
Bu noktada Rey Yolu'yla varılan
Sözkonusu Dilsel
Anlamlar'a
Aykırı Yorumlar yapmak yasaklanmıştır. Arap
Dili'nin Zahiri
Lugat Anlamları'na
İtibar ve İtimat gerektir. Bu
Zahiri Anlamlar'ın ötesinde, Batıni
Manalar ve Derinliğine dalarak
araştırılması gereken Sırlar
Gizli'dir. Bu
Anlamlar'ın
Zahiri Tefsir'e
Aykırı olmaması, bunlarla çelişmemesi, tersine onu
tamamlaması ve kişiyi Sözkonusu
Zahiri Manalar'ın
Özüne
ulaştırması gerekir.
Burada el-Gazali’nin
Tefsir Konusundaki
Alıntılar'dan anlaşılır ki O, Qur’an
Tefsir'inde Tasavvufi
Yöntem'i onaylıyordu. Fakat O’nun
Tasavvufi Tefsir'e gösterdiği
Hoşgörü ve verdiği Onay,
İşari Tefsir'i kapsamıyordu.
Batıni
gelişmesini
Göz önünde bulundurmakla birlikte
Hayat'ının
Farklı
Dönemler'inin
Farklı
Yönelişler'le yorumlanması mümkün olan
el-Gazali’nin, bu
Konuda da ortaya çıkan kendine
Özgünlüğü
ve
Değişim
Süreci'ndeki
Düşünceleri arasında
Uyumlu bir
Tertib'in ve
Tekamül'ün olmadığı görülür. Hayat'ının
Sonlarında
dahi, bir zaman olmuş
Rivayet'e dayanmayan
Sembolik ve
İşari
Tefsir'ini şiddetli bir şekilde yermiş ve reddetmiş, bir başka
Zaman ve yerde ise yukardakine bezner
Açıklamalar yapmıştır.
O, 13/er-Ra’d 17
Ayetini,
Rivayetler'e başvurma'dan
İhvanu’s-Safa’nın
Tefsir'ine
yakın bir şekilde açıklar.
Bu Yöntemi Hadisler'e de uygular.
el-Gazali,
Gizemli ve Kapalı bir
Uslup kullandığı Tasavvufi Eserler'inde
birçok kez İşari Tefsir'ini
Özel bir biçimde kullanır.
Risaleler'inden bir çoğunu tamamen bu
Uslupla Te’vil ettiği
Dini Tezler'e
Tahsis eder. Mişkatu’l-Envar’da , Allah’ın
Tur Dağın'da Musa’ya
Nalinlerini çıkarmasını, çünkü
Muqaddes bir Vadi'de olduğunu bildiren 20/TaHa 12
Ayetini ‘Kim
Vahdaniyyet'in Haqiqatini kavramak isterse, onun
Dünya ve Ahiret üzerindeki
Düşünceleri Benliğinden kaldırıp atması
gerekir’ şeklinde yorumlar.
Benliğin bu
tür arındırılması Yorumu en erken Sufiler'den itibaren işlenir.
el-Gazali İhya’da bu Konuda çok sayıda
Örnek verir.
el-Gazali,
Ahiret Hayatı'na
Yönelik bir takım Özgün
Fikirler Konusunda
Te’vil'e dayalı
Yorumlar'ı reddeder. O,
Fikri Gelişim
Süreci'nin
Farklı Aşamalar'ında yazdığı
Eserler'inde
, özellikle Son Eserler'inden olan İhya’nın 4.cilt
10.Kitab 7.Babı ve Ahiret Hayatı'na ilişkin Risale'sinde,
Hesap Günü ve
Ahiret Hayatı'na ilişkin diğer
Olaylar üzerindeki Rivayetleri,
Delalet ettikleri Zahiri
Anlam'a tamamen
Uygun bir
şekilde algılamıştır. Özellikle Ahiret
Safahatı hakkında Qaleme aldığı bir Risale'sinde,
Öte Dünya'ya
İlişkin İşler'le
ilgili olarak Nass'ı
Lafzi Anlam'ının
İşaret ettiği Mana'da
soyutlayıp Te’vil'e dayalı
Yorumlar'ı öne çıkarma
Çabalarına Net
bir Tavırla karşı çıkar.
Te’vil Örnekleri:
Sırat:
78/el-Qalem 42 Ayeti ile ‘Qıyamet
Günü Allah Sağ
Bacağı'nı açar,
her Mü’min Erkek ve
Kadın Secde eder’
Hadisini şöyle yorumlar:
‘Hadis'in Te’vilinden korkarım, onu
İnkar edenlerden yüz
çeviririm. Ve yine Ahiret'te
Amelleri tartan Mizan’ın Özelliklerini saymaktan sakınırım,
Sıfat Uyduranların bu gibi
Sözler'ini de yalanlarım’ der.
Daha geç bir Eser'inde ise şöyle der:’ Bu
Bahiste bir Grup
İnsan derine daldı ve Mizan vb. gibi
Ahiret'e ait
Konular'daki
Ayet ve Hadisler'i
Te’vil ettiler. Bu tür bir Te’vil,
Rivayet Yolu'yla gelmediği için
Bid’at'tır. Bu tür
Naslar'ı Zahiri
Anlam'ından farklı bir biçimde anlamak
Mümkün değildir, aksine
bunları Zahiri Anlamı üzerine hamletmek
Vacip'tir.’
Onun bu
Sözünü
başka yerlerde izlediği Yöntemler'de eğer
Kanaat
değiştirmemişse Şart'a bağlamak gerekir. O da
Zahir'i İptal
etmeyen İlim'de
Derinleşenler'in yaptığı
Te'vil'inin
Mümkünlüğüdür. Bu sahada Mükaşefe'den yararlanmaktadır.
Sırat’ın
Harfi Tefsiri,
Cennet'le
Cehennem'i birbirinden ayıran
Kıl'dan İnce,
Kılıç'tan keskince bir
Yola inanmayı gerektirir. Kim
Saidler Sınıfına girerse o Sırat’ı
Yıldırım gibi geçip Cennet'e
girecek, Şakiler Sınıfı'na girenlerse daha
İlk Adımlar'ında
tökezleyip Sırat Köprüsü üzerinde duramayacak ve
Cehennem'e
düşeceklerdir.
el-Gazali’nin,
Sırat hakkında kullandığı Dil ise
Te'villi'dir:’Sırat
Haq'tır.
Onun Kıl gibi İnce,
Kılıç gibi Keskin olduğunu söylemek, onu
Vasfetme Açısından
Zulüm'dür. Aksine
Kıl'ın İnceliğiyle Sırat’ın
İnceliği arasında, Kılıc'ın
Keskinliği ile Sırat’ın Keskinliği
arasında bir Alaka yoktur. Tıpkı
Güneş ile Gölge arasını ayıan
ve Gölge'ye de
Güneş'e de ait olmayan
Geometrik Çizgi arasındaki
incelikle, Saç Kılı'nın
İnceliği arasında bir Alaka ve
Benzerlik olmadığı gibi.’ Bu Sırat, Allah’ın 1/el-Fatiha
suresinde ve diğer birçok Ayet'te
Beyan ettiği ‘Doğru
Yol’dur:
İhdina's-Sırata'l-Mustakim. Bu, birbirine
Zıt Davranışlar
arasındaki Tampon Bölge'dir. Bu
Tampon Bölge,
İnsan'ı Helak'e
uğramaktan korur. Ateş'te kızartılmış
Demir bir Çember
düşünelim. Bu Çember'in
Ortasına bir Karınca düşse,
Doğal
olarak Ateş'in
Sıcaklığını hissedip o Çember'den
Uzak duracaktır.
Çember'in Merkez'ine yaklaştıkça
Ölüm'den uzaklaşacaktır. Onun
Çember'in
Sıcaklığını hissettiği Yer; işte orasıdır
Tampon
Bölge. Aynen böyle, İnsan'ın da
Ahlaqını korumak için her iki
yana sapmadan bu Çizgi üzerinde kalması,
Sağa Sola
meyletmemesi gerekir. Bunu da ancak Melekler becerebilir.
Çünkü, İnsan'ın
Sıcaklık'la
Serinlik arasındaki Çizgi'yi çok
Hassas bir biçimde birbirinden ayırma
İmkanı yoktur. Lakin,
Amaç ve Niyet'in daima böyle olması gerekir. Bu örnekle örtüşen
Anlam'ından dolayı Sırat ‘Kıl'dan
İnce’ olarak tanımlandı. Gölge
ile Güneş arasındaki Geometrik
Çizgi'nin ölçülmesinin
Mümkün
olmadığı gibi, onun da belli bir Mekan'a kıyaslanması
Mümkün
değildir. Ortada bir Zemin olmadığı için,
İnsan'ın bu tür bir
Çizgi'ye Ayağını basarak
Ayakta durması Mümkün değildir.
Dolayısıyla Cehennem'e düşmesi kaçınılmazdır.
Lakin, kim bu
Orta
Çizgi'ye
İmkan'ı nisbetince
Yakın durmayı başarırsa, o
Cennet'e girer.
Burada, Hasımlar'ını suçlayan el-Gazali’nin onlara
yaklaştığı görülür.
el-Madmunu’l-Kebir
ve Cevahiru’l-Qur’an ‘da Grek
Felsefesi'ne ait Düşünceleri , Qur’an’ın Batıni
Anlamı'na
Temel
yaptığı görülür, der Goldziher.
İbnu
Teymiyye’de eleştirir.
Şefaat:
Ahiret'te
Mü’minler'in Cezalarının hafifletilmesi için Allah tarafından
Peygamber’e Şefaat Yetkisi verilmesi
Yolunda Hadisler vardır.
Ehl-i Sünnet’in Sınırlarını daha da genişleterek Peygamber’den
başkalarına da tanıdığı Şefaat
Yetkisine Mu’tezile temelden
karşı çıkmıştı.
el-Gazali
şöyle der:’ Peygamberler'in ve Veliler’in
Şefaat'ine gelince..
Şefaat bir Nur'dur ki, İlahi
Kaynak'tan Peygamberlik
Cevheri
üzerine doğar. Buradan da Güçlü
Sevgi, Sünnetler'e devam,
Nebi’ye Sürekli Salat getirmek suretiyle, Peygamberlik
Cevher'iyle kurduğu iİişki
Oranında başkalarına ulaşır. Bunun Örneği,
Güneş Işığı'nın
Su'ya Yansımasıdır. Güneş'in
Su'daki Işığı
bir Duvar'a yansıyacak olsa, bu
Yansıma'nın
Şiddeti Duvar'ın o
Su'ya
Yakınlığı ya da Uzaklığıyla
Orantılı olur. Su'yun
Duvar'la
olan bu İlişkisi Duvar'ın
Diğer Yüzeyler'inden soyutlanmıştır.
Işık sadece Duvar'ın
Belirli bir Noktasından aksetmiştir. Bu
Nokta'dan,
Işığın Su'daki aksinin
Merkez'ine bir
Çizgi çekecek
olsak, bu Eğik Çizgi'nin
Yer Düzlemi'ne olan
Açısı, Güneş ile
onun Su'daki
Işığı arasına çekilecek Farazi bir
Çizgi'nin
Açısına Eşit'tir.
Bu Karışık bir
Örnek. Sözkonusu Işık,
Güneş-Su Açısının
Simetriği olan Su-Duvar
Açısıyla, yalnızca Duvar'daki belirli yerine yansır.
Nasıl ki Düzlem Münasebeti dolayısıyla
Işığın Özel bir
Mekan'a
yansıması gerekiyorsa, Manevi
Aqli Münasebet dolayısıyla da
İlahi Zat’ın Işığının Metafizik
Öz'e yansıması gerekir. Kim
Varlığında Tevhid'i gerçekleştirirse, o kimsenin İlahi Zat’la
İlişkisi güçlenir ve onun üzerine Aracısız olarak
Nur iner.
Kim de Benliğinde Sünneti yaşadığı, Rasül’e uyduğu ve ona
Muhabbet ettiği halde, Vahdaniyet
Konusunda Ayağını
Sağlam
basmazsa, Aracı olmaksızın İlahi Zat’la bir
İlişki kuramaz.
Nur'dan yararlanmak için bir
Aracı'ya
İhtiyaç duyar. Tıpki Güneş
görmediği halde, Güneş gören
Su Aracılığıyla
Işığa kavuşan Duvar'ın ,
Su'yun Aracılığına
Muhtaç oluşu gibi.
Sonra el-Gazali,
Özgürlüğe ulaşamamış Nefisler'in
Mutluluk Nimetine ermeleri
için bir Aracı'ya
Muhtaç olduğunu söyler. Dini Kavramlar
Dağarcığında
Mutluluğa ulaştıran bu Vesile'ye verilen
İsim,
‘Şefaat’tir. Bununla, Peygamberler'in
Maddi Lafızları
kullanarak Mü’minler'e
Şefaat ettiği anlaşılmamalıdır. Allah
bundan Müstağni'dir. Lakin Peygamberler'in
Şefaati, kendilerine İman eden kimselerle getirdikleri
Mesajlar arasındaki İlişki'nin
Haqiqatinde
Temsil edilir:’ Eğer Peygamberler'e Allah
indinde bilinenen Şeyler'i söyleme
İzni verilseydi, onların
söyleyecekleri Şey, ‘Şefaat’
Sözcükleri olurdu. Eğer Allah
Şefaat'in
Haqiqatini
Somut bir Sembolle
İnsan'ın His ve
Hayal Dünyası'na soksaydı, bu
Sembol Şefaat'i çağrıştıran
Sözcükler
olurdu.. Şefaat'i kimlerin Haq edeceği ile ilgili
Rivayetler'in
tümü, Peygamber’e Salavat getirme,
Qabr'ini Ziyaret etme ,
Ezan
sırasında Müezzin'e
Cevap verilip sonunda da ‘Vesile
Duası’nın okunması vb. gibi Rasulullah’a
Sevgi, Hürmet ve
Yakınlık kurarak onunla Manevi bir
İlişki'ye geçiren
Haberler'dir.
el-Gazali,
Nas ve Rivayetleri
Te’vil Yöntemi'yle
Yorumlama uğraşını
yalnızca Tasavvufi içerikli Kitaplar'ında vermez, henüz tamamen
Tasavvuf'a yönelmeden önce
Qalem'e aldığı
Ahlaq'a ilişkin
Eser'inde de bu
Çaba'ya girer.
Örneğin ‘İman
70 bu kadar Şube'dir.O’nun en
Alt Şubeler'inden biri de
Yol'dan Zararlı
Şeyleri kaldırmaktır.’ İfade'sinin
Gerçek Anlamı
el-Gazali’ye göre, İnsan
Benliği'nin
Şehvet ve Gazab'ın
işlendiği ve sonunda kendi Benliğinin de bu İlahi
Haqiqatler'de
Yok olduğu bir Arınma
Sürecini Sembolize etmektedir. Hadis'te
geçen ‘Zararlı Şeyler’in gerçek
Anlamı işte budur. ‘Rahatsız
eden bir Engeli giderme’yi Eskiler'in çoğu
Yol'dan giden
Dalgın
bir Yolcu'nun
Ayağına takılıp onu düşürebilecek ya da
Zarar
verecek Cam Kırıkları,
Şişe Parçaları,
Kemik, Taş vb.gibi
Şeyler olarak anlaşılmıştır. Lakin bu,
Derin bir Bakışaçısı'na
Sahip olan Keskin
Kavrayışlı birinin anladığı Mana değildir.
‘Zararlı Şeyler’ Sözcüğünün
Anlamı genel'dir. Eğer bu
Sözcüğün Özel
Anlamı kastedilmiş olsaydı, ‘Cam
Kırığı, Şişe
Parçası’
gibi Ayrıntılar'ın söylenmesi gerekirdi.’
O bu Te'vil’e
bir Hadis'ten
Onay buldu:’ Allah, benim Sözümü dinleyip,
iyice anlayanın, sonra işittiği şekilde aktaranın Yüzünü
Aydın
etsin. Belki Sözü ( Fıqhı) taşıyan, tanıdığı
Sözü anlayacak Kapasite'den
Yoksun'dur, belki de
Söz aktarılan kimse Sözü
aktarandan daha Anlayışlı'dır.’ Yani,
Fıqhı taşıyan kimse onu
Kuru ve Yüzeysel bir biçinde aktarır,
Lafzi Anlam'ıyla yorumlar.
Ama dinlediği Şeyi Fıqheden kimse, o
Sözler'in altında yatan
gerçek anlamı çözer.
Bu Sonuçlar
karşısında kimileri el-Gazali’nin Felsefe Te’vil'ine
yaptığı Eleştiriler'in münhemleştiğini düşünürler. O
İhvan’a
Aqılcılığın ve Felsefe'nin sıradan
Halk Tabakaları arasında
yaygınlaşmaşmasının Hoş olmadığını düşünmesiydi. O, kendi
Hayat'ındaki
Değişim Süreci'nin
Son Aşamasını
Teşkil eden Tasavvuf
Merhalesi'nde,
Nihai Haqiqat'e,
Derin Felsefi
Düşünce
ile değil de yalnızca Şlham ve
Kişinin kendinden geçerek Batıni-Ruhi
Dünya'ya dalması yoluyla ulaşılacağını
kabullenmişti (Goldziher, Ignaz, ç.İslamoglu,Mustafa,
İslami Tefsir Ekolleri, s.218-227 )
el-Gazali bid'at mezheplerine karşı çıkmış ve
rakiplerini hezimete uğratmıştır. Fezaihu'l-Batınıyye
ve Fezailu'l-Mustazhariye isimli eseri, batınıliği
tenkit için yazılan eserlerin en güzelidir.